|
1. |
Elif lâm râ. İşte şunlar, o
hikmetli Kitâb'ın âyetleridir. |
Alif. Lam. Ra. These are verses
of the wise Scripture. |
|
2. |
İçlerinden bir adama: "İnsanları
uyar ve inananlara, Rableri katında kendileri için bir doğruluk kademesi
bulunduğunu müjdele!" diye vahyettiğimiz, insanlara tuhaf mı geldi? kâfirler:
"Bu, apaçık bir büyücüdür." dediler. |
Is it a wonder for mankind that
We have inspired a man among them, saying: Warn mankind and bring unto those who
believe the good tidings that they have a sure footing with their Lord? The
disbelievers say: Lo! this is a mere wizard. |
|
3. |
Rabbiniz O Allah'tır ki, gökleri ve
yeri altı günde yarattı, sonra Arş'a istivâ etti (kuruldu). Emri tebdir
(buyruğunu) icra eder (yaratıklarını yönetir). O'nun izni olmadan hiç kimse
şefâ'at edemez. İşte Rabbiniz Allâh budur. O'na kulluk edin, düşünmüyor
musunuz? |
Lo! your Lord is Allah Who
created the heavens and the earth in six Days, then He established Himself upon
the Throne, directing all things. There is no intercessor (with Him) save after
His permission. That is Allah, your Lord, so worship Him. Oh, will ye not
remember? |
|
4. |
Hepinizin dönüşü, O'nadır. Bu,
Allâh'ın gerçek olarak verdiği sözdür. O, yaratmağa başlar, sonra inanıp iyi
işler yapanlara adâletle karşılık vermek için yeniden yaratır. İnkâr edenlere
gelince, küfürlerinden dolayı onlara kaynar sudan bir içki ve acı bir azâb
vardır. |
Unto Him is the return of all
of you; it is a promise of Allah in truth. Lo! He produceth creation, then
reproduceth it, that He may reward those who believe and do good works with
equity; while, as for those who disbelieve, theirs will be a boiling drink and
painful doom because they disbelieved. |
|
5. |
Güneşi ziya, ay'ı nur yapan;
yılların sayısını ve (vakitlerin) hesabı(nı) bilmeniz için aya (dolaşma)
konaklar(ı) düzenleyen O'dur. Allâh, bunları (boş yere değil), gerçek ile
(hikmeti uyarınca) yaratmıştır. Bilen bir kavim için âyetleri
açıklamaktadır. |
He it is Who appointed the sun
a splendour and the moon a light, and measured for her stages, that ye might
know the number of the years, and the reckoning. Allah created not (all) that
save in truth. He detaileth the revelations for people who have
knowledge. |
|
6. |
Gece ve gündüzün değişmesinde ve
Allâh'ın göklerde ve yerde yarattığı şeylerde, korunan bir topluluk için nice
ibretler vardır. |
Lo! in the difference of day
and night and all that Allah hath created in the heavens and the earth are
portents, verily, for folk who ward off (evil). |
|
7. |
Bizimle buluşmayı ummayan, dünyâ
hayâtına râzı olup onunla rahat edenler ve bizim âyetlerimizden gaflet
edenler... |
Lo! those who expect not the
meeting with Us but desire the life of the world and feel secure therein, and
those who are neglectful of Our revelations, |
|
8. |
İşte kazandıkları işlerden ötürü
onların varacakları yer, ateştir! |
Their home will be the Fire
because of what they used to earn. |
|
9. |
İnanıp iyi işler yapanlara gelince
imanlarından dolayı Rableri, onları altlarından ırmaklar akan ni'met
cennetlerine iletir. |
Lo! those who believe and do
good works, their Lord guideth them by their faith. Rivers will flow beneath
them in the Gardens of Delight, |
|
10. |
Onların orada du'âsı: "Allâh'ım Sen
her türlü eksiklikten uzaksın!", birbirlerine sağlık dilekleri: "Selâm",
du'âlarının sonu da: "Âlemlerin Rabbi Allah'a hamdolsun!" sözleridir. |
Their prayer therein will be:
Glory be to Thee, O Allah! and their greeting therein will be: Peace! And the
conclusion of their prayer will be: Praise be to Allah, Lord of the
Worlds! |
|
11. |
İnsanların, hayrı acele istemeleri
gibi, Allâh da onlara şerri acele verseydi, süreleri hemen bitirilmiş olurdu.
Ama biz, bizimle buluşmayı ummayanları bırakırız, azgınlıkları içinde bocalar,
dururlar. |
If Allah were to hasten on for
men the ill (that they have earned) as they would hasten on the good, their
respite would already have expired. But We suffer those who look not for the
meeting with Us to wander blindly on in their contumacy. |
|
12. |
İnsana bir darlık dokunduğu zaman,
yanı üzere yatarken, yahut otururken ya da ayakta bize yalvarır; ama biz onun
darlığını aç(ıp kaldır)ınca sanki kendisine dokunan bir darlıktan ötürü bize hiç
yalvarmamış gibi hareket eder. İşte aşırı gidenlere, yaptıkları iş böylesine
süslü gösterilmiştir. |
And if misfortune touch a man
he crieth unto Us, (while reclining) on his side, or sitting or standing, but
when We have relieved him of the misfortune he goeth his way as though he had
not cried unto Us because of a misfortune that afflicted him. Thus is what they
do made (seeming) fair unto the prodigal. |
|
13. |
Sizden önce, zulmettikleri ve
peygamberleri kendilerine açık kanıtlar getirdikleri halde inanmadıkları için
nice nesilleri helâk etmişizdir. İşte suç işleyen kavmi böyle
cezâlandırırız. |
We destroyed the generations
before you when they did wrong; and their messengers (from Allah) came unto them
with clear proofs (of His Sovereignty) but they would not believe. Thus do We
reward the guilty folk: |
|
14. |
Sonra onların ardından, bu dünyâda
onların yerine sizi geçirdik ki, sizin de nasıl davranacağınızı
görelim. |
Then We appointed you viceroys
in the earth after them, that We might see how ye behave. |
|
15. |
Onlara açık açık âyetlerimiz
okunduğu zaman, bizimle buluşmayı ummayanlar: "Bundan başka bir Kur'ân getir
veya bunu değiştir." derler. De ki: "Onu kendi tarafımdan değiştiremem. Ben
sadece bana vahyolunana uyarım. Şâyet ben Rabbime karşı gelirsem, büyük bir
günün azâbından korkarım." |
And when Our clear revelations
are recited unto them, they who look not for the meeting with Us say: Bring a
Lecture other than this, or change it. Say (O Muhammad): It is not for me to
change it of my own accord. I only follow that which is inspired in me. Lo! if I
disobey my Lord I fear the retribution of an awful Day. |
|
16. |
De ki: "Eğer Allâh dileseydi, onu
size okumazdım ve onu size hiç bildirmezdi. Ben ondan önce aranızda bir ömür
boyu kalmıştım (böyle bir şey yapmamıştım), düşünmüyor musunuz?" |
Say: If Allah had so willed I
should not have recited it to you nor would He have made it known to you. I
dwelt among you a whole lifetime before it (came to me). Have ye then no
sense? |
|
17. |
Uydurduğu yalanı Allâh'ın üzerine
atan, yahut O'nun âyetlerini yalanlayandan daha zâlim kim olabilir? Şüphesiz
suçlular asla onmazlar. |
Who doth greater wrong than he
who inventeth a lie concerning Allah and denieth His revelations? Lo! the guilty
never are successful. |
|
18. |
Allâh'ı bırakıp kendilerine ne
zarar, ne de yarar veremeyen şeylere tapıyorlar ve: "Bunlar Allâh katında bizim
şefâ'atçilerimizdir!" diyorlar. De ki: "Allâh'ın, göklerde ve yerde bilmediği
bir şeyi mi Allah'a haber veriyorsunuz?" O, onların koştukları ortaklardan uzak
ve yücedir. |
They worship beside Allah that
which neither hurteth them nor profiteth them, and they say: These are our
intercessors with Allah. Say: Would ye inform Allah of (something) that He
knoweth not in the heavens or in the earth? Praised be He and high exalted above
all that ye associate (with Him)! |
|
19. |
İnsanlar bir tek milletten başka
bir şey değildi, ama ayrılığa düştüler. Eğer Rabbinden bir söz geçmemiş olsaydı,
ayrılığa düştükleri konuda hemen aralarında hüküm verilir(işleri
bitirilir)di. |
Mankind were but one community;
then they differed; and had it not been for a word that had already gone forth
from thy Lord, it had been judged between them in respect of that wherein they
differ. |
|
20. |
Ona Rabbinden bir mu'cize
indirilmeli değil mi? diyorlar. De ki: "Gayb Allâh'ındır (görülmeyeni bilen
O'dur). Bekleyin, ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim." |
And they will say: If only a
portent were sent down upon him from his Lord! Then say (O Muhammad): The Unseen
belongeth to Allah. So wait! Lo! I am waiting with you. |
|
21. |
Kendilerine dokunan bir darlıktan
sonra insanlara bir rahmet (sağlık ve bolluk zevkini) taddırdığımız zaman
bakarsın ki, yine onların, âyetlerimiz hakkında bir tuzakları vardır. De ki:
"Allâh daha çabuk tuzak kurar!" Elçilerimiz, sizin kurduğunuz tuzakları
yazıyorlar. |
And when We cause mankind to
taste of mercy after some adversity which had afflicted them, behold! they have
some plot against Our revelations. Say: Allah is more swift in plotting. Lo! Our
messengers write down that which ye plot. |
|
22. |
Sizi karada ve denizde yürüten
O'dur. Gemide olduğunuz zaman(ı düşünün): Gemiler, içinde bulunanları hoş bir
rüzgârla alıp götürdüğü, ve (yolcular) bununla sevindikleri sırada, birden
gemiye, şiddetli bir kasırga gelip de, her yerden gelen dalgalar onları sardığı
ve artık kendilerinin tamamen kuşatıldıklarını (bir daha kurtulamayacaklarını)
sandıkları zaman, dini, yalnız Allah'a hâlis kılarak O'na şöyle yalvarmağa
başlarlar: "Andolsun, eğer bizi bundan kurtarırsan, şükredenlerden
olacağız. |
He it is Who maketh you to go
on the land and the sea till, when ye are in the ships and they sail with them
with a fair breeze and they are glad therein, a storm-wind reacheth them and the
wave cometh unto them from every side and they deem that they are overwhelmed
therein; (then) they cry unto Allah, making their faith pure for Him only: If
Thou deliver us from this, we truly will be of the thankful. |
|
23. |
Ama (Allâh) onları kurtarınca hemen
yeryüzünde haksız yere taşkınlık yaparlar. Ey insanlar, taşkınlığınız kendi
aleyhinizedir. Sadece şu yakın (geçici) hayâtın zevkinden ibârettir. Sonra
dönüşünüz bizedir; size bütün yaptıklarınızı haber veririz. |
Yet when He hath delivered
them, behold! they rebel in the earth wrongfully. O mankind! Your rebellion is
only against yourselves. (Ye have) enjoyment of the life of the world; then unto
Us is your return and We shall proclaim unto you what ye used to
do. |
|
24. |
Şu yakın hayât, tıpkı gökten
indirdiğimiz bir suya benzer: İnsanların ve hayvanların yediği arz bitkisi o su
ile karıştı: nihâyet yer zinetini takınıp süslendiği ve halkı da on(un ürününü
devşirmeğ)e kâdir olduklarını zannettikleri sırada birden buyruğumuz ona gece
veya gündüz geldi; sanki dün o hiç (bitkisiyle süslenip) şenlenmemiş gibi, onu
biçilmiş yaptık (süsünü, zenginliğini biçtik, yok ettik). İşte biz, düşünen bir
toplum için âyetleri böyle geniş geniş açıklarız. |
The similitude of the life of
the world is only as water which We send down from the sky, then the earth's
growth of that which men and cattle eat mingleth with it till, when the earth
hath taken on her ornaments and is embellished, and her people deem that they
are masters of her, Our commandment cometh by night or by day and We make it as
reaped corn as if it had not flourished yesterday. Thus do We expound the
revelations for people who reflect. |
|
25. |
Allâh; esenlik yurduna çağırır ve
dilediğini doğru bir yola iletir. |
And Allah summoneth to the
abode of Peace, and leadeth whom He will to a straight path. |
|
26. |
Güzel davrananlara daha güzel
karşılık ve fazlası var. Onların yüzlerine ne bir kara bulaşır, ne de horluk.
İşte onlar cennet halkıdır, orada ebedi kalacaklardır. |
For those who do good is the
best (reward) and more (thereto). Neither dust nor ignominy cometh near their
faces. Such are rightful owners of the Garden; they will abide
therein. |
|
27. |
Kötü işler yapanlara da
(yaptıkları) kötülüğün aynen cezâsı verilir. Ve onların yüzlerini bir horluk
kaplar. Onları Allah'tan kurtaracak hiç kimse yoktur. Sanki yüzleri, karanlık
geceden parçalara bürünmüştür. İşte onlar da ateş halkıdır, hep orada
kalacaklardır. |
And those who earn ill deeds,
(for them) requital of each ill deed by the like thereof; and ignominy
overtaketh them - They have no protector from Allah - as if their faces had been
covered with a cloak of darkest night. Such are rightful owners of the Fire;
they will abide thereinn |
|
28. |
O gün onları hep bir araya
toplarız, sonra ortak koşanlara; "Haydi siz ve koştuğunuz ortaklar yerlerinize!"
deriz. Artık (tanrılariyle) aralarını açmışızdır (dünyâdaki gibi aralarında bir
bağ kalmamıştır). Koştukları ortaklar: "Siz bize tapmıyordunuz?"
demektedirler. |
On the Day when We gather them
all together, then We say unto those who ascribed partners (unto Us): Stand
back, ye and your (pretended) partners (of Allah)! And We separate them, the one
from the other, and their (pretended) partners say: It was not us ye
worshipped. |
|
29. |
Şimdi bizimle sizin aranızda
Allâh'ın şâhid olması yeter; doğrusu biz sizin (bize) tapmanızdan tamamen
habersizdik! |
Allah sufficeth as a witness
between us and you, that we were unaware of your worship. |
|
30. |
İşte orada her can, geçmişte
yaptıklarını dener (yaptıklarının yararını ve zararını görür). Gerçek sâhipleri
olan Allah'a döndürülürler ve uydurdukları şeyler, kendilerinden kaybolup
gider. |
There doth every soul
experience that which it did aforetime, and they are returned unto Allah, their
rightful Lord, and that which they used to invent hath failed
them. |
|
31. |
De ki: "Sizi gökten ve yerden kim
rızıklandırıyor? Ya da o kulak(lar)ın ve gözlerin sâhibi kimdir? Ölüden diriyi,
diriden ölüyü kim çıkarıyor? Kim buyruğu(nu) yürütüyor (kâinâtı yönetiyor)?"
"Allâh." diyecekler. "O halde, korunmuyor musunuz?" de. |
Say (unto them, O Muhammad):
Who provideth for you from the sky and the earth, or Who owneth hearing and
sight; and Who bringeth forth the living from the dead and bringeth forth the
dead from the living; and Who directeth the course? They will say: Allah. Then
say: Will ye not then keep your duty (unto Him)? |
|
32. |
İşte sizin gerçek Rabbiniz Allâh
budur. Gerçekten sonra sapıklıktan başka ne var? Öyleyse nasıl (hak'tan
sapıklığa) çevriliyorsunuz? |
Such then is Allah, your
rightful Lord. After the Truth what is there saving error? How then are ye
turned away! |
|
33. |
Böylece Rabbinin, yoldan çıkanlar
için söylediği: "Onlar inanmazlar." sözü, gerçekleşti. |
Thus is the Word of thy Lord
justified concerning those who do wrong: that they believe not. |
|
34. |
De ki: "Sizin koştuğunuz
ortaklardan ilk defa yaratacak, sonra onu çevirip yeniden yaratacak olan var
mı?" De ki: "Allâh ilk defa yaratır, sonra onu çevirip yeniden yaratır. Öyleyse
nasıl (doğru yoldan) çevriliyorsunuz?" |
Say: Is there of your partners
(whom ye ascribe unto Allah) one that produceth Creation and then reproduceth
it? Say: Allah produceth Creation, then reproduceth it. How, then, are ye
misled! |
|
35. |
De ki: "Sizin ortaklarınızdan hakka
götürecek var mı?" De ki: "Allâh, hakka götürür. Hakka götüren mi uyulmağa daha
lâyıktır, yoksa (tutulup) yola götürülmedikçe kendisi doğru yolu bulamayan mı? O
halde neyiniz var? Nasıl hükmediyorsunuz?" |
Say: Is there of your partners
(whom ye ascribe unto Allah) one that leadeth to the Truth? Say: Allah leadeth
to the Truth. Is He Who leadeth to the Truth more deserving that He should be
followed, or he who findeth not the way unless he (himself) be guided? What
aileth ye? How judge ye? |
|
36. |
Onların çoğu, zandan başka bir şeye
uymuyorlar. Zan ise gerçekten hiçbir şey kazandırmaz. Muhakkak ki Allâh, onların
ne yaptıklarını bilir. |
Most of them follow naught but
conjecture. Assuredly conjecture can by no means take the place of truth. Lo!
Allah is Aware of what they do. |
|
37. |
Bu Kur'ân, Allah'tan başkası
tarafından uydurulacak bir şey değildir. Ancak kendinden öncekinin doğrulaması
ve Kitabın açıklamasıdır. Onda asla şüphe yoktur. Âlemlerin Rabbi
tarafından(indirilmiş)dir. |
And this Qur'an is not such as
could ever be invented in despite of Allah; but it is a confirmation of that
which was before it and an exposition of that which is decreed for mankind -
Therein is no doubt - from the Lord of the Worlds. |
|
38. |
Yoksa "Onu uydurdu" mu diyorlar? De
ki: "Eğer doğru iseniz haydi onun benzeri bir sûre getirin ve Allah'tan başka
çağırabildiklerinizi de çağırın!" |
Or say they: He hath invented
it? Say: Then bring a surah like unto it, and call (for help) on all ye can
besides Allah, if ye are truthful. |
|
39. |
Hayır, bilgisini kavrayamadıkları,
sonucu henüz başlarına gelmemiş olan bir şeyi yalanladılar. Onlardan öncekiler
de böyle yalanlamışlardı. Bak, o zâlimlerin sonu nice oldu? |
Nay, but they denied that, the
knowledge whereof they could not compass, and whereof the interpretation (in
events) hath not yet come unto them. Even so did those before them deny. Then
see what was the consequence for the wrong-doers! |
|
40. |
Onlardan kimi, ona inanır, kimi de
inanmaz. Rabbin bozguncuları çok iyi bilir. |
And of them is he who believeth
therein, and of them is he who believeth not therein, and thy Lord is Best Aware
of the corrupters. |
|
41. |
Eğer onlar seni yalanladılarsa de
ki: "Benim yaptığım bana, sizin yaptığınız size. Siz benim yaptığımdan
uzaksınız, ben de sizin yaptığınızdan uzağım!" |
And if they deny thee, say:
Unto me my work, and unto you your work. Ye are innocent of what I do, and I am
innocent of what ye do. |
|
42. |
İçlerinden sana kulak verip
dinleyenler de vardır. Fakat sağırlara sen mi duyuracaksın? Hele akıllarını da
kullanmıyorlarsa! |
And of them are some who listen
unto thee. But canst thou make the deaf to hear even though they apprehend
not? |
|
43. |
İçlerinden sana bakanlar da var.
Fakat körleri sen mi yola götüreceksin? Hele sezgileriyle de
görmüyorlarsa? |
And of them is he who looketh
toward thee. But canst thou guide the blind even though they see
not? |
|
44. |
Allâh insanlara hiç zulmetmez,
fakat insanlar kendi kendilerine zulmediyorlar. |
Lo! Allah wrongeth not mankind
in aught; but mankind wrong themselves. |
|
45. |
Onları bir araya toplayacağı gün,
sanki onlar sadece gündüzün, görüşüp, tanıştıkları bir sâ'ati kadar dünyâda
kalmış olurlar. Allâh'ın huzûruna çıkmayı yalanlayıp, yola gelmemiş olanlar, en
büyük ziyana uğramışlardır. |
And on the day when He shall
gather them together, (when it will seem) as though they had tarried but an hour
of the day, recognising one another, those will verily have perished who denied
the meeting with Allah and were not guided. |
|
46. |
Ya onları uyardığımız şeylerin bir
kısmını sana gösteririz. Ya da (bundan önce) seni vefat ettiririz (farketmez).
Nasıl olsa dönüşleri bizedir. Sonra Allâh onların yaptıklarına da
şâhiddir. |
Whether We let thee (O
Muhammad) behold something of that which We promise them or (whether We) cause
thee to die, still unto Us is their return, and Allah, moreover, is Witness over
what they do. |
|
47. |
Her ümmetin bir elçisi vardır.
Elçileri gel(ip de bunlar onu yalanlay)ınca aralarında adâletle hükmolunur,
onlara hiç haksızlık edilmez. |
And for every nation there is a
messenger. And when their messenger cometh (on the Day of Judgement) it will be
judged between them fairly, and they will not be wronged. |
|
48. |
Doğru iseniz bu bizi
tehdid(ettiğiniz) azâb ne zaman? diyorlar. |
And they say: When will this
promise be fulfilled, if ye are truthful? |
|
49. |
De ki: "Ben kendime dahi, Allâh'ın
dilediğinden başka, ne zarar, ne de yarar verme gücüne sâhip değilim. Her
ümmetin bir süresi vardır. Süreleri gelince ne bir an geri kalırlar, ne de ileri
giderler." |
Say: I have no power to hurt or
benefit myself, save that which Allah willeth. For every nation there is an
appointed time. When their time cometh, then they cannot put it off an hour, nor
hasten (it). |
|
50. |
De ki: "Bakın, eğer O'nun azâbı
size geceleyin, ya da gündüzün gelirse... Suçlular bun(lar)dan hangisini acele
istiyor?" |
Say: Have ye thought: When His
doom cometh unto you as a raid by night, or in the (busy) day, what is there of
it that the guilty ones desire to hasten? |
51. |
(Azâb) başınıza geldikten sonra mı
ona inanacaksınız? Şimdi mi (inandınız)? Hani ya siz onu çabuk isteyip
duruyordunuz (nasılmış)? |
Is it (only) then, when it hath
befallen you, that ye will believe? What! (Believe) now, when (until now) ye
have been hastening it on (through disbelief)? |
|
52. |
Sonra zulmedenlere: "Sürekli azâbı
tadın!" denilecek, "Yalnız kazandığınız şeylerle cezâlandırılmıyor
musunuz?" |
Then will it be said unto those
who dealt unjustly: Taste the torment of eternity. Are ye requited aught save
what ye used to earn? |
|
53. |
Sahiden o gerçek midir? diye senden
soruyorlar. De ki: "Evet, Rabbim hakkı için o gerçektir. Siz (onu)
önleyemezsiniz!" |
And they ask thee to inform
them (saying): Is it true? Say: Yea, by my Lord, verily it is true, and ye
cannot escape. |
|
54. |
(O zaman), kendisine zulmeden her
kişi, yeryüzünde ne varsa hepsi kendisinin olsaydı (azâbdan kurtulmak için) onu
fidye verirdi. Azâbı gördükleri zaman, içlerinde pişmanlık duyarlar, aralarında
adâletle hükmedilir, asla haksızlığa uğratılmazlar. |
And if each soul that doth
wrong had all that is in the earth, it would seek to ransom itself therewith;
and they will feel remorse within them, when they see the doom. But it hath been
judged between them fairly and they are not wronged. |
|
55. |
İyi bil ki, göklerde ve yerde ne
varsa hepsi Allâh'ındır. İyi bil ki Allâh'ın va'di gerçektir, fakat çokları
bilmiyorlar. |
Lo! verily all that is in the
heavens and the earth is Allah's. Lo! verily Allah's promise is true. But most
of them know not. |
|
56. |
O, yaşatır, öldürür ve siz O'na
döndürülüp götürüleceksiniz. |
He quickeneth and giveth death,
and unto Him ye will be returned. |
|
57. |
Ey insanlar, size Rabbinizden bir
öğüt, göğüslerde olan(sıkıntılar)a şifa ve inananlara bir yol gösterici ve
rahmet gelmiştir. |
O mankind! There hath come unto
you an exhortation from your Lord, a balm for that which is in the breasts, a
guidance and a mercy for believers. |
|
58. |
De ki: "Allâh'ın lutfiyle,
rahmetiyle (evet) ancak onunla ferahlansınlar. O onların toplayıp yığdıklarından
hayırlıdır." |
Say: In the bounty of Allah and
in His mercy: therein let them rejoice. It is better than what they
hoard. |
|
59. |
De ki: "Gördünüz mü, Allâh'ın size
rızık olarak indirdiği şeylerin bir kısmını harâm ve bir kısmını helâl
yaptınız." De ki: "Allâh mı size böyle izin verdi, yoksa siz Allah'a iftirâ mı
ediyorsunuz?" |
Say: Have ye considered what
provision Allah hath sent down for you, how ye have made of it lawful and
unlawful? Say: Hath Allah permitted you, or do ye invent a lie concerning
Allah? |
|
60. |
Allah'a yalan uyduranların kıyâmet
günü hakkındaki zanları nedir? Muhakkak ki Allâh, insanlara karşı lutuf
sâhibidir, ama çokları şükretmiyorlar. |
And what think those who invent
a lie concerning Allah (will be their plight) upon the Day of Resurrection? Lo!
Allah truly is Bountiful toward mankind, but most of them give not
thanks. |
|
61. |
Ne işte bulunsan, Kur'ân'dan ne
okusan ve siz ne iş yapsanız mutlaka biz, içine daldığınız an üzerinizde şâhidiz
(her yaptığınızı görürüz). Ne yerde, ne de gökte zerre ağırlığınca bir şey,
Rabbin(in bilgisin)den kaçmaz. Ne bundan küçük, ne de büyük hiçbir şey yoktur
ki, hepsi apaçık bir Kitapta olmasın. |
And thou (Muhammad) art not
occupied with any business and thou recitest not a lecture from this
(Scripture), and ye (mankind) perform no act, but We are Witness of you when ye
are engaged therein. And not an atom's weight in the earth or in the sky
escapeth your Lord, nor what is less than that or greater than that, but it is
(written) in a clear Book. |
|
62. |
İyi bil ki, Allâh'ın velilerine
(sevdiklerine) korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir. |
Lo! verily the friends of Allah
are (those) on whom fear (cometh) not, nor do they grieve. |
|
63. |
Onlar ki, inandılar ve
korunurlardı. |
Those who believe and keep
their duty (to Allah), |
|
64. |
Dünyâ hayâtında da, âhirette de
müjde onlara! Allâh'ın kelimeleri değişmez (O'nun verdiği söz, mutlaka yerine
getirilir). İşte bu, büyük kurtuluştur. |
Theirs are good tidings in the
life of the world and in the Hereafter - There is no changing the Words of Allah
- that is the Supreme Triumph. |
|
65. |
Onların sözü seni üzmesin, üstünlük
tamamen Allâh'ındır. İşiten ve bilen O'dur. |
And let not their speech grieve
thee (O Muhammad). Lo! power belongeth wholly to Allah. He is the Hearer, the
Knower. |
|
66. |
İyi bilki, göklerde ve yerde kim
varsa hepsi Allâh'ındır. Allah'tan başkasına yalvaranlar (gerçekte koştukları)
ortaklara uymuyorlar, onlar sadece zanna uyuyorlar, (hayallerine kapılıyorlar)
ve onlar sadece saçmalıyorlar. |
Lo! is it not unto Allah that
belongeth whosoever is in the heavens and whosoever is in the earth? Those who
follow aught instead of Allah follow not (His) partners. They follow only a
conjecture, and they do but guess. |
|
67. |
Geceyi sizin istirahat etmenize
elverişli, gündüzü de (geçiminizi sağlamanız için) aydınlık yapan O'dur.
Şüphesiz, bunda işiten bir toplum için ibretler vardır. |
He it is Who hath appointed for
you the night that ye should rest therein and the day giving sight. Lo! herein
verily are portents for a folk that heed. |
|
68. |
Allâh, çocuk edindi, dediler. Hâşâ,
Allâh bundan uzaktır, O zengindir (hiçbir şeye muhtaç değildir). Göklerde ve
yerde ne varsa hepsi O'nundur. Bu hususta hiçbir deliliniz yok. Allâh hakkında
bilmediğiniz şeyi mi söylüyorsunuz? |
They say: Allah hath taken
(unto Him) a son - Glorified be He! He hath no needs! His is all that is in the
heavens and all that is in the earth. Ye have no warrant for this. Tell ye
concerning Allah that which ye know not? |
|
69. |
De ki: "Allâh hakkında yalan
uyduranlar, iflâh olmazlar!" |
Say: Verily those who invent a
lie concerning Allah will not succeed. |
|
70. |
Dünyâda biraz geçinir, sonra bize
dönerler. Sonra da biz, inkârlarından dolayı onlara şiddetli azâbı
taddırırız. |
This world's portion (will be
theirs), then unto Us is their return. Then We make them taste a dreadful doom
because they used to disbelieve. |
|
71. |
Onlara Nûh'un haberini oku.
Kavmine: "Ey kavmim demişti, eğer benim kalkıp size Allâh'ın âyetlerini
hatırlatmam, size ağır geldiyse, o halde ben Allah'a dayandım, siz de
ortaklarınızla beraber toplanıp yapacağınız işi kararlaştırın da işiniz başınıza
dert olmasın. Sonra hükmünüzü bana uygulayın, bana hiç fırsat da
vermeyin!" |
Recite unto them the story of
Noah, when he told his people: O my people! If my sojourn (here) and my
reminding you by Allah's revelations are an offence unto you, in Allah have I
put my trust, so decide upon your course of action, you and your partners. Let
not your course of action be in doubt for you. Then have at me, give me no
respite. |
|
72. |
Eğer yüz çevirdiyseniz (neden?),
ben sizden bir ücret istemedim ki! Benim ücretim, ancak Allâh'ın üzerinedir.
Bana müslümanlardan olmam emredilmiştir. |
But if ye are averse I have
asked of you no wage. My wage is the concern of Allah only, and I am commanded
to be of those who surrender (unto Him). |
|
73. |
Yine de onu yalanladılar. Biz de
onu ve gemide onunla beraber bulunanları kurtardık, onları egemen yaptık ve
âyetlerimizi yalanlayanları da boğduk. Bak işte uyarıl(ıp da yola gelmey)enlerin
sonu nice oldu! |
But they denied him, so We
saved him and those with him in the ship, and made them viceroys (in the earth),
while We drowned those who denied Our revelations. See then the nature of the
consequence for those who had been warned. |
|
74. |
Sonra onun ardından bir çok
elçileri kavimlerine gönderdik; onlara; belgeler getirdiler. (Fakat onlar) önce
yalanlamış oldukları şeye bir türlü inanmıyorlardı. İşte haddi aşanların
kalblerini böyle mühürleriz. |
Then, after him, We sent
messengers unto their folk, and they brought them clear proofs. But they were
not ready to believe in that which they before denied. Thus print We on the
hearts of the transgressors. |
|
75. |
Sonra onların ardından Mûsâ ve
Hârûn'u âyetlerimizle birlikte Fir'avn'a ve adamlarına gönderdik; böbürlendiler
ve suç işleyen bir topluluk oldular. |
Then, after them, We sent Moses
and Aaron unto Pharaoh and his chiefs with Our revelations, but they were
arrogant and were a guilty folk. |
|
76. |
Onlara katımızdan gerçek gelince:
"Bu, apaçık bir büyüdür." dediler. |
And when the Truth from Our
presence came unto them, they said: This is mere magic. |
|
77. |
Mûsâ: "Size gelen gerçek için böyle
mi diyorsunuz? Büyü müdür bu? Halbuki büyücüler, iflah olmazlar!"
dedi. |
Moses said: Speak ye (so) of
the Truth when it hath come unto you? Is this magic? Now magicians thrive
not. |
|
78. |
Dediler ki: "Sen bizi, babalarımızı
üzerinde bulduğumuz şeyden çeviresin de yeryüzünde büyüklük yalnız ikinize
kalsın diye mi geldin? Biz size inanacak değiliz!" |
They said: Hast thou come unto
us to pervert us from that (faith) in which we found our fathers, and that you
two may own the place of greatness in the land? We will not believe you
two. |
|
79. |
Fir'avn: "Bana bütün bilgili
büyücüleri getirin." dedi. |
And Pharaoh said: Bring every
cunning wizard unto me. |
|
80. |
Büyücüler gelince Mûsâ onlara:
"Atacağınızı atın (hünerinizi gösterin)." dedi. |
And when the wizards came,
Moses said unto them: Cast your cast! |
|
81. |
Onlar (iplerini ve değneklerini
atınca) Mûsâ; "Sizin getirdiğiniz şey, büyüdür, dedi. Allâh, onu mutlaka boşa
çıkaracaktır. Çünkü Allâh bozguncuların işini düzeltmez!" |
And when they had cast, Moses
said: That which ye have brought is magic. Lo! Allah will make it vain. Lo!
Allah upholdeth not the work of mischief-makers. |
|
82. |
Ve suçlular istemese de Allâh,
sözleriyle gerçeği ortaya çıkaracaktır! |
And Allah will vindicate the
Truth by His words, however much the guilty be averse. |
|
83. |
Fir'avn'ın ve adamlarının,
kendilerine kötülük yapmasından korktukları için kavminin içinde Mûsâ'ya, yalnız
genç bir kuşaktan başkası inanmadı. Çünkü Fir'avn, yeryüzünde çok ululanan ve
çok aşırı gidenlerden idi. |
But none trusted Moses, save
some scions of his people, (and they were) in fear of Pharaoh and their chiefs,
that they would persecute them. Lo! Pharaoh was verily a tyrant in the land, and
Lo! he verily was of the wanton. |
|
84. |
Mûsâ dedi ki: "Ey kavmim, eğer
Allâh'a inandıysanız, gerçekten müslüman insanlar iseniz o'na
dayanın." |
And Moses said: O my people! If
ye have believed in Allah then put trust in Him, if ye have indeed surrendered
(unto Him)! |
|
85. |
Dediler ki: "Allâh'a dayandık,
Rabbimiz bizi o zulmeden kavme fitne yapma (bizi onların işkencesiyle
deneme)! |
They said: In Allah we put
trust. Our Lord! Oh, make us not a lure for the wrong-doing
folk; |
|
86. |
Acımanla bizi o inkârcı toplumdan
kurtar. |
And, of Thy mercy, save us from
the folk that disbelieve. |
|
87. |
Mûsâ'ya ve kardeşine "İkiniz
kavminiz için Mısır'da evler hazırlayın (ey İsrâil oğulları) evlerinizi karşı
karşıya kurun, namaz kılın ve (ey Mûsâ) mü'minleri müjdele" diye
vahyettik. |
And We inspired Moses and his
brother, (saying): Appoint houses for your people in Egypt and make your houses
oratories, and establish worship. And give good news to the
believers. |
|
88. |
Mûsâ: "Rabbimiz dedi, sen Fir'avn'a
ve adamlarına yakın hayâtta süs ve nice mallar verdin. Rabbimiz, senin yolundan
saptırsınlar diye mi? Rabbimiz, onların mallarını yok et, kalblerini sık ki, acı
azâbı görünceye kadar inanmasınlar!" |
And Moses said: Our Lord! Lo!
Thou hast given Pharaoh and his chiefs splendour and riches in the life of the
world, our Lord! that they may lead men astray from Thy way. Our Lord! Destroy
their riches and harden their hearts so that they believe not till they see the
painful doom. |
|
89. |
(Allâh): "ikinizin du'âsı kabul
olundu, dedi, doğru olun, bilmezlerin yoluna uymayın." |
He said: Your prayer is heard.
Do ye twain keep to the straight path, and follow not the road of those who have
no knowledge. |
|
90. |
İsrâil oğullarını denizden
geçirdik, Fir'avn ve askerleri de zulmetmek ve saldırmak için onların arkalarına
düştü. Nihâyet boğulma kendisini yakalayınca (Fir'avn): "Gerçekten İsrâil
oğullarının inandığından başka tanrı olmadığına inandım, ben de
müslümanlardanım!" dedi. |
And We brought the Children of
Israel across the sea, and Pharaoh with his hosts pursued them in rebellion and
transgression, till, when the (fate of) drowning overtook him, he exclaimed: I
believe that there is no God save Him in Whom the Children of Israel believe,
and I am of those who surrender (unto Him). |
|
91. |
Şimdi mi? Oysa daha önce isyân
etmiş, bozgunculardan olmuştun? (denildi). |
What! Now! When hitherto thou
hast rebelled and been of the wrong-doers? |
|
92. |
Bugün senin (canından ayırdığımız)
bedenini, (denizin dibinden) kurtarıp (sahilde) bir tepeye atacağız ki senden
sonra gelenlere ibret olasın. Ama insanlardan çoğu bizim âyetlerimizden
gâfildirler. |
But this day We save thee in
thy body that thou mayest be a portent for those after thee. Lo! most of mankind
are heedless of Our portents. |
|
93. |
Andolsun biz, İsrâil oğullarını iyi
bir yere yerleştirdik ve onlara güzel rızıklar verdik. Kendilerine ilim
gelinceye kadar ayrılığa düşmediler (de bilgi geldikten sonra ayrılığa
düştüler). Şüphesiz Rabbin, kıyâmet günü, anlaşmazlığa düştükleri şey hakkında
aralarında hüküm verecektir. |
And We verily did allot unto
the Children of Israel a fixed abode, and did provide them with good things; and
they differed not until knowledge came unto them. Lo! thy Lord will judge
between them on the Day of Resurrection concerning that wherein they used to
differ. |
|
94. |
Eğer sen, sana indirdiğimizden
kuşkuda isen, senden önce Kitabı okuyanlara sor. Andolsun, sana Rabbinden hak
geldi, sakın kuşkulananlardan olma! |
And if thou (Muhammad) art in
doubt concerning that which We reveal unto thee, then question those who read
the Scripture (that was) before thee. Verily the Truth from thy Lord hath come
unto thee. So be not thou of the waverers. |
|
95. |
Ve sakın Allâh'ın âyetlerini
yalanlayanlardan olma, yoksa ziyana uğrayanlardan olursun. |
And be not thou of those who
deny the revelations of Allah, for then wert thou of the
losers. |
|
96. |
Üzerlerine Rabbinin (azâb) kelimesi
hak olanlar inanmazlar. |
Lo! those for whom the word of
thy Lord (concerning sinners) hath effect will not believe, |
|
97. |
Onlara bütün âyetler gelmiş olsa
bile, acı azâbı görünceye kadar (inanmazlar). |
Though every token come unto
them, till they see the painful doom. |
|
98. |
Keşke bir kasaba olsaydı da
inansaydı ve inanması kendisine fayda verseydi! Yalnız Yûnus'un kavmi, inanınca,
dünyâ hayâtnda onlardan rezillik azâbını kaldırmış ve onları bir süre daha
yaşatmıştık. |
If only there had been a
community (of all those that were destroyed of old) that believed and profited
by its belief as did the folk of Jonah! When they believed We drew off from them
the torment of disgrace in the life of the world and gave them comfort for a
while. |
|
99. |
Rabbin isteseydi, yeryüzündekilerin
hepsi mutlaka inanırdı. O halde sen mi insanları inanmaları için
zorlayacaksın? |
And if thy Lord willed, all who
are in the earth would have believed together. Wouldst thou (Muhammad) compel
men until they are believers? |
|
100. |
Allâh'ın izni olmadan hiç kimse
inanmaz ve (Allâh) pisliği (huzursuzluğu, azâbı), akıllarını kullanmayanların
üzerine kor. |
It is not for any soul to
believe save by the permission of Allah. He hath set uncleanness upon those who
have no sense. |
101. |
Göklerde ve yerde olanlara bakın!
de; ama o âyetler ve uyarılar, inanmayacak bir kavme yarar sağlamaz. |
Say: Behold what is in the
heavens and the earth! But revelations and warnings avail not folk who will not
believe. |
|
102. |
Onlar sadece kendilerinden önce
gelip geçenlerin başlarına gelen günler gibisini bekliyorlar öyle mi? De ki: "O
halde bekleyin, ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim!" |
What expect they save the like
of the days of those who passed away before them? Say: Expect then! I am with
you among the expectant. |
|
103. |
Sonunda elçilerimizi ve inananları
kurtarırız. İşte böyle, üzerimize bir borç olarak mü'minleri
kurtarırız. |
Then shall We save Our
messengers and the believers, in like manner (as of old). It is incumbent upon
Us to save believers. |
|
104. |
De ki: "Ey insanlar, benim dinimden
kuşkuda iseniz, ben sizin, Allah'tan başka taptıklarınıza tapmam; fakat sizi
öldürecek olan Allah'a taparım. Bana mü'minlerden olmam
emredilmiştir." |
Say (O Muhammad): O mankind! If
ye are in doubt of my religion, then (know that) I worship not those whom ye
worship instead of Allah, but I worship Allah Who causeth you to die, and I have
been commanded to be of the believers. |
|
105. |
Ve: "Yüzünü hanif (Allâh'ı
birleyici) olarak dine çevir; sakın (Allah'a) ortak koşanlardan olma!" |
And, (O Muhammad) set thy
purpose resolutely for religion, as a man by nature upright, and be not of those
who ascribe partners (to Allah). |
|
106. |
Allah'tan başka; sana ne fayda, ne
de zarar veremeyecek olan şeylere yalvarma! Eğer böyle yaparsan, o takdirde sen
muhakkak zâlimlerden olursun. (diye emredilmiştir). |
And cry not, beside Allah, unto
that which cannot profit thee nor hurt thee, for if thou didst so then wert thou
of the wrong-doers. |
|
107. |
Eğer Allâh sana bir zarar
dokundursa onu, yine O'ndan başka kaldıracak yoktur ve eğer sana bir hayır
dilese, O'nun keremini de geri çevirecek yoktur. Hayrını, kullarından dilediğine
verir. O, bağışlayandır, esirgeyendir. |
If Allah afflicteth thee with
some hurt, there is none who can remove it save Him; and if He desireth good for
thee, there is none who can repel His bounty. He striketh with it whom He will
of His bondmen. He is the Forgiving, the Merciful, |
|
108. |
De ki: "Ey insanlar, işte size
Rabbinizden gerçek geldi. Artık yola gelen, kendisi için gelir; sapan da kendi
zararına sapar. Ben sizin üzerinize vekil değilim!" |
Say: O mankind! Now hath the
Truth from your Lord come unto you. So whosoever is guided, is guided only for
(the good of) his soul, and whosoever erreth, erreth only against it. And I am
not a warder over you. |
|
109. |
Sana vahyolunana uy ve Allâh
hükmünü verinceye kadar sabret. O, hüküm verenlerin en iyisidir. |
And (O Muhammad) follow that
which is inspired in thee, and forbear until Allah give judgement. And He is the
Best of Judges. |
|
Toplam 109 Ayet.
|
|
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder