|
1. |
Tâ sin mim. |
Ta. Sin. Mim. |
|
2. |
Şunlar o apaçık Kitabın
âyetleridir. |
These are revelations of the
Scripture that maketh plain. |
|
3. |
Herhalde sen, inanmıyorlar diye
neredeyse kendini helâk edeceksin! |
It may be that thou tormentest
thyself (O Muhammad) because they believe not. |
|
4. |
Dilesek onların üzerine gökten bir
mu'cize indiririz de boyunları ona eğilir (inanırlar). |
If We will, We can send down on
them from the sky a portent so that their necks would remain bowed before
it. |
|
5. |
Rahmân'dan onlara hiçbir yeni Zikir
(uyarı) gelmez ki, mutlaka ondan yüz çevirici olmasınlar. |
Never cometh there unto them a
fresh reminder from the Beneficent One, but they turn away from
it. |
|
6. |
Yalanladılar ama, alay edip
durdukları şeyin haberleri, yakında kendilerine gelecektir. |
Now they have denied (the
Truth); but there will come unto them tidings of that whereat they used to
scoff. |
|
7. |
Yere bakmadılar mı orada her çeşit
güzel çifti bitirmişiz? |
Have they not seen the earth,
how much of every fruitful kind We make to grow therein? |
|
8. |
Şüphesiz bunda bir ibret vardır,
ama yine çokları inanıcı değillerdir. |
Lo! herein is indeed a portent;
yet most of them are not believers. |
|
9. |
Şüphesiz Rabbin, işte üstün O'dur
merhamet eden O'dur. |
And lo! thy Lord! He is indeed
the Mighty, the Merciful. |
|
10. |
Rabbin Mûsâ'ya seslendi: "O zâlim
kavme git!" |
And when thy Lord called Moses,
saying: Go unto the wrong-doing folk, |
|
11. |
Fir'avn'ın kavmine. Onlar
(kötülüklerden) korunmayacaklar mı? |
The folk of Pharaoh. Will they
not ward off (evil)? |
|
12. |
(Mûsâ): "Rabbim, dedi, ben, onların
beni yalanlayacaklarından korkuyorum." |
He said: My Lord! Lo! I fear
that they will deny me, |
|
13. |
Göğsüm daralıyor, dilim açılmıyor
(tutukluk yapıyor), onun için Hârûn'a da elçilik ver." |
And I shall be embarrassed, and
my tongue will not speak plainly, therefore send for Aaron (to help
me). |
|
14. |
Hem benim üzerimde onlara karşı
işlediğim bir günâh da var (onlardan bir adam öldürmüştüm); onların beni
öldürmelerinden korkuyorum. |
And they have a crime against
me, so I fear that they will kill me. |
|
15. |
(Allâh): "Hayır, dedi, ikiniz de
âyetlerimizle gidin, biz sizinle beraberiz, (aranızda geçecekleri)
dinliyoruz." |
He said: Nay, verily. So go ye
twain with Our tokens. Lo! We shall be with you, Hearing. |
|
16. |
Fir'avn'e giderek deyin ki: Biz
âlemlerin Rabbinin elçisiyiz." |
And come together unto Pharaoh
and say: Lo! we bear a message of the Lord of the Worlds, |
|
17. |
İsrâil oğullarını bizimle beraber
gönder. |
(Saying): Let the Children of
Israel go with us. |
|
18. |
(Gittiler, Allâh'ın emrini
duyurdular. Fir'avn) Dedi ki: "Biz seni, içimizden bir çocuk olarak
yetiştirmedik mi? Ömründe nice yıllar aramızda kalmadın mı?" |
(Pharaoh) said (unto Moses):
Did we not rear thee among us as a child? And thou didst dwell many years of thy
life among us, |
|
19. |
Ve sonunda o yaptığını da yaptın,
sen nankörlerden birisin. |
And thou didst that thy deed
which thou didst, and thou wast one of the ingrates, |
|
20. |
(Mûsâ): "Onu yaptığım zaman
sapıklardan idim" dedi. |
He said: I did it then, when I
was of those who are astray. |
|
21. |
Sizden korkunca aranızdan kaçtım,
sonra Rabbim bana hükümdarlık verdi ve beni elçilerden yaptı |
Then I fled from you when I
feared you, and my Lord vouchsafed me a command and appointed me (of the number)
of those sent (by Him). |
|
22. |
O başıma kaktığın ni'met de İsrâil
oğullarını köle yapman(yüzünden)dir. (Onları köle diye kullanıp erkek
çocuklarını kesmeseydin, senin eline düşmezdim) |
And this is the past favour
wherewith thou reproachest me: that thou hast enslaved the Children of
Israel. |
|
23. |
Fir'avn dedi ki: "(Ey Mûsâ)
âlemlerin Rabbi nedir?" |
Pharaoh said: And what is the
Lord of the Worlds? |
|
24. |
(Mûsâ): "Göklerin, yerin ve ikisi
arasında bulunan her şeyin Rabbidir. Eğer gerçekten inanan kimseler iseniz (bunu
anlarsınız)," dedi. |
(Moses) said: Lord of the
heavens and the earth and all that is between them, if ye had but sure
belief. |
|
25. |
(Fir'avn): Çevresinde bulunanlara:
"İşitiyor musunuz?" dedi. |
(Pharaoh) said unto those
around him: Hear ye not? |
|
26. |
(Mûsâ): "O sizin de Rabbiniz,
önceki atalarınızın da Rabbidir" dedi. |
He said: Your Lord and the Lord
of your fathers. |
|
27. |
(Fir'avn): "Size gönderilen bu
elçiniz mutlaka delidir" dedi. |
(Pharaoh) said: Lo! your
messenger who hath been sent unto you is indeed a madman! |
|
28. |
(Mûsâ): "Eğer düşünürseniz O,
doğunun batının ve bunlar arasında bulunanların da Rabbidir" dedi. |
He said: Lord of the East and
the West and all that is between them, if ye did but
understand. |
|
29. |
(Fir'avn ey Mûsâ): "Andolsun ki
benden başka tanrı edinirsen, seni mutlaka zindana atılanlardan yapacağım"
dedi. |
(Pharaoh) said: If thou
choosest a god other than me, I assuredly shall place thee among the
prisoners. |
|
30. |
(Mûsâ, peki): "Sana (doğruluğumu)
kanıtlayan apaçık bir şey getirmiş olsam da mı?" dedi. |
He said: Even though I show
thee something plain? |
|
31. |
(Fir'avn): "Eğer doğrulardansan onu
getir (bakalım)," dedi. |
(Pharaoh) said: Produce it
then, if thou art of the truthful! |
|
32. |
(Mûsâ), asâsını attı, bir de
(baktılar ki) o apaçık bir ejderha! |
Then he flung down his staff
and it became a serpent manifest, |
|
33. |
Elini (koltuğunun altından)
çıkardı; o da, bakanlara parıl parıl parlayan bir şey oluverdi. |
And he drew forth his hand and
lo! it was white to the beholders. |
|
34. |
(Fir'avn), çevresindeki ileri
gelenlere: "Bu dedi, bilgin bir büyücüdür." |
(Pharaoh) said unto the chiefs
about him: Lo, this is verily a knowing wizard, |
|
35. |
Büyüsüyle sizi toprağınızdan
çıkarmak istiyor. Ne buyurursunuz? |
Who would drive you out of your
land by his magic. Now what counsel ye? |
|
36. |
Dediler ki: "Onu ve kardeşini eğle,
kentlere toplayıcılar gönder." |
They said: Put him off, (him)
and his brother, and send them into the cities summonerss |
|
37. |
Bütün bilgin büyücüleri sana
getirsinler. |
Who shall bring unto thee every
knowing wizard. |
|
38. |
Derken büyücüler belli bir günün
belirlenen vaktinde bir araya getirildi. |
So the wizards were gathered
together at a set time on a day appointed. |
|
39. |
Halka da: "Siz de toplanır
mısınız?" denildi. |
And it was said unto the
people: Are ye (also) gathering? |
|
40. |
Umarız ki büyücüler üstün gelirse
biz de onlara uyarız. |
(They said): Aye, so that we
may follow the wizards if they are the winners. |
|
41. |
Büyücüler gelince Fir'avn'e: "Eğer
üstün gelenler biz olursak, bize mutlaka bir ücret var değil mi?"
dediler. |
And when the wizards came they
said unto Pharaoh: Will there surely be a reward for us if we are the
winners? |
|
42. |
Evet dedi, hem o takdirde siz
(bana) yakınlardan olacaksınız. |
He said: Aye, and ye will then
surely be of those brought near (to me). |
|
43. |
Mûsâ onlara: "Atacağınızı atın!"
dedi. |
Moses said unto them: Throw
what ye are going to throw! |
|
44. |
İplerini ve değneklerini attılar ve
"Fir'avn'ın şerefine biz, elbette biz gâlib geleceğiz" dediler. |
Then they threw down their
cords and their staves and said: By Pharaoh's might, lo! we verily are the
winners. |
|
45. |
Mûsâ da asâsını attı. Birden o,
onların uydurduklarını yutmağa başladı. |
Then Moses threw his staff and
lo! it swallowed that which they did falsely show. |
|
46. |
Derhal büyücüler secdeye
kapandılar: |
And the wizards were flung
prostrate, |
|
47. |
Dediler: "Âlemlerin Rabbine
inandık." |
Crying: We believe in the Lord
of the Worlds, |
|
48. |
Mûsâ'nın ve Hârûn'un
Rabbine. |
The Lord of Moses and
Aaron. |
|
49. |
(Fir'avn) dedi: "Ben size izin
vermeden mi ona inandınız? O, size büyü öğreten büyüğünüzdür. Öyleyse (size ne
yapacağımı) yakında bileceksiniz: Ellerinizi ve ayaklarınızı çapraz olarak
keseceğim ve hepinizi asacağım!" |
(Pharaoh) said: Ye put your
faith in him before I give you leave? Lo! he doubtless is your chief who taught
you magic! But verily ye shall come to know. Verily I will cut off your hands
and your feet alternately, and verily I will crucify you every
one. |
|
50. |
Zararı yok, dediler, (nasıl olsa)
biz Rabbimize döneceğiz. |
They said: It is no hurt, for
lo! unto our Lord we shall return. |
51. |
Biz ilk inananlar olduğumuz için
Rabbimizin, hatâlarımızı bağışlayacağını umarız. |
Lo! we ardently hope that our
Lord will forgive us our sins because we are the first of the
believers. |
|
52. |
Mûsâ'ya: "Kullarımı geceleyin
(Mısır'dan çıkar), yürüt; siz takibedileceksiniz." diye vahyettik. |
And We inspired Moses, saying:
Take away My slaves by night, for ye will be pursued. |
|
53. |
Fir'avn, (İsrâil oğullarının
gittiğini duyunca) kentlere (asker) toplayıcılar gönderdi. |
Then Pharaoh sent into the
cities summoners, |
|
54. |
Şunlar, (şu İsrâil oğulları), az
bir topluluktur dedi. |
(Who said): Lo! these indeed
are but a little troop, |
|
55. |
Bizi kızdırmaktadırlar. |
And lo! they are offenders
against us. |
|
56. |
Biz, ihtiyatlı, koca bir
cemaatiz. |
And lo! we are a ready
host. |
|
57. |
Böylece biz onları çıkardık:
bahçeler(in)den, çeşmeler(in)den. |
Thus did We take them away from
gardens and water-springs, |
|
58. |
Hazineler(in)den ve o güzel
yer(lerin)den. |
And treasures and a fair
estate. |
|
59. |
Böylece bunları İsrâil oğullarına
mirâs yaptık. |
Thus (were those things taken
from them) and We caused the Children of Israel to inherit
them. |
|
60. |
(Fir'avn ve adamları), güneş
doğarken onların ardına düştüler. |
And they overtook them at
sunrise. |
|
61. |
İki topluluk (yaklaşıp) birbirini
görünce Mûsâ'nın adamları: "İşte yakalandık!" dediler. |
And when the two hosts saw each
other, those with Moses said: Lo! we are indeed caught. |
|
62. |
(Mûsâ): "Hayır, dedi, Rabbim
benimle beraberdir. Bana yol gösterecektir." |
He said: Nay, verily! for lo!
my Lord is with me. He will guide me. |
|
63. |
Mûsâ'ya: "Değneğinle denize vur!"
diye vahyettik. (Vurunca deniz) yarıldı, (on iki yol açıldı). Her bölüm, kocaman
bir dağ gibi oldu. |
Then We inspired Moses, saying:
Smite the sea with thy staff. And it parted, and each part was as a mountain
vast. |
|
64. |
Ötekileri de buraya yaklaştırdık
(Mûsâ ve adamlarının ardından, düşmanları da bu denizde açılan yollara
girdiler). |
Then brought We near the others
to that place. |
|
65. |
Mûsâ'yı ve beraberinde olanları
tamamen kurtardık. |
And We saved Moses and those
with him, every one; |
|
66. |
Sonra ötekilerini boğduk (Mûsâ ve
adamları karaya çıkınca deniz kapandı, Fir'avn ve adamları boğuldu). |
We drowned the
others. |
|
67. |
Muhakkak ki bunda bir ibret vardır,
ama çokları inanmazlar. |
Lo! herein is indeed a portent,
yet most of them are not believers. |
|
68. |
Şüphesiz Rabbin, işte üstün O'dur,
merhamet eden O'dur. |
And lo, thy Lord! He is indeed
the Mighty, the Merciful. |
|
69. |
Onlara İbrâhim'in haberini de
oku: |
Recite unto them the story of
Abraham: |
|
70. |
Babasına ve kavmine: "Neye
tapıyorsunuz?" demişti. |
When he said unto his father
and his folk: What worship ye? |
|
71. |
Putlara tapıyoruz, onların önünde
ibâdete duruyoruz. dediler. |
They said: We worship idols,
and are ever devoted unto them. |
|
72. |
Peki, dedi, siz du'â ettiğiniz
zaman onlar sizi işitiyorlar mı? |
He said: Do they hear you when
ye cry? |
|
73. |
Yahut size fayda veya zarar
verebiliyorlar mı? |
Or do they benefit or harm
you? |
|
74. |
Hayır, ama babalarımızın böyle
yaptıklarını gördük, (onun için biz de böyle yapıyoruz). dediler. |
They said: Nay, but we found
our fathers acting on this wise. |
|
75. |
İşte gördünüz mü neye tapıyorsunuz?
dedi. |
He said: See now that which ye
worship, |
|
76. |
Siz ve eski atalarınız? |
Ye and your
forefathers! |
|
77. |
Onlar benim düşmanımdır. Yalnız
âlemlerin Rabbi (benim dostumdur). |
Lo! they are (all) an enemy
unto me, save the Lord of the Worlds. |
|
78. |
Beni yaratan ve bana yol gösteren
O'dur. |
Who created me, and He doth
guide me, |
|
79. |
Bana yediren ve içiren
O'dur. |
And Who feedeth me and watereth
me. |
|
80. |
Hastalandığım zaman bana şifâ veren
O'dur. |
And when I sicken, then He
healeth me, |
|
81. |
Beni öldürecek, sonra diriltecek
O'dur. |
And Who causeth me to die, the
giveth me life (again), |
|
82. |
Cezâ günü hatâmı bağışlayacağını
umduğum da O'dur. |
And Who, I ardently hope, will
forgive me my sin on the Day of Judgement. |
|
83. |
Rabbim, bana hüküm (hükümdarlık,
bilgi) ver ve beni Sâlihler arasına kat. |
My Lord! Vouchsafe me wisdom
and unite me to the righteous. |
|
84. |
Sonra gelenler arasında bana, bir
doğruluk dili nasib eyle (sonraki nesiller arasında hayır ile anılmamı
sağla)! |
And give unto me a good report
in later generations. |
|
85. |
Beni ni'met(i bol olan) cennetinin
vârislerinden kıl. |
And place me among the
inheritors of the Garden of Delight, |
|
86. |
"Babamı da bağışla. Çünkü o,
sapıklardandır. |
And forgive my father. Lo! he
is of those who err." |
|
87. |
(Kulların) diriltilecekleri gün,
beni utandırma. |
And abase me not on the day
when they are raised, |
|
88. |
O gün ki, ne mal, ne de oğullar
yarar vermez. |
The day when wealth and sons
avail not (any man) |
|
89. |
Ancak Allah'a sağlam ve temiz kalb
getiren (yarar görür). |
Save him who bringeth unto
Allah a whole heart. |
|
90. |
(O gün) cennet, korunanlara
yaklaştırılır. |
And the Garden will be brought
nigh for those who ward off (evil). |
|
91. |
Cehennem de azgınların karşısına
çıkarılır. |
And hell will appear plainly to
the erring. |
|
92. |
Onlara "Hani taptıklarınız nerede?"
denilir. |
And it will be said unto them:
Where is (all) that ye used to worshipp |
|
93. |
O Allah'tan başka (taptıklarınız)
size yardım ediyorlar mı, yahut kendilerine yardımları dokunuyor mu? |
Instead of Allah? Can they help
you or help themselves? |
|
94. |
Onlar ve azgınlar, tepe taklak
oraya atılırlar. |
Then they will be hurled
therein, they and the seducerss |
|
95. |
İblis'in bütün askerleri
de. |
And the hosts of Iblis,
together. |
|
96. |
Onlar orada (putlarıyle) çekişerek
derler ki: |
And they will say, when they
are quarrelling therein: |
|
97. |
Vallahi biz apaçık bir sapıklık
içinde imişiz! |
By Allah, of a truth we were in
error manifestt |
|
98. |
Çünkü sizi âlemlerin Rabbine eşit
tutuyorduk. |
When we made you equal with the
Lord of the Worlds. |
|
99. |
Ama bizi saptıran o
suçlulardır. |
It was but the guilty who
misled us. |
|
100. |
Şimdi artık bizim ne
şefâ'atçilerimiz var, |
Now we have no
intercessorss |
101. |
Ne de sıcak bir dostumuz. |
Nor any loving
friend. |
|
102. |
Âh keşke bir dönüşümüz daha olsa da
inananlardan olsak! |
Oh, that we had another turn
(on earth), that we might be of the believers! |
|
103. |
Muhakkak ki bunda bir ibret vardır,
ama yine çokları inanmazlar." |
Lo! herein is indeed a portent,
yet most of them are not believers! |
|
104. |
Şüphesiz Rabbin, işte üstün O'dur,
merhamet eden O'dur. |
And lo, thy Lord! He is indeed
the Mighty, the Merciful. |
|
105. |
Nûh kavmi de gönderilen elçileri
yalanladı. |
Noah's folk denied the
messengers (of Allah), |
|
106. |
Kardeşleri Nûh onlara: "Korunmaz
mısınız?" demişti. |
When their brother Noah said
unto them: Will ye not ward off (evil)? |
|
107. |
Ben size gönderilmiş güvenilir bir
elçiyim. |
Lo! I am a faithful messenger
unto you, |
|
108. |
Allah'tan korkun ve bana itâ'at
edin. |
So keep your duty to Allah, and
obey me. |
|
109. |
Ben sizden, buna karşı bir ücret
istemiyorum. Benim ücretim, yalnız âlemlerin Rabbine âittir. |
And I ask of you no wage
therefore; my wage is the concern only of the Lord of the
Worlds. |
|
110. |
Öyle ise Allah'tan korkun ve bana
itâ'at edin. |
So keep your duty to Allah, and
obey me. |
|
111. |
Dediler ki: "Sana bayağı kimseler
uymuşken biz sana inanır mıyız?" |
They said: Shall we put faith
in thee, when the lowest (of the people) follow thee? |
|
112. |
Dedi ki: "Ben onların
yaptıklarını(n iç yüzünü) bilmem (ben ancak görünüşe göre hüküm
veririm)." |
He said: And what knowledge
have I of what they may have been doing (in the past)? |
|
113. |
Anlayışınız olsa, onların hesabının
Rabbime âidolduğunu bilirsiniz. |
Lo! their reckoning is my
Lord's concern, if ye but knew; |
|
114. |
Ben inananları kovacak
değilim. |
And I am not (here) to repulse
believers. |
|
115. |
Ben sadece apaçık bir
uyarıcıyım. |
I am only a plain
warner. |
|
116. |
Dediler: "Ey Nûh, (bu dediğinden)
vazgeçmezsen mutlaka taşlananlardan olacaksın." |
They said: If thou cease not, O
Noah, thou wilt surely be among those stoned (to death). |
|
117. |
(Nûh): "Rabbim, dedi, kavmim beni
yalanladı." |
He said: My Lord! Lo! my own
folk deny me. |
|
118. |
Benimle onların arasını aç
(aramızda hükmet), beni ve benimle beraber bulunan mü'minleri kurtar! |
Therefore judge Thou between
us, a (conclusive) judgement, and save me and those believers who are with
me. |
|
119. |
Biz de onu ve onunla beraber
bulunanları, dolu gemi içinde kurtardık. |
And We saved him and those with
him in the laden ship. |
|
120. |
Sonra bunun ardından, geride
kalanları boğduk. |
Then afterward We drowned the
others. |
|
121. |
Muhakkak ki bunda bir ibret vardır,
ama yine çokları inanmazlar. |
Lo! herein is indeed a portent,
yet most of them are not believers. |
|
122. |
Şüphesiz Rabbin, işte üstün O'dur,
merhamet eden O'dur. |
And lo, thy Lord, He is indeed
the Mighty, the Merciful. |
|
123. |
'Âd (kavmi) de, gönderilen elçileri
yalanladı. |
(The tribe of) 'Aad denied the
messengers (of Allah), |
|
124. |
Kardeşleri Hûd onlara: "Korunmaz
mısınız?" demişti. |
When their brother Hud said
unto them: Will ye not ward off (evil)? |
|
125. |
Ben size gönderilmiş güvenilir bir
elçiyim. |
Lo! I am a faithful messenger
unto you, |
|
126. |
Allah'tan korkun ve bana itâ'at
edin. |
So keep your duty to Allah and
obey me. |
|
127. |
Ben sizden buna karşı bir ücret
istemiyorum. Benim ücretim yalnız âlemlerin Rabbine âittir. |
And I ask of you no wage
therefore; my wage is the concern only of the Lord of the
Worlds. |
|
128. |
Siz her yol üzerine, (gelip
geçenleri yanıltmak için) bir işâret yapıp da boş şeyle mi
uğraşıyorsunuz? |
Build ye on every high place a
monument for vain delight? |
|
129. |
Belki ebedi yaşarsınız diye köşkler
(ve müstahkem kaleler) ediniyorsunuz? |
And seek ye out strongholds,
that haply ye may last for ever? |
|
130. |
(Bir kavmi) yakaladığınız zaman da
zorbalar gibi yakalıyorsunuz. |
And if ye seize by force, seize
ye as tyrants? |
|
131. |
Allah'tan korkun ve bana itâ'at
edin. |
Rather keep your duty to Allah,
and obey me. |
|
132. |
"Size bildiğiniz ni'metleri bol bol
veren(Allâh)dan korkun. |
Keep your duty toward Him Who
hath aided you with (the good things) that ye know," |
|
133. |
O size verdi: davarlar,
oğullar, |
Hath aided you with cattle and
sons. |
|
134. |
Bahçeler, çeşmeler. |
And gardens and
water-springs. |
|
135. |
Doğrusu ben size büyük bir günün
azâbı(nın çarpması)ndan korkuyorum. |
Lo! I fear for you the
retribution of an awful Day. |
|
136. |
Dediler ki: "Öğüt versen de, öğüt
verenlerden olmasan da bizce birdir." |
They said: It is all one to us
whether thou preachest or art not of those who preach; |
|
137. |
Bu (davranışımız), sadece
evvelkilerin ahlâkı(ve geleneği)dir. |
This is but a fable of the men
of old, |
|
138. |
Biz azâba uğratılacak
değiliz. |
And we shall not be
doomed. |
|
139. |
(Böylece) onu yalanladılar. Biz de
onları helâk ettik. Muhakkak ki bunda bir ibret vardır, ama yine çokları
inanmazlar. |
And they denied him; therefore
We destroyed them. Lo! herein is indeed a portent, yet most of them are not
believers. |
|
140. |
Şüphesiz Rabbin, işte üstün O'dur,
merhamet eden O'dur. |
And lo! thy Lord, He is indeed
the Mighty, the Merciful. |
|
141. |
Semûd (kavmi) de gönderilen
elçileri yalanladı: |
(The tribe of) Thamud denied
the messengers (of Allah) |
|
142. |
Kardeşleri Sâlih, onlara demişti
ki: "Korunmaz mısınız?" |
When their brother Salih said
unto them: Will ye not ward off (evil)? |
|
143. |
Ben sizin için güvenilir bir
elçiyim. |
Lo! I am a faithful messenger
unto you, |
|
144. |
Allah'tan korkun ve bana itâ'at
edin. |
So keep your duty to Allah and
obey me. |
|
145. |
Ben sizden buna karşı bir ücret
istemiyorum. Benim ücretim yalnız âlemlerin Rabbine âittir. |
And I ask of you no wage
therefore; my wage is the concern only of the Lord of the
Worlds. |
|
146. |
Siz burada güven içinde
bırakılacağınızı mı sanıyorsunuz? |
Will ye be left secure in that
which is here before us, |
|
147. |
Böyle bahçelerde, çeşme
başlarında? |
In gardens and
water-springss |
|
148. |
Ekinler ve yumuşak tomurcuklu güzel
hurmalıklar arasında? |
And tilled fields and
heavy-sheathed palm-trees, |
|
149. |
Dağlardan ustalıkla evler
yontuyorsunuz. |
Though ye hew out dwellings in
the mountain, being skilful? |
|
150. |
Allah'tan korkun ve bana itâ'at
edin. |
Therefore keep your duty to
Allah and obey me, |
151. |
O aşırıların emrine
uymayın. |
And obey not the command of the
prodigal, |
|
152. |
Yeryüzünde bozgunculuk yapan, ıslah
etmeyen o kimseler(in sözüyle hareket etmeyin). |
Who spread corruption in the
earth, and reform not. |
|
153. |
Dediler: Sen, iyice
büyülenmişlerdensin." |
They said: Thou art but one of
the bewitched; |
|
154. |
Sen de bizim gibi bir insansın.
Eğer doğrulardansan bize bir mu'cize getir. |
Thou art but a mortal like us.
So bring some token if thou art of the truthful. |
|
155. |
Dedi: "İşte bu dişi
deve(mu'cize)dir. (Bir gün) onun su içme hakkı var, belli bir günün su içme
hakkı da sizin." |
He said: (Behold) this
she-camel. She hath the right to drink (at the well), and ye have the right to
drink, (each) on an appointed day. |
|
156. |
Sakın, ona bir kötülük
dokundurmayın, sonra büyük bir günün azâbı sizi yakalar. |
And touch her not with ill lest
there come on you the retribution of an awful Day. |
|
157. |
Nihâyet onu kestiler, ama pişman
oldular. |
But they hamstrung her, and
then were penitent. |
|
158. |
Ve azâb onları yakaladı. Muhakkak
ki bunda bir ibret vardır, ama yine çokları inanmazlar. |
So the retribution came on
them. Lo! herein is indeed a portent, yet most of them are not
believers. |
|
159. |
Şüphesiz Rabbin, işte üstün O'dur,
merhamet eden O'dur. |
And lo! thy Lord! He is indeed
the Mighty, the Merciful. |
|
160. |
Lût (kavmi) de gönderilen elçileri
yalanladı. |
The folk of Lot denied the
messengers (of Allah), |
|
161. |
Kardeşleri Lût, onlara "Korunmaz
mısınız?" demişti. |
When their brother Lot said
unto them: Will ye not ward off (evil)? |
|
162. |
Ben sizin için güvenilir bir
elçiyim. |
Lo! I am a faithful messenger
unto you, |
|
163. |
Allah'tan korkun ve bana itâ'at
edin. |
So keep your duty to Allah and
obey me. |
|
164. |
"Ben sizden buna karşı bir ücret
istemiyorum. Benim ücretim yalnız âlemlerin Rabbine âittir. |
And I ask of you no wage
therefore; my wage is the concern only of the Lord of the
Worlds." |
|
165. |
Âlemlerin içinde erkeklere mi
gidiyorsunuz? |
What! Of all creatures do ye
come unto the males, |
|
166. |
Ve Rabbinizin sizin için yarattığı
eşlerinizi bırakıyorsunuz? Siz sınırı aşan bir kavimsiniz. |
And leave the wives your Lord
created for you? Nay, but ye are froward folk. |
|
167. |
Dediler: "Ey Lût, andolsun, eğer
(bundan) vazgeçmezsen, mutlaka sürülenlerden olacaksın. |
They said: If thou cease not, O
Lot, thou wilt soon be of the outcast. |
|
168. |
(Lût) dedi: "Ben sizin bu işinize,
(kadınları bırakıp erkeklere gidişinize) kızanlardanım." |
He said: I am in truth of those
who hate your conduct. |
|
169. |
Rabbim, beni ve âilemi bunların
yaptıklarından kurtar! |
My Lord! Save me and my
household from what they do. |
|
170. |
Biz de onu ve âilesini tamamen
kurtardık. |
So We saved him and his
household, every one, |
|
171. |
Yalnız geride kalanlar arasında
bulunan bir koca karıyı (kurtarmadık). |
Save an old woman among those
who stayed behind. |
|
172. |
Sonra ötekilerini hep yıktık, helâk
ettik. |
Then afterward We destroyed the
others. |
|
173. |
Ve üzerlerine bir yağmur yağdırdık,
uyarıl(ıp da yola gelmey)enlerin yağmuru hakikaten çok kötü oldu! |
And We rained on them a rain.
And dreadful is the rain of those who have been warned. |
|
174. |
Muhakkak ki bunda bir ibret vardır,
ama yine çokları inanmazlar. |
Lo! herein is indeed a portent,
yet most of them are not believers. |
|
175. |
Şüphesiz Rabbin, işte üstün O'dur,
merhamet eden O'dur. |
And lo! thy Lord, He is indeed
the Mighty, the Merciful. |
|
176. |
Eyke halkı da gönderilen elçileri
yalanladı. |
The dwellers in the wood (of
Midian) denied the messengers (of Allah), |
|
177. |
Şu'ayb, onlara demişti ki:
"Korunmaz mısınız?" |
When Shu'eyb said unto them:
Will ye not ward off (evil)? |
|
178. |
Ben sizin için güvenilir bir
elçiyim. |
Lo! I am a faithful messenger
unto you, |
|
179. |
Allah'tan korkun ve bana itâ'at
edin. |
So keep your duty to Allah and
obey me. |
|
180. |
Ben sizden, buna karşı bir ücret
istemiyorum. Benim ücretim yalnız âlemlerin Rabbine âittir. |
And I ask of you no wage for
it; my wage is the concern only of the Lord of the Worlds. |
|
181. |
Ölçüyü tam yapın, eksiltenlerden
olmayın. |
Give full measure, and be not
of those who give less (than the due). |
|
182. |
Doğru terâzi ile tartın. |
And weigh with the true
balance. |
|
183. |
İnsanların haklarını kısmayın.
Yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın. |
Wrong not mankind in their
goods, and do not evil, making mischief, in the earth. |
|
184. |
"Sizi ve önceki nesilleri
yaratandan korkun. |
And keep your duty unto Him Who
created you and the generations of the men of old." |
|
185. |
Dediler: "Sen iyice
büyülenmişlerdensin." |
They said: Thou art but one of
the bewitched; |
|
186. |
Sen de bizim gibi bir insansın, biz
seni mutlaka yalancılardan sanıyoruz. |
Thou art but a mortal like us,
and lo! we deem thee of the liars. |
|
187. |
Eğer doğrulardansan o halde
üzerimize gökten parçalar düşür. |
Then make fragments of the
heaven fall upon us, if thou art of the truthful. |
|
188. |
Rabbim yaptığınızı daha iyi bilir
dedi. |
He said: My Lord is Best Aware
of what ye do. |
|
189. |
Onu yalanladılar, nihâyet o gölge
gününün azâbı, kendilerini yakaladı. Gerçekten o, büyük bir günün azâbı
idi. |
But they denied him, so there
came on them the retribution of the day of gloom. Lo! it was the retribution of
an awful Day. |
|
190. |
Muhakkak ki bunda bir ibret vardır
ama yine çokları inanmazlar. |
Lo! herein is indeed a portent;
yet most of them are not believers. |
|
191. |
Şüphesiz Rabbin, işte üstün O'dur,
merhamet eden O'dur. |
And lo! thy Lord! He is indeed
the Mighty, the Merciful. |
|
192. |
Muhakkak ki o (Kur'ân), âlemlerin
Rabbinin indirmesidir. |
And lo! it is a revelation of
the Lord of the Worlds, |
|
193. |
Onu, er-Rûhu'l-Emin (güvenilir ruh,
Cebrâil) indirdi: |
Which the True Spirit hath
brought downn |
|
194. |
Senin kalbine; uyarıcılardan olman
için, |
Upon thy heart, that thou
mayest be (one) of the warners, |
|
195. |
Apaçık Arapça bir dille. |
In plain Arabic
speech. |
|
196. |
O(nun içeriği), evvelkilerin
Kitaplarında da vardır. |
And lo, it is in the Scriptures
of the men of old. |
|
197. |
İsrâil oğulları bilginlerinin onu
bilmesi de onlar için (Kur'ân'ın Güvenilir Rûh tarafından vahyedildiğine)
yeterli bir delil değil mi? |
Is it not a token for them that
the doctors of the Children of Israel know it? |
|
198. |
Biz onu yabancılardan birine
indirseydik de, |
And if We had revealed it unto
one of any other nation than the Arabs, |
|
199. |
Onu onlara okusaydı, ona
inanmazlardı: |
And he had read it unto them,
they would not have believed in it. |
|
200. |
Biz onu, suçluların kalblerine öyle
soktuk. |
Thus do We make it traverse the
hearts of the guilty. |
201. |
Acı azâbı görünceye kadar da ona
inanmazlar. |
They will not believe in it
till they behold the painful doom, |
|
202. |
Azâb onlara öyle ansızın gelir ki,
onlar hiç farkında olmazlar. |
So that it will come upon them
suddenly, when they perceive not. |
|
203. |
(Birden onu karşılarında bulunca)
Acaba bize süre verilir mi?" derler. |
Then they will say: Are we to
be reprieved? |
|
204. |
Hâlâ bizim azâbımızı mı acele
istiyorlar (doğru söyleyenlerden isen bizi tehdidettiğin azâbı getir mi
diyorlar)? |
Would they (now) hasten on Our
doom? |
|
205. |
Baksana, biz onları yıllarca
yaşatsak, |
Hast thou then seen, if We
content them for (long) years, |
|
206. |
Sonra tehdidedildikleri (azâb)
kendilerine gelse, |
And then cometh that which they
were promised, |
|
207. |
O yaşatıldıkları (zevk-u sefâ
sürdükleri) şeyler, kendilerine ne yarar sağlardı? |
(How) that wherewith they were
contented naught availeth them? |
|
208. |
Biz, hiçbir kenti helâk etmedik ki
onun uyarıcıları olmasın (helâk etmeden önce mutlaka uyarıcı
gönderdik). |
And We destroyed no township
but it had its warnerss |
|
209. |
(Uyarıcılar) uyarırlardı. Biz
zulmediciler değildik. |
For reminder, for We never were
oppressors. |
|
210. |
O(Kur'â)n'ı şeytânlar (cinler)
indirmedi. |
The devils did not bring it
down. |
|
211. |
Bu, onlara yaraşmaz ve zaten
yapamazlar da. |
It is not meet for them, nor is
it in their power, |
|
212. |
Çünkü onlar, (meleklerin sözlerini)
işitmekten uzaklaştırılmışlardır. |
Lo! verily they are banished
from the hearing. |
|
213. |
Allâh ile beraber başka bir tanrı
çağırma, sonra azâbedilenlerden olursun. |
Therefore invoke not with Allah
another god, lest thou be one of the doomed. |
|
214. |
En yakın akrabânı uyar. |
And warn thy tribe of near
kindred, |
|
215. |
Ve sana uyan mü'minlere kanadını
indir (onlara karşı mütevâzi ve şefkatli davran). |
And lower thy wing (in
kindness) unto those believers who follow thee. |
|
216. |
Şâyet sana (uymaz) karşı
gelirlerse: "Ben sizin yaptıklarınızdan uzağım," de. |
And if they (thy kinsfolk)
disobey thee, say: Lo! I am innocent of what they do. |
|
217. |
Gâlib ve esirgeyen(Allâh)a tevekkül
et. |
And put thy trust in the
Mighty, the Merciful. |
|
218. |
O, seni görür: Namaza durduğun
zaman, |
Who seeth thee when thou
standest up (to pray) |
|
219. |
Ve secde edenler arasında eğilip
doğrulurken. |
And (seeth) thine abasement
among those who fall prostrate (in worship). |
|
220. |
Çünkü O, işitendir,
bilendir. |
Lo! He, only He, is the Hearer,
the Knower. |
|
221. |
Şeytânların kime ineceğini size
haber vereyim mi? |
Shall I inform you upon whom
the devils descend? |
|
222. |
Onlar, her günâhkâr yalancıya
inerler. |
They descend on every sinful,
false one. |
|
223. |
O yalancılar,(şeytânlara) kulak
verirler, çokları da yalan söylerler. |
They listen eagerly, but most
of them are liars. |
|
224. |
Şâ'irlere gelince onlara da
azgınlar uyar. |
As for poets, the erring follow
them. |
|
225. |
Baksana onlar, her vâdide şaşkın
şaşkın dolaşırlar? |
Hast thou not seen how they
stray in every valley, |
|
226. |
Ve onlar yapmayacakları şeyleri
söylerler. |
And how they say that which
they do not? |
|
227. |
Ancak inananlar, iyi işler
yapanlar, Allâh'ı çok ananlar ve kendilerine zulmedildikten sonra (rakiplerine)
üstün gelmeğe çalışanlar böyle değildir. Zulmedenler, yakında nasıl bir devrime
uğrayıp devrileceklerini bileceklerdir! |
Save those who believe and do
good works, and remember Allah much, and vindicate themselves after they have
been wronged. Those who do wrong will come to know by what a (great) reverse
they will be overturned! |
|
Toplam 227 Ayet.
|
|
|
|
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder