|
1. |
Allah'a hamdolsun ki, kuluna Kitabı
indirdi ve ona hiçbir eğrilik koymadı. |
Praise be to Allah Who hath
revealed the Scripture unto His slave, and hath not placed therein any
crookedness,, |
|
2. |
Onu dosdoğru (bir Kitâp) olarak
indirdi ki katından gelecek şiddetli azâba karşı (insanları) uyarsın ve iyi
işler yapan mü'minlere de kendileri için güzel mükâfât bulunduğunu
müjdelesin. |
(But hath made it) straight, to
give warning of stern punishment from Him, and to bring unto the believers who
do good works the news that theirs will be a fair reward. |
|
3. |
Onlar sürekli olarak o mükâfât
içinde bulunacaklardır. |
Wherein they will abide for
ever; |
|
4. |
Ve: "Allâh çocuk edindi" diyenleri
de uyarsın. |
And to warn those who say:
Allah hath chosen a son, |
|
5. |
Bu hususta ne kendilerinin, ne de
atalarının hiçbir bilgisi yoktur. Ağızlarından ne büyük (küstahça) söz çıkıyor!
Onlar, yalandan başka bir şey söylemiyorlar. |
(A thing) whereof they have no
knowledge, nor (had) their fathers. Dreadful is the word that cometh out of
their mouths. They speak naught but a lie. |
|
6. |
Herhalde sen, onlar bu söze
inanmıyorlar diye, peşlerinde üzüntüden kendini helâk edeceksin! |
Yet it may be, if they believe
not in this statement, that thou (Muhammad) wilt torment thy soul with grief
over their footsteps. |
|
7. |
Biz yeryüzündeki şeyleri, kendisine
süs olsun diye yarattık ki onların, hangisinin daha güzel iş yaptığını
deneyelim. |
Lo! We have placed all that is
in the earth as an ornament thereof that We may try them: which of them is best
in conduct. |
|
8. |
Biz elbette (bir gün) yerin
üzerindekileri kupkuru bir toprak yaparız. |
And lo! We shall make all that
is therein a barren mound. |
|
9. |
Yoksa sen, sadece Kehf ve Rakim
sâhiplerinin bizim şaşılacak âyetlerimizden olduklarını mı sandın? (onlardan
başka çok daha acâip âyetlerimiz vardır. Arzı yeşertip sonra kurutmamız da
şaşılacak âyetlerimizden değil midir?) |
Or deemest thou that the People
of the Cave and the Inscription are a wonder among Our
portents? |
|
10. |
O gençler mağaraya sığındılar:
Rabbimiz, bize katından bir rahmet ver ve bize şu işimizden bir çıkış yolu
hazırla!" dediler. |
When the young men fled for
refuge to the Cave and said: Our Lord! Give us mercy from Thy presence, and
shape for us right conduct in our plightt |
|
11. |
Bunun üzerine mağarada nice yıllar
onların kulaklarına ağırlık vurduk (onları derin bir uykuya daldırdık) |
Then We sealed up their hearing
in the Cave for a number of years. |
|
12. |
Sonra onları uyandırdık ki,
(onların uyuma müddetleri hakkında ihtilâf eden) iki zümreden hangisinin,
(onların) kaldıkları süreyi daha iyi hesâbedeceğini bilelim. |
And afterward We raised them up
that We might know which of the two parties would best calculate the time that
they had tarried. |
|
13. |
Biz sana onların haberlerini gerçek
olarak anlatıyoruz: Onlar Rablerine inanmış gençlerdi. Biz de onların
hidâyetlerini artırmıştık. |
We narrate unto thee their
story with truth. Lo! they were young men who believed in their Lord, and We
increased them in guidance. |
|
14. |
Kalblerinin üstüne metânet
bağlamıştık. Kalktılar, dediler ki: "Rabbimiz göklerin ve yerin Rabbidir. Biz
O'ndan başkasına Tanrı demeyiz. Yoksa saçma söylemiş oluruz." |
And We made firm their hearts
when they stood forth and said: Our Lord is the Lord of the heavens and the
earth. We cry unto no god beside Him, for then should we utter an
enormity. |
|
15. |
Şunlar, şu kavmimiz O'ndan başka
tanrılar edindiler. Onların tanrı olduğuna açık bir delil getirmeleri gerekmez
miydi? Allah'a karşı yalan uydurandan daha zâlim kim olabilir? |
These, our people, have chosen
(other) gods beside Him though they bring no clear warrant (vouchsafed) to them.
And who doth greater wrong than he who inventeth a lie concerning
Allah? |
|
16. |
(İçlerinden biri şöyle dedi):
"Mâdem ki siz onlardan ve Allah'tan başka taptıkları şeylerden ayrıldınız, o
halde mağaraya sığının ki, Rabbiniz size rahmetinden bir parça yaysın (rızkınızı
açıp bollaştırsın) ve (şu) işinizden size yararlı bir şey hazırlasın." |
And when ye withdraw from them
and that which they worship except Allah, then seek refuge in the Cave; your
Lord will spread for you of His mercy and will prepare for you a pillow in your
plight. |
|
17. |
Güneşi görürsün, doğduğu zaman
mağaralarından sağa doğru eğiliyor, battığı zaman da sola doğru onları
makaslayıp geçiyor (hiçbir halde onların üzerine düşüp kendilerini rahatsız
etmiyor) ve onlar, mağaranın geniş bir dehlizi içindedirler. Bu (durum),
Allâh'ın âyetlerindendir. Allâh kimi doğru yola iletirse o, yolu bulmuştur; kimi
de sapıklıkta bırakırsa, artık onun için yol gösteren bir dost
bulamazsın. |
And thou mightest have seen the
sun when it rose move away from their cave to the right, and when it set go past
them on the left, and they were in the cleft thereof. That was (one) of the
portents of Allah. He whom Allah guideth, he indeed is led aright, and he whom
He sendeth astray, for him thou wilt not find a guiding friend. |
|
18. |
Uykuda oldukları halde sen onları
uyanıklar sanırsın onları (uykuda) sağa sola çeviririz. Köpekleri de girişte iki
kolunu (ön ayaklarını) uzatmış vaziyettedir. Onların durumunu görseydin, mutlaka
onlardan dönüp kaçardın. Ve onlardan içine korku dolardı. |
And thou wouldst have deemed
them waking thou they were asleep, and We caused them to turn over to the right
and the left, and their dog stretching out his paws on the threshold. If thou
hadst observed them closely thou hadst assuredly turned away from them in
flight, and hadst been filled with awe of them. |
|
19. |
Yine böyle onları dirilttik ki,
kendi aralarında (birbirlerine) sorsunlar: İçlerinden biri: "Ne kadar kaldınız?"
dedi. "Bir gün, ya da günün bir parçası (kadar kaldık)." dediler. (Fakat işin
içyüzünü iyice bilmediklerinden herşeyi en iyi bilenin Allâh olduğunu ifade
ettiler): "Ne kadar kaldığınızı Rabbiniz daha iyi bilir, dediler, birinizi şu
gümüş (para) ile şehre gönderin, baksın, hangi yiyecek daha temiz (ve nefis) ise
ondan size bir azık getirsin; fakat çok dikkatli davransın, sakın sizi birisine
sezdirmesin." |
And in like manner We awakened
them that they might question one another. A speaker from among them said: How
long have ye tarried? They said: We have tarried a day or some part of a day.
(Others) said: Your Lord best knoweth what ye have tarried. Now send one of you
with this your silver coin unto the city, and let him see what food is purest
there and bring you a supply thereof. Let him be courteous and let no man know
of you. |
|
20. |
Çünkü onlar sizi ellerine
geçirirlerse taşlayarak öldürürler, yahut kendi dinlerine döndürürler ki, o
takdirde asla iflâh olamazsınız. |
For they, if they should come
to know of you, will stone you or turn you back to their religion; then ye will
never prosper. |
|
21. |
(Nasıl onları uyutup sonra
uyandırdıksa yine) böylece onları (bazı insanlara) buldurduk ki, Allâh'ın
(öldükten sonra diriltme) va'dinin gerçek olduğunu ve (Duruşma) saatin(in
geleceğin)de asla şüphe olmadığını bilsinler. (Bulanlar), o sırada kendi
aralarında onların durumlarını tartışıyorlardı: "Onların üstüne bir binâ yapın!"
dediler. Rableri onları daha iyi bilir. Onların işine gaalip gelen(yetkili)ler:
"Mutlaka onların üstüne bir mescid yapacağız" dediler. |
And in like manner We disclosed
them (to the people of the city) that they might know that the promise of Allah
is true, and that, as for the Hour, there is no doubt concerning it. When (the
people of the city) disputed of their case among themselves, they said: Build
over them a building; their Lord knoweth best concerning them. Those who won
their point said: We verily shall build a place of worship over
them. |
|
22. |
Görülmeyene taş atar gibi: "Onlar
üçtür, dördüncüleri köpekleridir" diyecekler; "Beştir, altıncıları köpekleridir"
diyecekler. "(Hayır,) Yedidir, sekizincileri köpekleridir.' diyecekler. De ki:
"Onların sayısını Rabbim daha iyi bilir. Onları bilen azdır. Onun için onlar
hakkında, sathi tartışma dışında, derin münakaşaya girme ve onlar hakkında
bunlardan hiçbirine bir şey sorma. |
(Some) will say: They were
three, their dog the fourth, and (some) say: Five, their dog the sixth, guessing
at random; and (some) say: Seven, and their dog the eighth. Say (O Muhammad): My
Lord is Best Aware of their number. None knoweth them save a few. So contend not
concerning them except with an outward contending, and ask not any of them to
pronounce concerning them. |
|
23. |
Hiçbir şey için "Bunu yarın
yapacağım" deme. |
And say not of anything: Lo! I
shall do that tomorrow, |
|
24. |
Ancak "Allâh dilerse (yapacağım)"
(de). Unuttuğun zaman Rabbini an ve "Rabbimin beni bundan daha doğru bir bilgiye
ulaştırcağını umarım" de. |
Except if Allah will. And
remember thy Lord when thou forgettest, and say: It may be that my Lord guideth
me unto a nearer way of truth than this. |
|
25. |
Mağaralarında üçyüz yıl kaldılar.
Dokuz (yıl) da ilâve ettiler. |
And (it is said) they tarried
in their Cave three hundred years and add nine. |
|
26. |
De ki: "Onların ne kadar
kaldıklarını Allâh daha iyi bilir. Göklerin ve yerin gaybı O'nundur. O ne güzel
görendir, ne güzel işitendir! Onların, O'ndan başka bir yardımcısı yoktur. Ve O,
kendi hükmüne kimseyi ortak etmez. |
Say: Allah is Best Aware how
long they tarried. His is the invisible of the heavens and the earth. How clear
of sight is He and keen of hearing! They have no protecting friend beside Him,
and He maketh none to share in His government. |
|
27. |
Rabbinin Kitabı'ndan sana
vahyedileni oku; O'nun sözlerini değiştirecek yoktur. O'ndan başka sığınılacak
bir kimse de bulamazsın. |
And recite that which hath been
revealed unto thee of the Scripture of thy Lord. There is none who can change
His words, and thou wilt find no refuge beside Him. |
|
28. |
Nefsini, sabah akşam, rızâsını
isteyerek Rablerine yalvaranlarla beraber tut (onlarla beraber bulunmağa candan
sabret). Gözlerin, dünyâ hayâtının süsünü isteyerek onlardan başka yana
sapmasın. Kalbini bizi anmaktan alıkoyduğumuz keyfine uyan ve işi, hep aşırılık
olan kişiye itâat etme. |
Restrain thyself along with
those who cry unto their Lord at morn and evening, seeking His countenance; and
let not thine eyes overlook them, desiring the pomp of the life of the world;
and obey not him whose heart We have made heedless of Our remembrance, who
followeth his own lust and whose case hath been abandoned. |
|
29. |
De ki: "Bu gerçek, Rabbinizdendir.
Artık dileyen inansın, dileyen inkâr etsin." Çünkü biz zâlimlere öyle bir ateş
hazırladık ki, çadırı onları kuşatmıştır. Eğer (susuzluktan) feryâd edip yardım
isteseler erimiş mâden gibi yüzleri haşlayan bir su ile kendilerine yardım
edilir! O ne kötü bir içecektir ve ne kötü bir dayanacak(koltuk)dur! |
Say: (It is) the truth from the
Lord of you (all). Then whosoever will, let him believe, and whosoever will, let
him disbelieve. Lo! We have prepared for disbelievers Fire. Its tent encloseth
them. If they ask for showers, they will be showered with water like the molten
lead which burneth the faces. Calamitous the drink and ill the
resting-place! |
|
30. |
Onlar ki inandılar ve iyi işler
yaptılar; elbette biz işi güzel yapanın ecrini zâyi etmeyiz. |
Lo! as for those who believe
and do good works - Lo! We suffer not the reward of one whose work is goodly to
be lost. |
|
31. |
Onlar öyle kimselerdir ki kendileri
için Adn cennetleri vardır. Altlarından ırmaklar akar. Orada altın bileziklerle
bezenirler; ince ipekten yeşil giysiler giyerek koltuklar üzerine yaslanırlar.
Ne güzel sevâp ve ne güzel dayanacak (koltuk)! |
As for such, theirs will be
Gardens of Eden, wherein rivers flow beneath them; therein they will be given
armlets of gold and will wear green robes of finest silk and gold embroidery,
reclining upon thrones therein. Blest the reward, and fair the
resting-place! |
|
32. |
Onlara şu iki adamı misâl olarak
anlat: İkisinden birine iki üzüm bağı vermiş, onların etrâfını hurmalarla
çevirmiş, ortalarında da ekin bitirmiştik. |
Coin for them a similitude: Two
men, unto one of whom We had assigned two gardens of grapes, and We had
surrounded both with date-palms and had put between them
tillage. |
|
33. |
Her iki bağ da yemişini vermiş,
ondan hiçbir şey eksik etmemişti. Aralarından bir de ırmak akıtmıştık. |
Each of the gardens gave its
fruit and withheld naught thereof. And We caused a river to gush forth
therein. |
|
34. |
O(adam)ın (başka) ürünü de vardı.
Arkadaşiyle konuşurken ona; "Ben malca senden zenginim, adamca da senden
güçlüyüm." dedi. |
And he had fruit. And he said
unto his comrade, when he spake with him: I am more than thee in wealth, and
stronger in respect of men. |
|
35. |
(Böylece) kendisine yazık ederek
bağına girdi: "Bunun yok olacağını hiç sanmam" dedi. |
And he went into his garden,
while he (thus) wronged himself. He said: I think not that all this will ever
perish. |
|
36. |
Kıyâmetin kopacağını da sanmıyorum.
Şâyet Rabbime döndürülsem bile (orada) bundan daha güzel bir sonuç (daha güzel
bir yer) bulurum. |
I think not that the Hour will
ever come, and if indeed I am brought back unto my Lord I surely shall find
better than this as a resort. |
|
37. |
Kendisiyle konuşan arkadaşı ona
dedi ki: "Seni topraktan, sonra nutfe (sperm)den yaratan, sonra da seni bir adam
biçimine koyan Rabbine nankörlük mü ettin?" |
And his comrade, while he
disputed with him, exclaimed: Disbelievest thou in Him Who created thee of dust,
then of a drop (of seed), and then fashioned thee a man? |
|
38. |
Fakat O Allâh benim Rabbimdir, ben
Rabbime hiç kimseyi ortak koşmam! |
But He is Allah, my Lord, and I
ascribe unto my Lord no partner. |
|
39. |
Bağına girdiğin zaman: Mâşâallah
(Allâh dilemiş de olmuş), kuvvet yalnız Allâh iledir! demen gerekmez miydi?
Gerçi sen beni malca ve evlâtça senden az görüyorsun ama |
If only, when thou enteredst
thy garden, thou hadst said: That which Allah willeth (will come to pass)! There
is no strength save in Allah! Though thou seest me as less than thee in wealth
and children. |
|
40. |
Rabbim bana, senin bağından daha
iyisini verebilir. Ve o(senin bağı)nın üzerine de gökten bir hesap görme âfeti
gönderir de bağın kupkuru bir toprak kesilir. |
Yet it may be that my Lord will
give me better than thy garden, and will send on it a bolt from heaven, and some
morning it will be a smooth hillside, |
|
41. |
Yahut suyu dibe çekilir de bir daha
su arayamazsın. |
Or some morning the water
thereof will be lost in the earth so that thou canst not make search for
it. |
|
42. |
Derken (o inkârcı kişinin) ürünü
yok edildi, çardakları üzerine yıkılmış durumda olan(bağ)ın karşısında ona
harcadıklarına acıyarak ellerini uğuşturmağa başladı: "Âh nolaydı, ben Rabbime
kimseyi ortak koşmamış olaydım!" diyordu. |
And his fruit was beset (with
destruction). Then began he to wring his hands for all that he had spent upon
it, when (now) it was all ruined on its trellises, and to say: Would that I had
ascribed no partner to my Lord! |
|
43. |
Allah'tan başka, kendisine yardım
eden bir topluluğu da olmadı, kendi kendisini de kurtaramadı. |
And he had no troop of men to
help him as against Allah, nor could he save himself. |
|
44. |
İşte o durumda velilik
(koruyuculuk) yalnız hak olan Allah'a mahsustur. O'nun vereceği sevâp da daha
hayırlıdır, sonuç da daha hayırlıdır. |
In this case is protection only
from Allah, the True. He is best for reward, and best for
consequence. |
|
45. |
Onlara dünyâ hayâtının, tıpkı şöyle
olduğunu anlat: Gökten bir su indirdik, Yerin bitkisi onunla karıştı ve (sonunda
bitkiler), rüzgârların savurduğu çöp kırıntıları haline geliverdi. Allâh, her
şeye kâdirdir. |
And coin for them the
similitude of the life of the world as water which We send down from the sky,
and the vegetation of the earth mingleth with it and then becometh dry twigs
that the winds scatter. Allah is Able to do all things. |
|
46. |
Mal ve oğullar dünyâ hayâtının
süsüdür. Kalıcı olan güzel işler ise Rabbinin katında sevâpça da daha
hayırlıdır, umutça da daha hayırlıdır. |
Wealth and children are an
ornament of life of the world. But the good deeds which endure are better in thy
Lord's sight for reward, and better in respect of hope. |
|
47. |
(Yalnız kalıcı eylemlerin yarar
sağlayacağı) O gün dağları yürütürüz; yeri al açık (çırılçıplak) görürsün
(dağlar savrulup dümdüz olmuş, engebeler kalkmıştır) onları (hep bir yere)
toplamışız, hiçbirini bırakmamışızdır. |
And (bethink you of) the Day
when We remove the hills and ye see the earth emerging, and We gather them
together so as to leave not one of them behind. |
|
48. |
Ve hepsi sıra sıra senin Rabbine
sunulmuşlardır: "Andolsun, sizi ilk defa yarattığımız gibi (çırılçıplak, yalnız,
malsız, mülksüz) bize geldiniz! Oysa siz, size (yaptıklarınızdan hesap
sorulacak) bir zaman tayin etmeyeceğimizi sanmıştınız!" |
And they are set before thy
Lord in ranks (and it is said unto them): Now verily have ye come unto Us as We
created you at the first. But ye thought that We had set no tryst for
you. |
|
49. |
Kitap (ortaya) konulmuştur.
Suçluların onun içindekilerden korkarak: "Vah bize, bu Kitaba da ne oluyor, ne
küçük ne de büyük hiçbir şey bırakmıyor, her (yaptığımız) şeyi sayıp döküyor!"
dediklerini görürsün. Yaptıklarını hazır bulmuşlardır. Rabbin kimseye
zulmetmez. |
And the Book is placed, and
thou seest the guilty fearful of that which is therein, and they say: What kind
of a book is this that leaveth not a small thing nor a great thing but hath
counted it! And they find all that they did confronting them, and thy Lord
wrongeth no one. |
|
50. |
Meleklere: "Âdem'e secde edin!"
demiştik; secde ettiler, yalnız İblis etmedi. O cinlerdendi, Rabbinin buyruğu
dışına çıktı. Şimdi siz, benden ayrı olarak onu ve onun neslini dostlar mı
ediniyorsunuz? Oysa onlar, sizin düşmanınızdır. Zâlimler için ne kötü bir
değiştirmedir (bu. Dost olan Allâh'ı bırakıp düşman olan şeytânı ve zürriyetini
dost tutmak)! |
And (remember) when We said
unto the angels: Fall prostrate before Adam, and they fell prostrate, all save
Ibis. He was of the Jinn, so he rebelled against his Lord's command. Will ye
choose him and his seed for your protecting friends instead of Me, when they are
an enemy unto you? Calamitous is the exchange for evil-doers! |
51. |
Ben onları ne göklerin, yerin,
yaratılmasında ve ne de kendilerinin yaratılmasında hazır bulundurdum; yoldan
şaşırtanları (kendime) yardımcı tutmuş da değilim. |
I made them not to witness the
creation of the heavens and the earth, nor their own creation; nor choose I
misleaders for (My) helpers. |
|
52. |
O gün (Allâh, kâfirlere) der ki:
"Benim ortaklarım zannettiğiniz şeyleri çağırın (da sizi azâbımdan
kurtarsınlar)! İşte çağırdılar ama (çağırdıkları), kendilerine cevap vermediler.
Ve biz onların aralarına tehlikeli bir uçurum koyduk. |
And (be mindful of) the Day
when He will say: Call those partners of Mine whom ye pretended. Then they will
cry unto them, but they will not hear their prayer, and We shall set a gulf of
doom between them. |
|
53. |
Suçlular ateşi gördüler, artık
içine düşeceklerini iyice anladılar, fakat ondan kaçacak bir yer
bulamadılar. |
And the guilty behold the Fire
and know that they are about to fall therein, and they find no way of escape
thence: |
|
54. |
Andolsun biz bu Kur'an'da insanlara
her çeşit misali türlü biçimlerde anlattık. Ama insan, tartışmaya her şeyden
daha çok düşkündür. |
And verily We have displayed
for mankind in this Qur'an all manner of similitudes, but man is more than
anything contentious. |
|
55. |
Kendilerine hidâyet geldiği zaman
insanları inanmaktan ve Rablerine istiğfar etmekten alıkoyan şey, ancak
evvelkilerin yasasının kendilerine de gelmesi(ni) yahut azâbın açıkça
karşılarına gelmesi(ni beklemeleri)dir. |
And naught hindereth mankind
from believing when the guidance cometh unto them, and from asking for
forgiveness of their Lord, unless (it be that they wish) that the judgement of
the men of old should come upon them or (that) they should be confronted with
the Doom. |
|
56. |
Biz elçileri sadece müjdeleyiciler
ve uyarıcılar olarak göndeririz. İnkâr edenler, hakkı bâtılla gidermek için
mücâdele ediyorlar. (Onlar), âyetlerimle ve uyarıldıkları şeylerle alay
ettiler. |
We send not the messengers save
as bearers of good news and warners. Those who disbelieve contend with falsehood
in order to refute the Truth thereby. And they take Our revelations and that
wherewith they are threatened as a jestt |
|
57. |
Kendisine Rabbinin âyetleri
hatırlatıldığı halde onlardan yüz çeviren ve ellerinin (yapıp) öne
sürdüğü(günâhlarını, isyânları)nı unutandan daha zâlim kim olabilir? Biz onların
kalbleri üzerine, onu anlamalarına engel olan örtüler, kulaklarının içine de
ağırlık koymuşuz. Onları doğru yola çağırsan da bu halde asla doğru yola
gelmezler (çünkü gerçeğe basiretlerini kapamışlardır). |
And who doth greater wrong than
he who hath been reminded of the revelations of his Lord, yet turneth away from
them and forgetteth what his hands send forward (to the Judgement)? Lo! on their
hearts We have placed coverings so that they understand not, and in their ears a
deafness. And though thou call them to the guidance, in that case they can never
be led aright. |
|
58. |
Ama çok bağışlayan, esirgeyen
Rabbin eğer onları, yaptıklariyle hemen cezâlandıracak olsaydı, onların azâbını
çabuklaştırırdı. Fakat onlar için va'dedilen bir zaman vardır ki, ondan (kaçıp)
sığınacak bir yer bulamayacaklardır. |
Thy Lord is the Forgiver, Full
of Mercy. If He took them to task (now) for what they earn, He would hasten on
the doom for them; but theirs is an appointed term from which they will find no
escapee |
|
59. |
İşte şu kentler de zulmetmeğe
başlayınca onları helâk ettik. Onları helâk etmek için de bir süre
belirlemiştik. |
And (all) those townships! We
destroyed them when they did wrong, and We appointed a fixed time for their
destruction. |
|
60. |
Mûsâ uşağına demişti ki: "Durmayıp
ya iki denizin birleştiği yere varacağım veya uzun bir zaman
yürüyeceğim." |
And when Moses said unto his
servant: I will not give up until I reach the point where the two rivers meet,
though I march on for ages. |
|
61. |
İkisi (yürüdüler), iki denizin
birleştiği yere varınca, balıklarını unuttular, (balık) sıyrılıp denizde yolunu
tuttu. |
And when they reached the point
where the two met, they forgot their fish, and it took its way into the waters,
being free. |
|
62. |
Orayı geçip gittiklerinde (Mûsâ)
uşağına: "Kahvaltımızı bize getir (de yiyelim), andolsun ki, bu yolculuğumuzdan
(epey) yorgunluk çektik." dedi. |
And when they had gone further,
he said unto his servant: Bring us our breakfast. Verily we have found fatigue
in this our journey. |
|
63. |
(Uşağı): "Gördün mü, dedi, kayaya
sığındığımız vakit balığı unuttum. Onu söylememi, bana ancak şeytân unutturdu.
(Balık), şaşılacak biçimde denizin içinde yolunu tuttu! |
He said: Didst thou see, when
we took refuge on the rock, and I forgot the fish - and none but Satan caused me
to forget to mention it - it took its way into the waters by a
marvel. |
|
64. |
(Mûsâ): "İşte aradığımız o idi."
dedi. Tekrar izlerini ta'kibederek geriye döndüler, (kayaya vardılar). |
He said: This is that which we
have been seeking. So they retraced their steps again. |
|
65. |
(Orada) Kullarımızdan bir kul
buldular ki, biz ona katımızdan bir rahmet vermiştik ve ona katımızdan bir ilim
öğretmiştik. |
Then found they one of Our
slaves, unto whom We had given mercy from Us, and had taught him knowledge from
Our presence. |
|
66. |
Mûsâ ona: "Sana öğretilenden, bana
da bir bilgi öğretmen için sana tâbi olabilir miyim?" dedi. |
Moses said unto him: May I
follow thee, to the end that thou mayst teach me right conduct of that which
thou hast been taught? |
|
67. |
(O da): "Sen benimle beraber
bulunmağa dayanamazsın" dedi. |
He said: Lo! thou canst not
bear with me. |
|
68. |
Sana bildirilmeyen bir şeye nasıl
dayanabilirsin? |
How canst thou bear with that
whereof thou canst not compass any knowledge? |
|
69. |
(Mûsâ): "İnşâallah, dedi, beni
sabredici bulursun, senin emrine karşı gelmem." |
He said: Allah willing, thou
shalt find me patient and I shall not in aught gainsay thee: |
|
70. |
(O kul): "O halde, dedi, eğer bana
tabi olursan ben sana anlatıncaya kadar (yaptığım) hiçbir şey hakkında bana soru
sorma." |
He said: Well, if thou go with
me, ask me not concerning aught till I myself mention of it unto
thee. |
|
71. |
Bunun üzerine yürüdüler. Nihâyet
gemiye bindikleri zaman gemiyi deliverdi. (Mûsâ): "Halkını boğmak için mi gemiyi
deldin? Gerçekten sen çok tehlikeli bir iş yaptın!" dedi. |
So the twain set out till, when
they were in the ship, be made a hole therein. (Moses) said: Hast thou made a
hole therein to drown the folk thereof? Thou verily hast done a dreadful
thing. |
|
72. |
(O kul): "Sen benimle beraber
bulunmağa dayanamazsın demedim mi?" dedi. |
He said: Did I not tell thee
thou couldst not bear with me? |
|
73. |
(Mûsâ): "Unuttuğum şeyden ötürü
beni kınama ve bana bu işimden dolayı bir güçlük çıkarma." dedi. |
(Moses) said: Be not wroth with
me that I forgot, and be not hard upon me for my fault. |
|
74. |
Yine yürüdüler. Nihâyet bir oğlana
rastladılar. (O kul) hemen onu öldürdü. (Mûsâ): "Bir can karşılığı olmadan temiz
bir cana kıydın ha? Doğrusu sen, çirkin bir iş yaptın!" dedi. |
So the twain journeyed on till,
when they met a lad, he slew him. (Moses) said: What! Hast thou slain an
innocent soul who hath slain no man? Verily thou hast done a horrid
thing. |
|
75. |
(O kul): "Ben sana, sen benimle
beraber bulunmağa dayanamazsın, dememiş miydim? dedi. |
He said: Did I not tell thee
that thou couldst not bear with me? |
|
76. |
(Mûsâ) dedi ki: "Eğer bundan sonra
(bir daha) sana bir şey sorarsam, artık bana arkadaş olma. (O zaman) benim
tarafımdan sana özür ulaşmıştır (artık benden ayrılmakta mazur
sayılırsın). |
(Moses) said: If I ask thee
after this concerning aught, keep not company with me. Thou hast received an
excuse from me. |
|
77. |
Yine yürüdüler. Nihâyet bir kent
halkına varıp onlardan yemek istediler (kent halkı) onları konuklamaktan
kaçındılar. Derken orada yıkılmağa yüz tutan bir duvar buldular; hemen onu
doğrulttu. (Mûsâ): "İsteseydin buna karşılık bir ücret alırdın," dedi. |
So the twain journeyed on till,
when they came unto the folk of a certain township, they asked its folk for
food, but they refused to make them guests. And they found therein a wall upon
the point of falling into ruin, and he repaired it. (Moses) said: If thou hadst
wished, thou couldst have taken payment for it. |
|
78. |
İşte, dedi bu, benimle senin
aramızın ayrılmasıdır. Şimdi sana sabredemeğin şeylerin içyüzünü haber
vereceğim. |
He said: This is the parting
between thee and me! I will announce unto thee the interpretation of that thou
couldst not bear with patience. |
|
79. |
O (yaraladığım) gemi, denizde
çalışan yoksullarındı. Onu kusurlu yapmak istedim, çünkü onların ilerisinde her
(sağlam) gemiyi zorla alan bir kral vardı. |
As for the ship, it belonged to
poor people working on the river, and I wished to mar it, for there was a king
behind them who was taking every ship by force. |
|
80. |
Oğlana gelince: Onun anası babası
mü'min insanlardı. Bunun, onlara azgınlık ve küfür sarmasından
korktuk. |
And as for the lad, his parents
were believers and we feared lest he should oppress them by rebellion and
disbelief. |
|
81. |
İstedik ki Rableri onun yerine
onlara ondan daha temiz, daha merhametli (ana babasına iyilik eden) birini
versin. |
And we intended that their Lord
should change him for them for one better in purity and nearer to
mercy. |
|
82. |
Duvar ise şehirde iki yetim çocuğun
idi. Altında onlara ait bir hazine vardı. Babaları da iyi bir kimse idi. Rabbin
istedi ki onlar (büyüyüp) güçlü çağlarına ersinler ve Rabbinden bir rahmet
olarak hazinelerini çıkarsınlar. Bunları, ben kendiliğimden yapmadım. İşte senin
sabredemediğin şeylerin içyüzü budur. |
And as for the wall, it
belonged to two orphan boys in the city, and there was beneath it a treasure
belonging to them, and their father had been righteous, and thy Lord intended
that they should come to their full strength and should bring forth their
treasure as a mercy from their Lord; and I did it not upon my own command. Such
is the interpretation of that wherewith thou couldst not bear. |
|
83. |
(Ey Muhammed), sana
Zu'l-Karneyn'den soruyorlar. De ki: "Size ondan bir anı okuyacağım." |
They will ask thee of
Dhu'l-Qarneyn. Say: I shall recite unto you a remembrance of
him. |
|
84. |
Biz onu yeryüzünde güçlü kıldık ve
ona herşeyden bir sebep (istediği herşeye ulaşmanın yolunu, aracını)
verdik. |
Lo! We made him strong in the
land and gave him unto everything a road. |
|
85. |
O da (kendisini batı ülkelerine
ulaştıracak) bir yol tuttu. |
And he followed a
roadd |
|
86. |
Nihâyet güneşin battığı yere
ulaşınca onu, kara balçıklı bir gözede batar buldu. Onun yanında da bir kavim
buldu. Dedik ki: "Ey Zu'l-Karneyn, (onlara) ya azâb edersin veya kendilerine
güzel davranırsın (onları güzellikle yola getirirsin. Nasıl istersen öyle
yaparsın)." |
Till, when he reached the
setting-place of the sun, he found it setting in a muddy spring, and found a
people thereabout: We said: O Dhu'l-Qarneyn! Either punish or show them
kindness. |
|
87. |
Dedi: "Kim haksızlık ederse, ona
azâb edeceğiz, sonra o, Rabbine döndürülecektir. O da ona görülmemiş bir azâb
edecektir." |
He said: As for him who doth
wrong, we shall punish him, and then he will be brought back unto his Lord, who
will punish him with awful punishment! |
|
88. |
Fakat inanıp iyi iş yapan kimseye
de en güzel mükâfât vardır. Ona buyruğumuzdan kolay olanı söyleyeceğiz (onu zor
işlere koşmayacağız). |
But as for him who believeth
and doth right, good will be his reward, and we shall speak unto him a mild
command. |
|
89. |
Sonra yine bir yol tuttu. |
Then he followed a
roadd |
|
90. |
Nihâyet güneşin doğduğu yere
ulaşınca onu, güneşe karşı kendilerine siper yapmadığımız bir kavim üzerine
doğar buldu. |
Till, when he reached the
rising-place of the sun, he found it rising on a people for whom We had
appointed no shelter therefrom. |
|
91. |
İşte (Zu'l-Karneyn) böyle (yüksek
bir mevkie ve hükümranlığa sâhip) idi. Onun yanında (daha) nice bilgi ve yetki
bulunduğunu biliyorduk. |
So (it was). And We knew all
concerning him. |
|
92. |
Sonra yine bir yol tuttu. |
Then he followed a
roadd |
|
93. |
Nihâyet iki sed arasına ulaşınca
onların önünde hemen hiç söz anlamayan bir kavim buldu. |
Till, when he came between the
two mountains, he found upon their hither side a folk that scarce could
understand a saying. |
|
94. |
Dediler ki: "Ey Zu'l-Karneyn,
Ye'cûc ve Me'cûc, bu yerde bozgunculuk yapıyorlar. Bizimle onların arasına bir
sed yapman için sana bir vergi verelim mi?" |
They said: O Dhu'l-Qarneyn! Lo!
Gog and Magog are spoiling the land. So may we pay thee tribute on condition
that thou set a barrier between us and them? |
|
95. |
Dedi ki: "Rabbimin, beni içinde
bulundurduğu imkânlar, (sizin vereceğinizden) daha hayırlıdır. Siz bana (insan)
güc(üy)le yardım edin de sizinle onlar arasına sağlam bir engel
yapayım." |
He said: That wherein my Lord
hath established me is better (than your tribute). Do but help me with strength
(of men), I will set between you and them a bank. |
|
96. |
Bana demir kütleleri getirin.
(Zu'l-Karneyn) iki dağın arasını (demir kütleleriyle doldurtup dağlarla) aynı
seviyeye getirince: "Üfleyin!" dedi. Nihâyet o(demir kütleleri)ni bir ateş
haline sokunca "Getirin bana, üzerine erimiş katran dökeyim," dedi. |
Give me pieces of iron - till,
when he had levelled up (the gap) between the cliffs, he said: Blow! - till,
when he had made it a fire, he said: Bring me molten copper to pour
thereon. |
|
97. |
Artık (Ye'cûc Me'cûc) onu ne
aşabildiler, ne de delebildiler. |
And (Gog and Magog) were not
able to surmount, nor could they pierce (it). |
|
98. |
(Zu'l-Karneyn) dedi: "Bu, Rabbimin
bir rahmetidir. Rabbimin va'di gel(ip Ye'cûc ve Me'cûc'un çıkması, yahut
kıyâmetin kopması gerek)diği zaman onu yerle bir eder; şüphesiz Rabbimin va'di
gerçektir." |
He said: This is a mercy from
my Lord; but when the promise of my Lord cometh to pass, He will lay it low, for
the promise of my Lord is true. |
|
99. |
Biz o gün (Ye'cûc ve Me'cûc'u)
bırakmışızdır: Birbiri içinde dalgalanır(lar). Sûr'a da üflenmiştir ve onları
hep bir araya toplamışızdır. |
And on that day We shall let
some of them surge against others, and the Trumpet will be blown. Then We shall
gather them together in one gathering. |
|
100. |
O gün cehennemi kâfirlere açıkça
göstereceğiz. |
On that day We shall present
hell to the disbelievers, plain to view, |
101. |
Onlar ki beni anmağa karşı gözleri
perde içinde idi ve (Kur'ân'ı) dinlemeğe tahammül edemezlerdi. |
Those whose eyes were
hoodwinked from My reminder, and who could not bear to hear. |
|
102. |
O nankörler benden ayrı olarak
kullarımı kendilerine veliler yapacaklarını mı sandılar? Biz kâfirlere cehennemi
konak olarak hazırladık. |
Do the disbelievers reckon that
they can choose My bondmen as protecting friends beside Me? Lo! We have prepared
hell as a welcome for the disbelievers. |
|
103. |
De ki: "Size işleri bakımından en
çok ziyana uğrayacak olanları söyleyeyim mi?" |
Say: Shall We inform you who
will be the greatest losers by their works? |
|
104. |
Dünyâ hayâtında bütün çabaları boşa
gitmiş olan ve kendileri de iyi iş yaptıklarını sanan kimseleri? |
Those whose effort goeth astray
in the life of the world, and yet they reckon that they do good
work. |
|
105. |
İşte onlar, Rablerinin âyetlerini
ve O'na kavuşmayı inkâr eden, bu yüzden eylemleri boşa çıkan kimselerdir.
(Yaptıkları işler tamamen boşa çıktığından) kıyâmet günü onlar için bir terazi
kurmayız (veya onlara hiçbir değer vermeyiz). |
Those are they who disbelieve
in the revelations of their Lord and in the meeting with Him. Therefore their
works are vain, and on the Day of Resurrection We assign no weight to
them. |
|
106. |
İnkâr ettikleri, âyetlerimi ve
elçilerimi eğlence yerine koydukları için onların cezâsı cehennemdir. |
That is their reward: hell,
because they disbelieved, and made a jest of Our revelations and Our
messengers. |
|
107. |
İnanıp iyi işler yapanlara gelince,
onların konağı da Firdevs cennetleridir. |
Lo! those who believe and do
good works, theirs are the Gardens of Paradise, for welcome, |
|
108. |
Orada sürekli kalacaklardır. Oradan
hiç ayrılmak istemezler. |
Wherein they will abide, with
no desire to be removed from thence. |
|
109. |
De ki: "Rabbimin sözleri(ni yazmak)
için deniz mürekkep olsa, Rabbimin sözleri tükenmeden önce deniz tükenir."
Yardım için bir o kadarını daha getirsek (yine yetmez). |
Say: Though the sea became ink
for the Words of my Lord, verily the sea would be used up before the Words of my
Lord were exhausted, even though We brought the like thereof to
help. |
|
110. |
De ki: "Ben de sizin gibi bir
insanım; Tanrınızın bir tek Tanrı olduğu bana vahyolunuyor. Kim Rabbine
kavuşmayı arzu ediyorsa iyi iş yapsın ve Rabbine (yaptığı) ibâdete hiç kimseyi
ortak etmesin. |
Say: I am only a mortal like
you. My Lord inspireth in me that your God is only One God. And whoever hopeth
for the meeting with his Lord, let him do righteous work, and make none sharer
of the worship due unto his Lord. |
|
Toplam 110 Ayet.
|
|
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder