Translate

27 Temmuz 2012 Cuma

18 - Kehf [ The Cave ]


1. Allah'a hamdolsun ki, kuluna Kitabı indirdi ve ona hiçbir eğrilik koymadı.
Praise be to Allah Who hath revealed the Scripture unto His slave, and hath not placed therein any crookedness,,
2. Onu dosdoğru (bir Kitâp) olarak indirdi ki katından gelecek şiddetli azâba karşı (insanları) uyarsın ve iyi işler yapan mü'minlere de kendileri için güzel mükâfât bulunduğunu müjdelesin.
(But hath made it) straight, to give warning of stern punishment from Him, and to bring unto the believers who do good works the news that theirs will be a fair reward.
3. Onlar sürekli olarak o mükâfât içinde bulunacaklardır.
Wherein they will abide for ever;
4. Ve: "Allâh çocuk edindi" diyenleri de uyarsın.
And to warn those who say: Allah hath chosen a son,
5. Bu hususta ne kendilerinin, ne de atalarının hiçbir bilgisi yoktur. Ağızlarından ne büyük (küstahça) söz çıkıyor! Onlar, yalandan başka bir şey söylemiyorlar.
(A thing) whereof they have no knowledge, nor (had) their fathers. Dreadful is the word that cometh out of their mouths. They speak naught but a lie.
6. Herhalde sen, onlar bu söze inanmıyorlar diye, peşlerinde üzüntüden kendini helâk edeceksin!
Yet it may be, if they believe not in this statement, that thou (Muhammad) wilt torment thy soul with grief over their footsteps.
7. Biz yeryüzündeki şeyleri, kendisine süs olsun diye yarattık ki onların, hangisinin daha güzel iş yaptığını deneyelim.
Lo! We have placed all that is in the earth as an ornament thereof that We may try them: which of them is best in conduct.
8. Biz elbette (bir gün) yerin üzerindekileri kupkuru bir toprak yaparız.
And lo! We shall make all that is therein a barren mound.
9. Yoksa sen, sadece Kehf ve Rakim sâhiplerinin bizim şaşılacak âyetlerimizden olduklarını mı sandın? (onlardan başka çok daha acâip âyetlerimiz vardır. Arzı yeşertip sonra kurutmamız da şaşılacak âyetlerimizden değil midir?)
Or deemest thou that the People of the Cave and the Inscription are a wonder among Our portents?
10. O gençler mağaraya sığındılar: Rabbimiz, bize katından bir rahmet ver ve bize şu işimizden bir çıkış yolu hazırla!" dediler.
When the young men fled for refuge to the Cave and said: Our Lord! Give us mercy from Thy presence, and shape for us right conduct in our plightt
11. Bunun üzerine mağarada nice yıllar onların kulaklarına ağırlık vurduk (onları derin bir uykuya daldırdık)
Then We sealed up their hearing in the Cave for a number of years.
12. Sonra onları uyandırdık ki, (onların uyuma müddetleri hakkında ihtilâf eden) iki zümreden hangisinin, (onların) kaldıkları süreyi daha iyi hesâbedeceğini bilelim.
And afterward We raised them up that We might know which of the two parties would best calculate the time that they had tarried.
13. Biz sana onların haberlerini gerçek olarak anlatıyoruz: Onlar Rablerine inanmış gençlerdi. Biz de onların hidâyetlerini artırmıştık.
We narrate unto thee their story with truth. Lo! they were young men who believed in their Lord, and We increased them in guidance.
14. Kalblerinin üstüne metânet bağlamıştık. Kalktılar, dediler ki: "Rabbimiz göklerin ve yerin Rabbidir. Biz O'ndan başkasına Tanrı demeyiz. Yoksa saçma söylemiş oluruz."
And We made firm their hearts when they stood forth and said: Our Lord is the Lord of the heavens and the earth. We cry unto no god beside Him, for then should we utter an enormity.
15. Şunlar, şu kavmimiz O'ndan başka tanrılar edindiler. Onların tanrı olduğuna açık bir delil getirmeleri gerekmez miydi? Allah'a karşı yalan uydurandan daha zâlim kim olabilir?
These, our people, have chosen (other) gods beside Him though they bring no clear warrant (vouchsafed) to them. And who doth greater wrong than he who inventeth a lie concerning Allah?
16. (İçlerinden biri şöyle dedi): "Mâdem ki siz onlardan ve Allah'tan başka taptıkları şeylerden ayrıldınız, o halde mağaraya sığının ki, Rabbiniz size rahmetinden bir parça yaysın (rızkınızı açıp bollaştırsın) ve (şu) işinizden size yararlı bir şey hazırlasın."
And when ye withdraw from them and that which they worship except Allah, then seek refuge in the Cave; your Lord will spread for you of His mercy and will prepare for you a pillow in your plight.
17. Güneşi görürsün, doğduğu zaman mağaralarından sağa doğru eğiliyor, battığı zaman da sola doğru onları makaslayıp geçiyor (hiçbir halde onların üzerine düşüp kendilerini rahatsız etmiyor) ve onlar, mağaranın geniş bir dehlizi içindedirler. Bu (durum), Allâh'ın âyetlerindendir. Allâh kimi doğru yola iletirse o, yolu bulmuştur; kimi de sapıklıkta bırakırsa, artık onun için yol gösteren bir dost bulamazsın.
And thou mightest have seen the sun when it rose move away from their cave to the right, and when it set go past them on the left, and they were in the cleft thereof. That was (one) of the portents of Allah. He whom Allah guideth, he indeed is led aright, and he whom He sendeth astray, for him thou wilt not find a guiding friend.
18. Uykuda oldukları halde sen onları uyanıklar sanırsın onları (uykuda) sağa sola çeviririz. Köpekleri de girişte iki kolunu (ön ayaklarını) uzatmış vaziyettedir. Onların durumunu görseydin, mutlaka onlardan dönüp kaçardın. Ve onlardan içine korku dolardı.
And thou wouldst have deemed them waking thou they were asleep, and We caused them to turn over to the right and the left, and their dog stretching out his paws on the threshold. If thou hadst observed them closely thou hadst assuredly turned away from them in flight, and hadst been filled with awe of them.
19. Yine böyle onları dirilttik ki, kendi aralarında (birbirlerine) sorsunlar: İçlerinden biri: "Ne kadar kaldınız?" dedi. "Bir gün, ya da günün bir parçası (kadar kaldık)." dediler. (Fakat işin içyüzünü iyice bilmediklerinden herşeyi en iyi bilenin Allâh olduğunu ifade ettiler): "Ne kadar kaldığınızı Rabbiniz daha iyi bilir, dediler, birinizi şu gümüş (para) ile şehre gönderin, baksın, hangi yiyecek daha temiz (ve nefis) ise ondan size bir azık getirsin; fakat çok dikkatli davransın, sakın sizi birisine sezdirmesin."
And in like manner We awakened them that they might question one another. A speaker from among them said: How long have ye tarried? They said: We have tarried a day or some part of a day. (Others) said: Your Lord best knoweth what ye have tarried. Now send one of you with this your silver coin unto the city, and let him see what food is purest there and bring you a supply thereof. Let him be courteous and let no man know of you.
20. Çünkü onlar sizi ellerine geçirirlerse taşlayarak öldürürler, yahut kendi dinlerine döndürürler ki, o takdirde asla iflâh olamazsınız.
For they, if they should come to know of you, will stone you or turn you back to their religion; then ye will never prosper.
21. (Nasıl onları uyutup sonra uyandırdıksa yine) böylece onları (bazı insanlara) buldurduk ki, Allâh'ın (öldükten sonra diriltme) va'dinin gerçek olduğunu ve (Duruşma) saatin(in geleceğin)de asla şüphe olmadığını bilsinler. (Bulanlar), o sırada kendi aralarında onların durumlarını tartışıyorlardı: "Onların üstüne bir binâ yapın!" dediler. Rableri onları daha iyi bilir. Onların işine gaalip gelen(yetkili)ler: "Mutlaka onların üstüne bir mescid yapacağız" dediler.
And in like manner We disclosed them (to the people of the city) that they might know that the promise of Allah is true, and that, as for the Hour, there is no doubt concerning it. When (the people of the city) disputed of their case among themselves, they said: Build over them a building; their Lord knoweth best concerning them. Those who won their point said: We verily shall build a place of worship over them.
22. Görülmeyene taş atar gibi: "Onlar üçtür, dördüncüleri köpekleridir" diyecekler; "Beştir, altıncıları köpekleridir" diyecekler. "(Hayır,) Yedidir, sekizincileri köpekleridir.' diyecekler. De ki: "Onların sayısını Rabbim daha iyi bilir. Onları bilen azdır. Onun için onlar hakkında, sathi tartışma dışında, derin münakaşaya girme ve onlar hakkında bunlardan hiçbirine bir şey sorma.
(Some) will say: They were three, their dog the fourth, and (some) say: Five, their dog the sixth, guessing at random; and (some) say: Seven, and their dog the eighth. Say (O Muhammad): My Lord is Best Aware of their number. None knoweth them save a few. So contend not concerning them except with an outward contending, and ask not any of them to pronounce concerning them.
23. Hiçbir şey için "Bunu yarın yapacağım" deme.
And say not of anything: Lo! I shall do that tomorrow,
24. Ancak "Allâh dilerse (yapacağım)" (de). Unuttuğun zaman Rabbini an ve "Rabbimin beni bundan daha doğru bir bilgiye ulaştırcağını umarım" de.
Except if Allah will. And remember thy Lord when thou forgettest, and say: It may be that my Lord guideth me unto a nearer way of truth than this.
25. Mağaralarında üçyüz yıl kaldılar. Dokuz (yıl) da ilâve ettiler.
And (it is said) they tarried in their Cave three hundred years and add nine.
26. De ki: "Onların ne kadar kaldıklarını Allâh daha iyi bilir. Göklerin ve yerin gaybı O'nundur. O ne güzel görendir, ne güzel işitendir! Onların, O'ndan başka bir yardımcısı yoktur. Ve O, kendi hükmüne kimseyi ortak etmez.
Say: Allah is Best Aware how long they tarried. His is the invisible of the heavens and the earth. How clear of sight is He and keen of hearing! They have no protecting friend beside Him, and He maketh none to share in His government.
27. Rabbinin Kitabı'ndan sana vahyedileni oku; O'nun sözlerini değiştirecek yoktur. O'ndan başka sığınılacak bir kimse de bulamazsın.
And recite that which hath been revealed unto thee of the Scripture of thy Lord. There is none who can change His words, and thou wilt find no refuge beside Him.
28. Nefsini, sabah akşam, rızâsını isteyerek Rablerine yalvaranlarla beraber tut (onlarla beraber bulunmağa candan sabret). Gözlerin, dünyâ hayâtının süsünü isteyerek onlardan başka yana sapmasın. Kalbini bizi anmaktan alıkoyduğumuz keyfine uyan ve işi, hep aşırılık olan kişiye itâat etme.
Restrain thyself along with those who cry unto their Lord at morn and evening, seeking His countenance; and let not thine eyes overlook them, desiring the pomp of the life of the world; and obey not him whose heart We have made heedless of Our remembrance, who followeth his own lust and whose case hath been abandoned.
29. De ki: "Bu gerçek, Rabbinizdendir. Artık dileyen inansın, dileyen inkâr etsin." Çünkü biz zâlimlere öyle bir ateş hazırladık ki, çadırı onları kuşatmıştır. Eğer (susuzluktan) feryâd edip yardım isteseler erimiş mâden gibi yüzleri haşlayan bir su ile kendilerine yardım edilir! O ne kötü bir içecektir ve ne kötü bir dayanacak(koltuk)dur!
Say: (It is) the truth from the Lord of you (all). Then whosoever will, let him believe, and whosoever will, let him disbelieve. Lo! We have prepared for disbelievers Fire. Its tent encloseth them. If they ask for showers, they will be showered with water like the molten lead which burneth the faces. Calamitous the drink and ill the resting-place!
30. Onlar ki inandılar ve iyi işler yaptılar; elbette biz işi güzel yapanın ecrini zâyi etmeyiz.
Lo! as for those who believe and do good works - Lo! We suffer not the reward of one whose work is goodly to be lost.
31. Onlar öyle kimselerdir ki kendileri için Adn cennetleri vardır. Altlarından ırmaklar akar. Orada altın bileziklerle bezenirler; ince ipekten yeşil giysiler giyerek koltuklar üzerine yaslanırlar. Ne güzel sevâp ve ne güzel dayanacak (koltuk)!
As for such, theirs will be Gardens of Eden, wherein rivers flow beneath them; therein they will be given armlets of gold and will wear green robes of finest silk and gold embroidery, reclining upon thrones therein. Blest the reward, and fair the resting-place!
32. Onlara şu iki adamı misâl olarak anlat: İkisinden birine iki üzüm bağı vermiş, onların etrâfını hurmalarla çevirmiş, ortalarında da ekin bitirmiştik.
Coin for them a similitude: Two men, unto one of whom We had assigned two gardens of grapes, and We had surrounded both with date-palms and had put between them tillage.
33. Her iki bağ da yemişini vermiş, ondan hiçbir şey eksik etmemişti. Aralarından bir de ırmak akıtmıştık.
Each of the gardens gave its fruit and withheld naught thereof. And We caused a river to gush forth therein.
34. O(adam)ın (başka) ürünü de vardı. Arkadaşiyle konuşurken ona; "Ben malca senden zenginim, adamca da senden güçlüyüm." dedi.
And he had fruit. And he said unto his comrade, when he spake with him: I am more than thee in wealth, and stronger in respect of men.
35. (Böylece) kendisine yazık ederek bağına girdi: "Bunun yok olacağını hiç sanmam" dedi.
And he went into his garden, while he (thus) wronged himself. He said: I think not that all this will ever perish.
36. Kıyâmetin kopacağını da sanmıyorum. Şâyet Rabbime döndürülsem bile (orada) bundan daha güzel bir sonuç (daha güzel bir yer) bulurum.
I think not that the Hour will ever come, and if indeed I am brought back unto my Lord I surely shall find better than this as a resort.
37. Kendisiyle konuşan arkadaşı ona dedi ki: "Seni topraktan, sonra nutfe (sperm)den yaratan, sonra da seni bir adam biçimine koyan Rabbine nankörlük mü ettin?"
And his comrade, while he disputed with him, exclaimed: Disbelievest thou in Him Who created thee of dust, then of a drop (of seed), and then fashioned thee a man?
38. Fakat O Allâh benim Rabbimdir, ben Rabbime hiç kimseyi ortak koşmam!
But He is Allah, my Lord, and I ascribe unto my Lord no partner.
39. Bağına girdiğin zaman: Mâşâallah (Allâh dilemiş de olmuş), kuvvet yalnız Allâh iledir! demen gerekmez miydi? Gerçi sen beni malca ve evlâtça senden az görüyorsun ama
If only, when thou enteredst thy garden, thou hadst said: That which Allah willeth (will come to pass)! There is no strength save in Allah! Though thou seest me as less than thee in wealth and children.
40. Rabbim bana, senin bağından daha iyisini verebilir. Ve o(senin bağı)nın üzerine de gökten bir hesap görme âfeti gönderir de bağın kupkuru bir toprak kesilir.
Yet it may be that my Lord will give me better than thy garden, and will send on it a bolt from heaven, and some morning it will be a smooth hillside,
41. Yahut suyu dibe çekilir de bir daha su arayamazsın.
Or some morning the water thereof will be lost in the earth so that thou canst not make search for it.
42. Derken (o inkârcı kişinin) ürünü yok edildi, çardakları üzerine yıkılmış durumda olan(bağ)ın karşısında ona harcadıklarına acıyarak ellerini uğuşturmağa başladı: "Âh nolaydı, ben Rabbime kimseyi ortak koşmamış olaydım!" diyordu.
And his fruit was beset (with destruction). Then began he to wring his hands for all that he had spent upon it, when (now) it was all ruined on its trellises, and to say: Would that I had ascribed no partner to my Lord!
43. Allah'tan başka, kendisine yardım eden bir topluluğu da olmadı, kendi kendisini de kurtaramadı.
And he had no troop of men to help him as against Allah, nor could he save himself.
44. İşte o durumda velilik (koruyuculuk) yalnız hak olan Allah'a mahsustur. O'nun vereceği sevâp da daha hayırlıdır, sonuç da daha hayırlıdır.
In this case is protection only from Allah, the True. He is best for reward, and best for consequence.
45. Onlara dünyâ hayâtının, tıpkı şöyle olduğunu anlat: Gökten bir su indirdik, Yerin bitkisi onunla karıştı ve (sonunda bitkiler), rüzgârların savurduğu çöp kırıntıları haline geliverdi. Allâh, her şeye kâdirdir.
And coin for them the similitude of the life of the world as water which We send down from the sky, and the vegetation of the earth mingleth with it and then becometh dry twigs that the winds scatter. Allah is Able to do all things.
46. Mal ve oğullar dünyâ hayâtının süsüdür. Kalıcı olan güzel işler ise Rabbinin katında sevâpça da daha hayırlıdır, umutça da daha hayırlıdır.
Wealth and children are an ornament of life of the world. But the good deeds which endure are better in thy Lord's sight for reward, and better in respect of hope.
47. (Yalnız kalıcı eylemlerin yarar sağlayacağı) O gün dağları yürütürüz; yeri al açık (çırılçıplak) görürsün (dağlar savrulup dümdüz olmuş, engebeler kalkmıştır) onları (hep bir yere) toplamışız, hiçbirini bırakmamışızdır.
And (bethink you of) the Day when We remove the hills and ye see the earth emerging, and We gather them together so as to leave not one of them behind.
48. Ve hepsi sıra sıra senin Rabbine sunulmuşlardır: "Andolsun, sizi ilk defa yarattığımız gibi (çırılçıplak, yalnız, malsız, mülksüz) bize geldiniz! Oysa siz, size (yaptıklarınızdan hesap sorulacak) bir zaman tayin etmeyeceğimizi sanmıştınız!"
And they are set before thy Lord in ranks (and it is said unto them): Now verily have ye come unto Us as We created you at the first. But ye thought that We had set no tryst for you.
49. Kitap (ortaya) konulmuştur. Suçluların onun içindekilerden korkarak: "Vah bize, bu Kitaba da ne oluyor, ne küçük ne de büyük hiçbir şey bırakmıyor, her (yaptığımız) şeyi sayıp döküyor!" dediklerini görürsün. Yaptıklarını hazır bulmuşlardır. Rabbin kimseye zulmetmez.
And the Book is placed, and thou seest the guilty fearful of that which is therein, and they say: What kind of a book is this that leaveth not a small thing nor a great thing but hath counted it! And they find all that they did confronting them, and thy Lord wrongeth no one.
50. Meleklere: "Âdem'e secde edin!" demiştik; secde ettiler, yalnız İblis etmedi. O cinlerdendi, Rabbinin buyruğu dışına çıktı. Şimdi siz, benden ayrı olarak onu ve onun neslini dostlar mı ediniyorsunuz? Oysa onlar, sizin düşmanınızdır. Zâlimler için ne kötü bir değiştirmedir (bu. Dost olan Allâh'ı bırakıp düşman olan şeytânı ve zürriyetini dost tutmak)!
And (remember) when We said unto the angels: Fall prostrate before Adam, and they fell prostrate, all save Ibis. He was of the Jinn, so he rebelled against his Lord's command. Will ye choose him and his seed for your protecting friends instead of Me, when they are an enemy unto you? Calamitous is the exchange for evil-doers!
51. Ben onları ne göklerin, yerin, yaratılmasında ve ne de kendilerinin yaratılmasında hazır bulundurdum; yoldan şaşırtanları (kendime) yardımcı tutmuş da değilim.
I made them not to witness the creation of the heavens and the earth, nor their own creation; nor choose I misleaders for (My) helpers.
52. O gün (Allâh, kâfirlere) der ki: "Benim ortaklarım zannettiğiniz şeyleri çağırın (da sizi azâbımdan kurtarsınlar)! İşte çağırdılar ama (çağırdıkları), kendilerine cevap vermediler. Ve biz onların aralarına tehlikeli bir uçurum koyduk.
And (be mindful of) the Day when He will say: Call those partners of Mine whom ye pretended. Then they will cry unto them, but they will not hear their prayer, and We shall set a gulf of doom between them.
53. Suçlular ateşi gördüler, artık içine düşeceklerini iyice anladılar, fakat ondan kaçacak bir yer bulamadılar.
And the guilty behold the Fire and know that they are about to fall therein, and they find no way of escape thence:
54. Andolsun biz bu Kur'an'da insanlara her çeşit misali türlü biçimlerde anlattık. Ama insan, tartışmaya her şeyden daha çok düşkündür.
And verily We have displayed for mankind in this Qur'an all manner of similitudes, but man is more than anything contentious.
55. Kendilerine hidâyet geldiği zaman insanları inanmaktan ve Rablerine istiğfar etmekten alıkoyan şey, ancak evvelkilerin yasasının kendilerine de gelmesi(ni) yahut azâbın açıkça karşılarına gelmesi(ni beklemeleri)dir.
And naught hindereth mankind from believing when the guidance cometh unto them, and from asking for forgiveness of their Lord, unless (it be that they wish) that the judgement of the men of old should come upon them or (that) they should be confronted with the Doom.
56. Biz elçileri sadece müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak göndeririz. İnkâr edenler, hakkı bâtılla gidermek için mücâdele ediyorlar. (Onlar), âyetlerimle ve uyarıldıkları şeylerle alay ettiler.
We send not the messengers save as bearers of good news and warners. Those who disbelieve contend with falsehood in order to refute the Truth thereby. And they take Our revelations and that wherewith they are threatened as a jestt
57. Kendisine Rabbinin âyetleri hatırlatıldığı halde onlardan yüz çeviren ve ellerinin (yapıp) öne sürdüğü(günâhlarını, isyânları)nı unutandan daha zâlim kim olabilir? Biz onların kalbleri üzerine, onu anlamalarına engel olan örtüler, kulaklarının içine de ağırlık koymuşuz. Onları doğru yola çağırsan da bu halde asla doğru yola gelmezler (çünkü gerçeğe basiretlerini kapamışlardır).
And who doth greater wrong than he who hath been reminded of the revelations of his Lord, yet turneth away from them and forgetteth what his hands send forward (to the Judgement)? Lo! on their hearts We have placed coverings so that they understand not, and in their ears a deafness. And though thou call them to the guidance, in that case they can never be led aright.
58. Ama çok bağışlayan, esirgeyen Rabbin eğer onları, yaptıklariyle hemen cezâlandıracak olsaydı, onların azâbını çabuklaştırırdı. Fakat onlar için va'dedilen bir zaman vardır ki, ondan (kaçıp) sığınacak bir yer bulamayacaklardır.
Thy Lord is the Forgiver, Full of Mercy. If He took them to task (now) for what they earn, He would hasten on the doom for them; but theirs is an appointed term from which they will find no escapee
59. İşte şu kentler de zulmetmeğe başlayınca onları helâk ettik. Onları helâk etmek için de bir süre belirlemiştik.
And (all) those townships! We destroyed them when they did wrong, and We appointed a fixed time for their destruction.
60. Mûsâ uşağına demişti ki: "Durmayıp ya iki denizin birleştiği yere varacağım veya uzun bir zaman yürüyeceğim."
And when Moses said unto his servant: I will not give up until I reach the point where the two rivers meet, though I march on for ages.
61. İkisi (yürüdüler), iki denizin birleştiği yere varınca, balıklarını unuttular, (balık) sıyrılıp denizde yolunu tuttu.
And when they reached the point where the two met, they forgot their fish, and it took its way into the waters, being free.
62. Orayı geçip gittiklerinde (Mûsâ) uşağına: "Kahvaltımızı bize getir (de yiyelim), andolsun ki, bu yolculuğumuzdan (epey) yorgunluk çektik." dedi.
And when they had gone further, he said unto his servant: Bring us our breakfast. Verily we have found fatigue in this our journey.
63. (Uşağı): "Gördün mü, dedi, kayaya sığındığımız vakit balığı unuttum. Onu söylememi, bana ancak şeytân unutturdu. (Balık), şaşılacak biçimde denizin içinde yolunu tuttu!
He said: Didst thou see, when we took refuge on the rock, and I forgot the fish - and none but Satan caused me to forget to mention it - it took its way into the waters by a marvel.
64. (Mûsâ): "İşte aradığımız o idi." dedi. Tekrar izlerini ta'kibederek geriye döndüler, (kayaya vardılar).
He said: This is that which we have been seeking. So they retraced their steps again.
65. (Orada) Kullarımızdan bir kul buldular ki, biz ona katımızdan bir rahmet vermiştik ve ona katımızdan bir ilim öğretmiştik.
Then found they one of Our slaves, unto whom We had given mercy from Us, and had taught him knowledge from Our presence.
66. Mûsâ ona: "Sana öğretilenden, bana da bir bilgi öğretmen için sana tâbi olabilir miyim?" dedi.
Moses said unto him: May I follow thee, to the end that thou mayst teach me right conduct of that which thou hast been taught?
67. (O da): "Sen benimle beraber bulunmağa dayanamazsın" dedi.
He said: Lo! thou canst not bear with me.
68. Sana bildirilmeyen bir şeye nasıl dayanabilirsin?
How canst thou bear with that whereof thou canst not compass any knowledge?
69. (Mûsâ): "İnşâallah, dedi, beni sabredici bulursun, senin emrine karşı gelmem."
He said: Allah willing, thou shalt find me patient and I shall not in aught gainsay thee:
70. (O kul): "O halde, dedi, eğer bana tabi olursan ben sana anlatıncaya kadar (yaptığım) hiçbir şey hakkında bana soru sorma."
He said: Well, if thou go with me, ask me not concerning aught till I myself mention of it unto thee.
71. Bunun üzerine yürüdüler. Nihâyet gemiye bindikleri zaman gemiyi deliverdi. (Mûsâ): "Halkını boğmak için mi gemiyi deldin? Gerçekten sen çok tehlikeli bir iş yaptın!" dedi.
So the twain set out till, when they were in the ship, be made a hole therein. (Moses) said: Hast thou made a hole therein to drown the folk thereof? Thou verily hast done a dreadful thing.
72. (O kul): "Sen benimle beraber bulunmağa dayanamazsın demedim mi?" dedi.
He said: Did I not tell thee thou couldst not bear with me?
73. (Mûsâ): "Unuttuğum şeyden ötürü beni kınama ve bana bu işimden dolayı bir güçlük çıkarma." dedi.
(Moses) said: Be not wroth with me that I forgot, and be not hard upon me for my fault.
74. Yine yürüdüler. Nihâyet bir oğlana rastladılar. (O kul) hemen onu öldürdü. (Mûsâ): "Bir can karşılığı olmadan temiz bir cana kıydın ha? Doğrusu sen, çirkin bir iş yaptın!" dedi.
So the twain journeyed on till, when they met a lad, he slew him. (Moses) said: What! Hast thou slain an innocent soul who hath slain no man? Verily thou hast done a horrid thing.
75. (O kul): "Ben sana, sen benimle beraber bulunmağa dayanamazsın, dememiş miydim? dedi.
He said: Did I not tell thee that thou couldst not bear with me?
76. (Mûsâ) dedi ki: "Eğer bundan sonra (bir daha) sana bir şey sorarsam, artık bana arkadaş olma. (O zaman) benim tarafımdan sana özür ulaşmıştır (artık benden ayrılmakta mazur sayılırsın).
(Moses) said: If I ask thee after this concerning aught, keep not company with me. Thou hast received an excuse from me.
77. Yine yürüdüler. Nihâyet bir kent halkına varıp onlardan yemek istediler (kent halkı) onları konuklamaktan kaçındılar. Derken orada yıkılmağa yüz tutan bir duvar buldular; hemen onu doğrulttu. (Mûsâ): "İsteseydin buna karşılık bir ücret alırdın," dedi.
So the twain journeyed on till, when they came unto the folk of a certain township, they asked its folk for food, but they refused to make them guests. And they found therein a wall upon the point of falling into ruin, and he repaired it. (Moses) said: If thou hadst wished, thou couldst have taken payment for it.
78. İşte, dedi bu, benimle senin aramızın ayrılmasıdır. Şimdi sana sabredemeğin şeylerin içyüzünü haber vereceğim.
He said: This is the parting between thee and me! I will announce unto thee the interpretation of that thou couldst not bear with patience.
79. O (yaraladığım) gemi, denizde çalışan yoksullarındı. Onu kusurlu yapmak istedim, çünkü onların ilerisinde her (sağlam) gemiyi zorla alan bir kral vardı.
As for the ship, it belonged to poor people working on the river, and I wished to mar it, for there was a king behind them who was taking every ship by force.
80. Oğlana gelince: Onun anası babası mü'min insanlardı. Bunun, onlara azgınlık ve küfür sarmasından korktuk.
And as for the lad, his parents were believers and we feared lest he should oppress them by rebellion and disbelief.
81. İstedik ki Rableri onun yerine onlara ondan daha temiz, daha merhametli (ana babasına iyilik eden) birini versin.
And we intended that their Lord should change him for them for one better in purity and nearer to mercy.
82. Duvar ise şehirde iki yetim çocuğun idi. Altında onlara ait bir hazine vardı. Babaları da iyi bir kimse idi. Rabbin istedi ki onlar (büyüyüp) güçlü çağlarına ersinler ve Rabbinden bir rahmet olarak hazinelerini çıkarsınlar. Bunları, ben kendiliğimden yapmadım. İşte senin sabredemediğin şeylerin içyüzü budur.
And as for the wall, it belonged to two orphan boys in the city, and there was beneath it a treasure belonging to them, and their father had been righteous, and thy Lord intended that they should come to their full strength and should bring forth their treasure as a mercy from their Lord; and I did it not upon my own command. Such is the interpretation of that wherewith thou couldst not bear.
83. (Ey Muhammed), sana Zu'l-Karneyn'den soruyorlar. De ki: "Size ondan bir anı okuyacağım."
They will ask thee of Dhu'l-Qarneyn. Say: I shall recite unto you a remembrance of him.
84. Biz onu yeryüzünde güçlü kıldık ve ona herşeyden bir sebep (istediği herşeye ulaşmanın yolunu, aracını) verdik.
Lo! We made him strong in the land and gave him unto everything a road.
85. O da (kendisini batı ülkelerine ulaştıracak) bir yol tuttu.
And he followed a roadd
86. Nihâyet güneşin battığı yere ulaşınca onu, kara balçıklı bir gözede batar buldu. Onun yanında da bir kavim buldu. Dedik ki: "Ey Zu'l-Karneyn, (onlara) ya azâb edersin veya kendilerine güzel davranırsın (onları güzellikle yola getirirsin. Nasıl istersen öyle yaparsın)."
Till, when he reached the setting-place of the sun, he found it setting in a muddy spring, and found a people thereabout: We said: O Dhu'l-Qarneyn! Either punish or show them kindness.
87. Dedi: "Kim haksızlık ederse, ona azâb edeceğiz, sonra o, Rabbine döndürülecektir. O da ona görülmemiş bir azâb edecektir."
He said: As for him who doth wrong, we shall punish him, and then he will be brought back unto his Lord, who will punish him with awful punishment!
88. Fakat inanıp iyi iş yapan kimseye de en güzel mükâfât vardır. Ona buyruğumuzdan kolay olanı söyleyeceğiz (onu zor işlere koşmayacağız).
But as for him who believeth and doth right, good will be his reward, and we shall speak unto him a mild command.
89. Sonra yine bir yol tuttu.
Then he followed a roadd
90. Nihâyet güneşin doğduğu yere ulaşınca onu, güneşe karşı kendilerine siper yapmadığımız bir kavim üzerine doğar buldu.
Till, when he reached the rising-place of the sun, he found it rising on a people for whom We had appointed no shelter therefrom.
91. İşte (Zu'l-Karneyn) böyle (yüksek bir mevkie ve hükümranlığa sâhip) idi. Onun yanında (daha) nice bilgi ve yetki bulunduğunu biliyorduk.
So (it was). And We knew all concerning him.
92. Sonra yine bir yol tuttu.
Then he followed a roadd
93. Nihâyet iki sed arasına ulaşınca onların önünde hemen hiç söz anlamayan bir kavim buldu.
Till, when he came between the two mountains, he found upon their hither side a folk that scarce could understand a saying.
94. Dediler ki: "Ey Zu'l-Karneyn, Ye'cûc ve Me'cûc, bu yerde bozgunculuk yapıyorlar. Bizimle onların arasına bir sed yapman için sana bir vergi verelim mi?"
They said: O Dhu'l-Qarneyn! Lo! Gog and Magog are spoiling the land. So may we pay thee tribute on condition that thou set a barrier between us and them?
95. Dedi ki: "Rabbimin, beni içinde bulundurduğu imkânlar, (sizin vereceğinizden) daha hayırlıdır. Siz bana (insan) güc(üy)le yardım edin de sizinle onlar arasına sağlam bir engel yapayım."
He said: That wherein my Lord hath established me is better (than your tribute). Do but help me with strength (of men), I will set between you and them a bank.
96. Bana demir kütleleri getirin. (Zu'l-Karneyn) iki dağın arasını (demir kütleleriyle doldurtup dağlarla) aynı seviyeye getirince: "Üfleyin!" dedi. Nihâyet o(demir kütleleri)ni bir ateş haline sokunca "Getirin bana, üzerine erimiş katran dökeyim," dedi.
Give me pieces of iron - till, when he had levelled up (the gap) between the cliffs, he said: Blow! - till, when he had made it a fire, he said: Bring me molten copper to pour thereon.
97. Artık (Ye'cûc Me'cûc) onu ne aşabildiler, ne de delebildiler.
And (Gog and Magog) were not able to surmount, nor could they pierce (it).
98. (Zu'l-Karneyn) dedi: "Bu, Rabbimin bir rahmetidir. Rabbimin va'di gel(ip Ye'cûc ve Me'cûc'un çıkması, yahut kıyâmetin kopması gerek)diği zaman onu yerle bir eder; şüphesiz Rabbimin va'di gerçektir."
He said: This is a mercy from my Lord; but when the promise of my Lord cometh to pass, He will lay it low, for the promise of my Lord is true.
99. Biz o gün (Ye'cûc ve Me'cûc'u) bırakmışızdır: Birbiri içinde dalgalanır(lar). Sûr'a da üflenmiştir ve onları hep bir araya toplamışızdır.
And on that day We shall let some of them surge against others, and the Trumpet will be blown. Then We shall gather them together in one gathering.
100. O gün cehennemi kâfirlere açıkça göstereceğiz.
On that day We shall present hell to the disbelievers, plain to view,
101. Onlar ki beni anmağa karşı gözleri perde içinde idi ve (Kur'ân'ı) dinlemeğe tahammül edemezlerdi.
Those whose eyes were hoodwinked from My reminder, and who could not bear to hear.
102. O nankörler benden ayrı olarak kullarımı kendilerine veliler yapacaklarını mı sandılar? Biz kâfirlere cehennemi konak olarak hazırladık.
Do the disbelievers reckon that they can choose My bondmen as protecting friends beside Me? Lo! We have prepared hell as a welcome for the disbelievers.
103. De ki: "Size işleri bakımından en çok ziyana uğrayacak olanları söyleyeyim mi?"
Say: Shall We inform you who will be the greatest losers by their works?
104. Dünyâ hayâtında bütün çabaları boşa gitmiş olan ve kendileri de iyi iş yaptıklarını sanan kimseleri?
Those whose effort goeth astray in the life of the world, and yet they reckon that they do good work.
105. İşte onlar, Rablerinin âyetlerini ve O'na kavuşmayı inkâr eden, bu yüzden eylemleri boşa çıkan kimselerdir. (Yaptıkları işler tamamen boşa çıktığından) kıyâmet günü onlar için bir terazi kurmayız (veya onlara hiçbir değer vermeyiz).
Those are they who disbelieve in the revelations of their Lord and in the meeting with Him. Therefore their works are vain, and on the Day of Resurrection We assign no weight to them.
106. İnkâr ettikleri, âyetlerimi ve elçilerimi eğlence yerine koydukları için onların cezâsı cehennemdir.
That is their reward: hell, because they disbelieved, and made a jest of Our revelations and Our messengers.
107. İnanıp iyi işler yapanlara gelince, onların konağı da Firdevs cennetleridir.
Lo! those who believe and do good works, theirs are the Gardens of Paradise, for welcome,
108. Orada sürekli kalacaklardır. Oradan hiç ayrılmak istemezler.
Wherein they will abide, with no desire to be removed from thence.
109. De ki: "Rabbimin sözleri(ni yazmak) için deniz mürekkep olsa, Rabbimin sözleri tükenmeden önce deniz tükenir." Yardım için bir o kadarını daha getirsek (yine yetmez).
Say: Though the sea became ink for the Words of my Lord, verily the sea would be used up before the Words of my Lord were exhausted, even though We brought the like thereof to help.
110. De ki: "Ben de sizin gibi bir insanım; Tanrınızın bir tek Tanrı olduğu bana vahyolunuyor. Kim Rabbine kavuşmayı arzu ediyorsa iyi iş yapsın ve Rabbine (yaptığı) ibâdete hiç kimseyi ortak etmesin.
Say: I am only a mortal like you. My Lord inspireth in me that your God is only One God. And whoever hopeth for the meeting with his Lord, let him do righteous work, and make none sharer of the worship due unto his Lord.

Toplam 110 Ayet.

 




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder