|  | 
| 1. | Felâha ulaştı o 
mü'minler. | 
| Successful indeed are the 
believerss | 
|  | 
| 2. | Ki onlar, namazlarında 
saygılıdırlar. | 
| Who are humble in their 
prayers, | 
|  | 
| 3. | Onlar boş şeylerden yüz 
çevirirler. | 
| And who shun vain 
conversation, | 
|  | 
| 4. | Onlar zekâtı verirler. | 
| And who are payers of the 
poor-due; | 
|  | 
| 5. | Ve onlar ırzlarını 
korurlar. | 
| And who guard their 
modestyy | 
|  | 
| 6. | Ancak eşleri, yahut ellerinin 
sâhipolduğu (câriyeler) hariç. (Bunlarla ilişkilerinden dolayı da) onlar 
kınanmazlar. | 
| Save from their wives or the 
(slaves) that their right hands possess, for then they are not 
blameworthy, | 
|  | 
| 7. | Ama bunun ötesine gitmek isteyen 
olursa, işte onlar haddi aşanlardır. | 
| But whoso craveth beyond that, 
such are transgressors, | 
|  | 
| 8. | Ve o(mü'min)ler emânetlerine ve 
ahidlerine özen gösterirler. | 
| And who are shepherds of their 
pledge and their covenant, | 
|  | 
| 9. | Onlar namazlarını (vakitlerinde 
kılarak) korurlar. | 
| And who pay heed to their 
prayers. | 
|  | 
| 10. | İşte vâris olacaklar 
onlardır. | 
| These are the 
heirss | 
|  | 
| 11. | Onlar (en yüksek cennet olan) 
Firdevs'e vâris olacaklar, orada ebedi kalacaklardır. | 
| Who will inherit Paradise. 
There they will abide. | 
|  | 
| 12. | Andolsun biz insanı çamurdan bir 
süzmeden yarattık. | 
| Verily We created man from a 
product of wet earth; | 
|  | 
| 13. | Sonra onu bir nutfe (sperm) olarak 
sağlam bir karar yerine koyduk. | 
| Then placed him as a drop (of 
seed) in a safe lodging; | 
|  | 
| 14. | Sonra nutfeyi alaka(embriyo)ya 
çevirdik, alaka(embriyo)yı bir çiğnemlik ete çevirdik, bir çiğnemlik eti 
kemiklere çevirdik, kemiklere et giydirdik; sonra onu bambaşka bir yaratık 
yaptık. Yaratanların en güzeli Allâh, ne yücedir! | 
| Then fashioned We the drop a 
clot, then fashioned We the clot a little lump, then fashioned We the little 
lump bones, then clothed the bones with flesh, and then produced it another 
creation. So blessed be Allah, the Best of Creators! | 
|  | 
| 15. | Sonra siz, bunun ardından 
öleceksiniz. | 
| Then lo! after that ye surely 
die. | 
|  | 
| 16. | Sonra, siz kıyâmet günü muhakkak 
diriltileceksiniz. | 
| Then lo! on the Day of 
Resurrection ye are raised (again). | 
|  | 
| 17. | Üstünüzde de yedi tabaka (yedi gök) 
yarattık. Biz yaratmadan gâfil değiliz. | 
| And We have created above you 
seven paths, and We are never unmindful of creation. | 
|  | 
| 18. | Gökten belli ölçü ve miktarda su 
indirip onu yerde durdurduk. Biz onu (indirmeğe kâdir olduğumuz gibi) gidermeğe 
de kâdiriz. | 
| And We send down from the sky 
water in measure, and We give it lodging in the earth, and lo! We are able to 
withdraw it. | 
|  | 
| 19. | Onunla size, içlerinde sizin için 
birçok meyvalar bulunan hurma ve üzüm bahçeleri yetiştirdik, onlardan 
yiyorsunuz. | 
| Then We produce for you 
therewith gardens of date-palms and grapes, wherein is much fruit for you and 
whereof ye eat; | 
|  | 
| 20. | Yine onunla Tûr-i Sinâ'dan çıkan, 
(meyvası) yağlı olarak biten, yiyenlerin (yağına ekmeklerini) batıracakları bir 
(zeytin) ağac(ı) yetiştirdik. | 
| And a tree that springeth forth 
from Mount Sinai that groweth oil and relish for the eaters. | 
|  | 
| 21. | Hayvanlarda da sizin için ibret 
vardır: Karınlarının içindekinden size içiriyoruz. Onlarda sizin için daha 
birçok faydalar var, aynı zamanda onlardan yersiniz. | 
| And lo! in the cattle there is 
verily a lesson for you. We give you to drink of that which is in their bellies, 
and many uses have ye in them, and of them do ye eat; | 
|  | 
| 22. | O(hayva)nların üzerinde ve gemiler 
üzerinde taşınırsınız. | 
| And on them and on the ship ye 
are carried. | 
|  | 
| 23. | Andolsun biz, Nûh'u kavmine 
gönderdik: "Ey kavmim, dedi, Allah'a kulluk edin, sizin O'ndan başka tanrınız 
yoktur, korunmaz mısınız?" | 
| And We verily sent Noah unto 
his folk, and he said: O my people! Serve Allah. Ye have no other God save Him. 
Will ye not ward off (evil)? | 
|  | 
| 24. | Kavminin içinden ileri gelen 
inkârcı bir grup (şöyle) dedi: "Bu da sizin gibi bir insandan başka bir şey 
değildir. Size üstün gelmek istiyor. Eğer Allâh (elçi göndermek) dileseydi, 
melekleri indirirdi. Biz ilk babalarımızdan böyle bir şey işitmedik." | 
| But the chieftains of his folk, 
who disbelieved, said: This is only a mortal like you who would make himself 
superior to you. Had Allah willed, He surely could have sent down angels. We 
heard not of this in the case of our fathers of old. | 
|  | 
| 25. | "O, kendisinde delilik bulunan bir 
adamdır, başka bir şey değildir. Hele bir süreye kadar onu gözetleyin. | 
| He is only a man in whom is a 
madness, so watch him for a while." | 
|  | 
| 26. | (Nûh): "Rabbim, beni yalanlamaları 
karşısında bana yardım et (bana verdiğin sözü yerine getir)!" dedi. | 
| He said: My Lord! Help me 
because they deny me. | 
|  | 
| 27. | Biz de ona vahyettik ki: 
"Gözlerimizin önünde ve vahyimiz(öğretimimiz)le o gemiyi yap. Bizim buyruğumuz 
gelip de tandır kaynayınca her cinsten iki çift ve âileni de alıp ona sok. 
Yalnız onlar içinde alehylerine söz geçmiş (azâbımıza uğrama hükmü giymiş) 
olanları bırak. O zulmedenler hakkında bana yalvarma; onlar, mutlaka 
boğulacaklardır! | 
| Then We inspired in him, 
saying: Make the ship under Our eyes and Our inspiration. Then, when Our command 
cometh and the oven gusheth water, introduce therein of every (kind) two 
spouses, and thy household save him thereof against whom the Word hath already 
gone forth. And plead not with Me on behalf of those who have done wrong. Lo! 
they will be drowned. | 
|  | 
| 28. | Sen ve yanında bulunanlar gemiye 
yerleştiğiniz zaman: "Bizi o zâlim kavimden kurtaran Allah'a hamdolsun." 
de. | 
| And when thou art on board the 
ship, thou and whoso is with thee, then say: Praise be to Allah Who hath saved 
us from the wrong-doing folk! | 
|  | 
| 29. | Ve de ki: "Rabbim, beni mübârek bir 
inişle indir; sen konuklayanların en hayırlısısın." | 
| And say: My Lord! Cause me to 
land at a blessed landing-place, for Thou art best of all who bring to 
land. | 
|  | 
| 30. | Gerçi biz, (onları) sınıyorduk ama, 
bu olayda (sizler için de) nice ibretler vardır. | 
| Lo! herein verily are portents, 
for lo! We are ever putting (mankind) to the test. | 
|  | 
| 31. | Sonra onların ardından başka bir 
nesil yetiştirdik. | 
| Then, after them, We brought 
forth another generation; | 
|  | 
| 32. | Onlara da kendi içlerinden: 
"Allah'a kulluk edin, sizin O'ndan başka Tanrınız yoktur, (Allâh'ın azâbından) 
korunmaz mısınız?" diyen bir elçi gönderdik. | 
| And We sent among them a 
messenger of their own, saying: Serve Allah. Ye have no other God save Him. Will 
ye not warn off (evil)? | 
|  | 
| 33. | Kavminden, kendilerine dünyâ 
hayâtında bol ni'met verdiğimiz o inkâr eden ve âhiret buluşmasını (hesap ve 
cezâsını) yalanlayan eşraf takımı dedi ki: "Bu da sizin gibi bir insandan başka 
bir şey değildir. Sizin yediğinizden yiyor, içtiğinizden içiyor." | 
| And the chieftains of his folk, 
who disbelieved and denied the meeting of the Hereafter, and whom We had made 
soft in the life of the world, said: This is only a mortal like you, who eateth 
of that whereof ye eat and drinketh of that ye drink. | 
|  | 
| 34. | Eğer sizin gibi bir insana itâ'at 
ederseniz o takdirde siz, mutlaka ziyana uğrayanlarsınız demektir. | 
| If ye were to obey a mortal 
like yourselves, ye surely would be losers. | 
|  | 
| 35. | O size, siz öldüğünüz, toprak ve 
kemik haline geldiğiniz zaman yeniden hayâta çıkarılacağınızı mı 
va'dediyor? | 
| Doth he promise you that you, 
when ye are dead and have become dust and bones, will (again) be brought 
forth? | 
|  | 
| 36. | Heyhât, o size va'dedilen şey ne 
kadar uzak! | 
| Begone, begone, with that which 
ye are promised! | 
|  | 
| 37. | Ne ise hep bu dünyâ hayâtımızdır; 
ölürüz ve yaşarız, biz öldükten sonra diriltilecek değiliz. | 
| There is naught but our life of 
the world; we die and we live, and we shall not be raised 
(again). | 
|  | 
| 38. | O, Allah'a yalan uydurandan başka 
bir adam değildir. Biz ona inanıcı(insan)lar değiliz. | 
| He is only a man who hath 
invented a lie about Allah. We are not going to put faith in 
him. | 
|  | 
| 39. | (O peygamber): "Rabbim, dedi, beni 
yalanlamaları karşısında bana yardım et." | 
| He said: My Lord! Help me 
because they deny me, | 
|  | 
| 40. | (Allâh): "Az sonra onlar pişman 
olacaklar!" dedi. | 
| He said: In a little while they 
surely will become repentant. | 
|  | 
| 41. | Derken o korkunç ses, onları 
gerçekten yakaladı da onları sel süprüntüsü haline getirdik. Uzak olsun o zâlim 
kavim!. | 
| So the (Awful) Cry overtook 
them rightfully, and We made them like as wreckage (that a torrent hurleth). A 
far removal for wrong-doing folk! | 
|  | 
| 42. | Sonra onların ardından başka 
nesiller yetiştirdik. | 
| Then after them We brought 
forth other generations. | 
|  | 
| 43. | Hiçbir ümmet, ne süresinden ileri 
geçebilir, ne de geri kalabilir. | 
| No nation can outstrip its 
term, nor yet postpone it. | 
|  | 
| 44. | Sonra biz, elçilerimizi ardı ardına 
gönderdik. Hangi ümmete elçisi geldiyse onlar onu yalanladılar, biz de onları 
birbiri ardınca devirdik ve hepsini birer efsâne yaptık. İnanmayan toplum uzak 
olsun. | 
| Then We sent Our messengers one 
after another. Whenever its messenger came unto a nation they denied him; so We 
caused them to follow one another (to disaster) and We made them bywords. A far 
removal for folk who believe not! | 
|  | 
| 45. | Sonra Mûsâ'yı ve kardeşi Hârûn'u 
âyetlerimizle ve apaçık bir delille gönderdik; | 
| Then We sent Moses and his 
brother Aaron with Our tokens and a clear warrantt | 
|  | 
| 46. | Fir'avn'e ve ileri gelen 
adamlarına. Onlar büyüklük tasladılar ve böbürlenen bir topluluk 
oldular. | 
| Unto Pharaoh and his chiefs, 
but they scorned (them) and they were despotic folk. | 
|  | 
| 47. | Şu iki adamın kavmi bize kölelik 
ederken, şimdi biz kalkıp bizim gibi iki insana mı inanacağız? 
dediler. | 
| And they said: Shall we put 
faith in two mortals like ourselves, and whose folk are servile unto 
us? | 
|  | 
| 48. | Onları yalanladılar ve helâk 
edilenlerden oldular. | 
| So they denied them, and became 
of those who were destroyed. | 
|  | 
| 49. | (Sonra Mûsâ, İsrâil oğullarını 
Mısır'dan çıkardı. İsrâil oğulları) Doğru yolu bulsunlar diye biz, Mûsâ'ya 
Kitabı (Tevrât'ı) verdik. | 
| And we verily gave Moses the 
Scripture, that haply they might go aright. | 
|  | 
| 50. | Meryem oğlunu ve annesini bir 
mu'cize kıldık ve onları oturmaya uygun, çeşmeli bir tepeye 
yerleştirdik. | 
| And We made the son of Mary and 
his mother a portent, and We gave them refuge on a height, a place of flocks and 
water-springs. | 
| 
| 51. | Ey elçiler, güzel şeylerden yeyin 
ve yararlı iş yapın. Çünkü ben yaptıklarınızı bilmekteyim. |  
| O ye messengers! Eat of the 
good things, and do right. Lo! I am Aware of what ye do. |  
|  |  
| 52. | Ve işte sizin bu ümmetiniz bir tek 
ümmettir, ben de sizin Rabbinizim, benden korkun. (dedik). |  
| And lo! this your religion is 
one religion and I am your Lord, so keep your duty unto Me. |  
|  |  
| 53. | Fakat işlerini aralarında 
parçalayıp, çeşitli Kitaplara ayırdılar. Her parti, kendi yanında bulunanla 
sevinmektedir. |  
| But they (mankind) have broken 
their religion among them into sects, each sect rejoicing in its 
tenets. |  
|  |  
| 54. | Bir süreye kadar onları, 
(daldıkları) gafletleri içinde bırak. |  
| So leave them in their error 
till a time. |  
|  |  
| 55. | Onlar sanıyorlar mı ki kendilerine 
verdiğimiz mal ve oğullar ile, |  
| Think they that in the wealth 
and sons wherewith We provide themm |  
|  |  
| 56. | Onların iyiliklerine koşuyoruz? 
Hayır, (bu verdiğimiz dünyâ ni'metleri, onlar için bir imtihandır, fakat onlar) 
farkında değiller. |  
| We hasten unto them with good 
things? Nay, but they perceive not. |  
|  |  
| 57. | Onlar ki Rablerine saygıdan 
titrerler. |  
| Lo! those who go in awe for 
fear of their Lord, |  
|  |  
| 58. | Ve onlar ki Rablerinin âyetlerine 
inanırlar. |  
| And those who believe in the 
revelations of their Lord, |  
|  |  
| 59. | Ve onlar ki Rablerine ortak 
koşmazlar. |  
| And those who ascribe not 
partners unto their Lord, |  
|  |  
| 60. | Verdiklerini, Rablerinin huzûruna 
dönecekleri düşüncesiyle kalbleri korkudan ürpererek verirler. |  
| And those who give that which 
they give with hearts afraid because they are about to return unto their 
Lord, |  
|  |  
| 61. | İşte onlar, hayır işlerine koşarlar 
ve onlar hayır için önde giderler. |  
| These race for the good things, 
and they shall win them in the race. |  
|  |  
| 62. | Biz, hiç kimseye gücünün üstünde 
bir şey teklif etmeyiz. Katımızda gerçeği söyleyen bir Kitap vardır. (Herkesin 
eylemleri onda tesbit edilmiştir), onlara asla haksızlık edilmez. |  
| And We task not any soul beyond 
its scope, and with Us is a Record which speaketh the truth, and they will not 
be wronged. |  
|  |  
| 63. | Fakat onların kalbleri, bundan 
gaflet içindedir. Onların bundan başka (birtakım pis) işleri daha var ki, onlar 
hep o işler için çalışırlar. |  
| Nay, but their hearts are in 
ignorance of this (Qur'an), and they have other works, besides, which they are 
doing; |  
|  |  
| 64. | Nihâyet varlıklılarını azâb ile 
yakaladığımız zaman, hemen feryâda başlarlar. |  
| Till when We grasp their 
luxurious ones with the punishment, behold! they supplicate. |  
|  |  
| 65. | "Bugün artık feryâdetmeyin, bize 
karşı size yardım olunmaz (kimse sizi bizim azâbımızdan kurtaramaz). |  
| Supplicate not this day! 
Assuredly ye will not be helped by Us." |  
|  |  
| 66. | "Âyetlerim size okunuyordu da siz 
arkanıza dönüyordunuz. |  
| My revelations were recited 
unto you, but ye used to turn back on your heels," |  
|  |  
| 67. | Âyetlerime karşı kibirlenerek 
geceleyin (Ka'be'nin çevresinde toplanıp) saçmalıyordunuz. |  
| In scorn thereof. Nightly did 
ye rave together. |  
|  |  
| 68. | Onlar o sözü (Kur'ân'ı) iyice 
düşünmediler mi, yoksa onlara, ilk atalarına gelmeyen bir şey (bir elçi ve 
Kitap) geldi diye mi (böyle davranıyorlar)? |  
| Have they not pondered the 
Word, or hath that come unto them which came not unto their fathers of 
old? |  
|  |  
| 69. | Yoksa elçilerini tanımadıkları 
(onun doğruluğunu, dürüstlüğünü bilmedikleri) için mi onu inkâr 
ediyorlar? |  
| Or know they not their 
messenger, and so reject him? |  
|  |  
| 70. | Yoksa "Onda bir delilik var" mı 
diyorlar? Hayır, o kendilerine hakkı getirdi, fakat çokları haktan 
hoşlanmıyorlar. |  
| Or say they: There is a madness 
in him? Nay, but he bringeth them the Truth; and most of them are haters of the 
Truth. |  
|  |  
| 71. | Eğer hak, onların keyiflerine 
uysaydı, gökler, yer ve bunların içinde bulunan kimseler bozulur, giderdi. Biz 
onlara Zikir'lerini getirdik fakat onlar, Zikirlerinden yüz 
çeviriyorlar. |  
| And if the Truth had followed 
their desires, verily the heavens and the earth and whosoever is therein had 
been corrupted. Nay, We have brought them their Reminder, but from their 
Reminder they now turn away. |  
|  |  
| 72. | Yoksa sen onlardan bir vergi mi 
istiyorsun (da onun için mi hakkı kabul etmiyorlar)? Rabbinin vergisi daha 
hayırlıdır. O, rızık verenlerin en iyisidir. |  
| Or dost thou ask of them (O 
Muhammad) any tribute? But the bounty of thy Lord is better, for He is best of 
all who make provision. |  
|  |  
| 73. | Sen onları doğru bir yola 
çağırıyorsun. |  
| And lo! thou summonest them 
indeed unto a right path. |  
|  |  
| 74. | Ama âhirete inanmayanlar yoldan 
sapıyorlar. |  
| And lo! those who believe not 
in the Hereafter are indeed astray from the path. |  
|  |  
| 75. | Biz onlara acıyıp da başlarındaki 
sıkıntıyı açsaydık, yine azgınlıklarında bocalamağa devam ederlerdi. |  
| Though We had mercy on them and 
relieved them of the harm afflicting them, they still would wander blindly on in 
their contumacy. |  
|  |  
| 76. | Andolsun biz onları azâb ile 
yakaladık, ama yine Rabblerine boyun eğmediler, O'na yalvarmıyorlar. |  
| Already have We grasped them 
with punishment, but they humble not themselves unto their Lord, nor do they 
pray, |  
|  |  
| 77. | Nihâyet üzerlerine şiddetli bir 
azâb kapısı açtığımız zaman, derhal O'nun içinde şaşkın ve umutsuz 
kalırlar. |  
| Until, when We open for them 
the gate of extreme punishment, behold! they are aghast 
thereat. |  
|  |  
| 78. | O'dur ki, sizin için o kulağı, o 
gözleri ve gönülleri inşâ etti. Ne kadar az şükrediyorsunuz! |  
| He it is Who hath created for 
you ears and eyes and hearts. Small thanks give ye! |  
|  |  
| 79. | O'dur ki, sizi yeryüzünde yaratıp 
yaydı ve O'na götürüleceksiniz. |  
| And He it is Who hath sown you 
broadcast in the earth, and unto Him ye will be gathered. |  
|  |  
| 80. | O'dur ki yaşatıyor, öldürüyor. 
Gecenin ve gündüzün değişmesi O'nun(eseri)dir. Aklınızı kullanmıyor 
musunuz? |  
| And He it is Who giveth life 
and causeth death, and His is the difference of night and day. Have ye then no 
sense? |  
|  |  
| 81. | Hayır, onlar da evvelkilerin 
dedikleri gibi dediler: |  
| Nay, but they say the like of 
that which said the men of old; |  
|  |  
| 82. | Öldüğümüz, toprak ve kemik haline 
geldiğimiz zaman mı, biz mi diriltileceğiz? dediler. |  
| They say: When we are dead and 
have become (mere) dust and bones, shall we then, forsooth, be raised 
again? |  
|  |  
| 83. | Andolsun bu tehdid bize de bizden 
önce atalarımıza da yapıldı. Bu, evvelkilerin masallarından başka bir şey 
değildir. |  
| We were already promised this, 
we and our forefathers. Lo! this is naught but fables of the men of 
old. |  
|  |  
| 84. | De ki: "Biliyorsanız dünyâ ve 
içinde bulunanlar kimindir?" |  
| Say: Unto Whom (belongeth) the 
earth and whosoever is therein, if ye have knowledge? |  
|  |  
| 85. | Allâh'ındır diyecekler. "O halde 
düşün(üp, ilk kez yaratanın, ikinci defa yine yaratılabileceğini anla)mıyor 
musunuz?" de. |  
| They will say: Unto Allah. Say: 
Will ye not then remember? |  
|  |  
| 86. | Yedi göğün Rabbi ve büyük Arş'ın 
Rabbi kimdir? de. |  
| Say: Who is Lord of the seven 
heavens, and Lord of the Tremendous Throne? |  
|  |  
| 87. | Bunlar Allâh'ındır diyecekler. "O 
halde korunmuyor musunuz?" de. |  
| They will say: Unto Allah (all 
that belongeth). Say: Will ye not then keep duty (unto Him)? |  
|  |  
| 88. | Biliyorsanız (söyleyin) her şeyin 
melekûtu (mülkü ve yönetimi) elinde olan, koruyup kollayan, fakat kendisi 
korunup kollan(maya muhtaç ol)mayan kimdir? de. |  
| Say: In Whose hand is the 
dominion over all things and He protecteth, while against Him there is no 
protection, if ye have knowledge? |  
|  |  
| 89. | (Her şeyin yönetimi) Allah'a âittir 
diyecekler. "O halde nasıl büyüleniyorsunuz?" de. |  
| They will say: Unto Allah (all 
that belongeth). Say: How then are ye bewitched? |  
|  |  
| 90. | Doğrusu biz, onlara hakkı getirdik, 
(bizim söylediklerimiz gerçektir), onlarsa yalancıdırlar. |  
| Nay, but We have brought them 
the Truth, and lo! they are liars. |  
|  |  
| 91. | Allâh çocuk edinmemiştir. O'nunla 
beraber hiçbir tanrı yoktur. Öyle olsaydı her tanrı, kendi yarattığını götürürdü 
ve onlardan biri diğerine üstün gelmeğe çalışırdı. Allâh, onların 
tanımlamalarından uzaktır. |  
| Allah hath not chosen any son, 
nor is there any God along with Him; else would each God have assuredly 
championed that which he created, and some of them would assuredly have overcome 
others. Glorified be Allah above all that they allege. |  
|  |  
| 92. | (O), görünmeyeni ve görüneni bilir; 
onların ortak koştukları şeylerden yücedir. |  
| Knower of the invisible and the 
visible! and exalted be He over all that they ascribe as partners (unto 
Him)! |  
|  |  
| 93. | De ki: "Rabbim, eğer onların 
tehdidedildikleri şeyi mutlaka bana göstereceksen (ben sağ iken onları 
cezâlandıracaksan)," |  
| Say: My Lord! If Thou shouldst 
show me that which they are promised, |  
|  |  
| 94. | Rabbim, beni şu zâlim kavmin içinde 
bırakma! |  
| My Lord! then set me not among 
the wrong-doing folk. |  
|  |  
| 95. | Biz, onları tehdidettiğimiz şeyi 
sana göstermeğe elbette kâdiriz (onları cezâlandıracağız ve sen bunu 
göreceksin). |  
| And verily We are Able to show 
thee that which We have promised them. |  
|  |  
| 96. | Kötülüğü en güzel şeyle sav. Biz 
onların (seni) nasıl vasıflandıracaklarını biliyoruz. |  
| Repel evil with that which is 
better. We are Best Aware of that which they allege. |  
|  |  
| 97. | Ve de ki: "Rabbim, şeytânların 
dürtüklemelerinden sana sığınırım." |  
| And say: My Lord! I seek refuge 
in Thee from suggestions of the evil ones, |  
|  |  
| 98. | Ve onların yanıma uğramalarından 
sana sığınırım Rabbim. |  
| And I seek refuge in Thee, my 
Lord, lest they be present with me, |  
|  |  
| 99. | Nihâyet onlardan birine ölüm 
geldiği zaman: "Rabbim, der, beni geri döndürünüz!" |  
| Until, when death cometh unto 
one of them, he saith: My Lord! Send me back, |  
|  |  
| 100. | Ki terk ettiğim dünyâda yararlı bir 
iş yapayım. Hayır, bu onun söylediği bir sözdür. Önlerinde tâ diriltilecekleri 
güne kadar bir berzah vardır. |  
| That I may do right in that 
which I have left behind! But nay! It is but a word that he speaketh; and behind 
them is a barrier until the day when they are raised. |  
| 
| 101. | Sûr'a üflendiği zaman, artık o gün 
aralarında soylar yoktur ve (insanlar, birbirlerine soylarını) 
sormazlar. |  
| And when the Trumpet is blown 
there will be no kinship among them that day, nor will they ask of one 
another. |  
|  |  
| 102. | Kimlerin (eylemlerinin) tartıları 
ağır gelirse, işte onlar kurtuluşa erenlerdir. |  
| Then those whose scales are 
heavy, they are the successful. |  
|  |  
| 103. | Kimlerin tartıları hafif gelirse, 
işte onlar da kendilerini ziyana sokanlar, cehennemde sürekli 
kalanlardır. |  
| And those whose scales are 
light are those who lose their souls, in hell abiding. |  
|  |  
| 104. | (Orada onların) yüzlerini ateş 
yalar. Öyle ki (ateşin) içinde (dehşetten dudakları gerilir de) dişleri açıkta 
kalır. |  
| The fire burneth their faces, 
and they are glum therein. |  
|  |  
| 105. | Âyetlerim size okunurdu da siz 
onları yalanlardınız değil mi? |  
| (It will be said): Were not My 
revelations recited unto you, and then ye used to deny them? |  
|  |  
| 106. | Rabbimiz, dediler, bahtsızlığımız 
bizi yendi. Biz sapık bir topluluk olduk. |  
| They will say: Our Lord! Our 
evil fortune conquered us, and we were erring folk. |  
|  |  
| 107. | Rabbimiz, bizi bundan çıkar. Eğer 
bir daha (yaptığımız kötü işlere) dönersek artık biz gerçekten 
zâlimleriz. |  
| Our Lord! Oh, bring us forth 
from hence! If we return (to evil) then indeed we shall be 
wrong-doers. |  
|  |  
| 108. | Buyurdu ki: "Sinin orada, bana bir 
şey söylemeyin!" |  
| He saith: Begone therein, and 
speak not unto Me. |  
|  |  
| 109. | Zira kullarımdan bir zümre: 
'Rabbimiz inandık, bizi bağışla, bize acı, sen acıyanların en hayırlısısın' 
dedikleri için |  
| Lo! there was a party of My 
slaves who said: Our Lord! We believe, therefore forgive us and have mercy on us 
for Thou art best of all who show mercy; |  
|  |  
| 110. | Siz onlarla alay ettiniz, (sürekli 
onlarla uğraştığınız için onlar) size beni anmayı unutturdular. Siz dâimâ onlara 
gülüyordunuz. |  
| But ye chose them from a 
laughing-stock until they caused you to forget remembrance of Me, while ye 
laughed at them. |  
|  |  
| 111. | Bugün ben, onlara sabretmelerinin 
karşılığını verdim; onlar (evet) işte kurtulup murâda erenler 
onlardır. |  
| Lo! I have rewarded them this 
day forasmuch as they were steadfast; and they verily are the 
triumphant. |  
|  |  
| 112. | Ve buyurdu: "Yer yüzünde yıllar 
sayısınca ne kadar kaldınız?" |  
| He will say: How long tarried 
ye in the earth, counting by years? |  
|  |  
| 113. | (Herhalde) Bir gün, yahut günün bir 
kısmı kadar kaldık; sayanlara sor, dediler. |  
| They will say: We tarried but a 
day or part of a day. Ask of those who keep count! |  
|  |  
| 114. | Buyurdu ki: "Sadece az bir zaman 
kaldınız, keşke bilseydiniz!" |  
| He will say: Ye tarried but a 
little if ye only knew. |  
|  |  
| 115. | Bizim sizi boş yere, bir oyun ve 
eğlence olarak yarattığımızı ve sizin bize döndürülüp getirilmeyeceğinizi mi 
sandınız? |  
| Deemed ye then that We had 
created you for naught, and that ye would not be returned unto 
Us? |  
|  |  
| 116. | Hak pâdişah olan Allâh, pek 
yücedir. O'ndan başka tanrı yoktur. O, Kerim Arş'ın sâhibidir. |  
| Now Allah be exalted, the True 
King! There is no God save Him, the Lord of the Throne of 
Grace. |  
|  |  
| 117. | Kim Allâh ile beraber, varlığını 
kanıtlayacak hiçbir delil bulunmayan bir tanrıya taparsa, onun hesabı, Rabbinin 
yanındadır (onu Allâh cezâlandırır) çünkü kâfirler iflâh olmazlar. |  
| He who crieth unto any other 
god along with Allah hath no proof thereof. His reckoning is only with his Lord. 
Lo! disbelievers will not be successful. |  
|  |  
| 118. | De ki: "Rabbim, bağışla, acı, sen 
acıyanların en hayırlısısın." |  
| And (O Muhammad) say: My Lord! 
Forgive and have mercy, for Thou art best of all who show 
mercy. |  
|  |  
 
 
Toplam 118 Ayet. |  
  
 
 | 
 
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder