Translate

27 Temmuz 2012 Cuma

20 - Taha [ Tâhâ ]


1. Tâ, Hâ.
Ta. Ha.
2. Biz bu Kur'ân'ı sana güçlük çekesin diye indirmedik.
We have not revealed unto thee (Muhammad) this Qur'an that thou shouldst be distressed,
3. Ancak (Allah'tan) korkanlara bir öğüt (olarak indirdik).
But as a reminder unto him who feareth,
4. (O) yeri ve yüce gökleri yaratan tarafından azar azar indirilmiştir.
A revelation from Him Who created the earth and the high heavens,
5. Rahmân Arş'a istivâ etmiş(kurulmuş)tur.
The Beneficent One, Who is established on the Thronee
6. Göklerde, yerde, ikisinin arasında ve toprağın altında bulunanlar hep O'nundur (ne kadar kapalı olursa olsun, O'ndan hiçbir şey gizli kalmaz).
Unto Him belongeth whatsoever is in the heavens and whatsoever is in the earth, and whatsoever is between them, and whatsoever is beneath the sod.
7. Sözü açık söylesen de (gizli söylesen de) muhakkak O, gizliyi de ondan daha gizlisini de bilir.
And if thou speakest aloud, then lo! He knoweth the secret (thought) and (that which is yet) more hidden.
8. Allâh ki, O'ndan başka tanrı yoktur. En güzel isimler O'nundur.
Allah! There is no God save Him. His are the most beautiful names.
9. Mûsâ'nın haberi sana geldi mi?
Hath there come unto thee the story of Moses?
10. Hani (o) bir ateş görmüştü de âilesine: "Siz durun ben bir ateş gördüm, belki ondan size bir kor getiririm, yahut ateşin yanında bir yol gösteren bulurum" demişti.
When he saw a fire and said unto his folk: Wait! Lo! I see a fire afar off. Peradventure I may bring you a brand therefrom or may find guidance at the fire.
11. (Mûsâ), o(ateşin yanı)na gelince kendisine "Ey Mûsâ!" diye seslenildi.
And when he reached it, he was called by name: O Moses!
12. Ben, (evet) ben senin Rabbinim! Pabuçlarını çıkar. Çünkü sen, kutsal vâdide, Tuvâ'dasın.
Lo! I, even I, am thy Lord. So take off thy shoes, for lo! thou art in the holy valley of Tuwa.
13. Ben seni seçtim, şimdi vahyolunanı dinle.
And I have chosen thee, so hearken unto that which is inspired.
14. Muhakkak ben, (evet) ben Allâh'ım, benden başka tanrı yoktur.(Yalnız) bana kulluk et ve beni anmak için namaz kıl.
Lo! I, even I, am Allah. There is no God save Me. So serve Me and establish worship for My remembrance.
15. (Kıyâmet) Sâ'at(i) mutlaka gelecektir. Herkesin, peşinde koştuğu işlerle cezâlanması için, neredeyse onu gizleyeceğim.
Lo! the Hour is surely coming. But I will to keep it hidden, that every soul may be rewarded for that which it striveth (to achieve).
16. Ona inanmayıp keyfine uyan kimse, seni on(a inanmak)dan alıkoymasın, sonra helâk olursun!
Therefore, let not him turn thee aside from (the thought of) it who believeth not therein but followeth his own desire, lest thou perish.
17. Sağ elindeki nedir ey Mûsâ?
And what is that in thy right hand, O Moses?
18. (Mûsâ) dedi: "O, asâ'mdır. Ona dayanıyorum ve onunla davarıma yaprak silkeliyorum ve onda benim daha birçok ihtiyaçlarım var (onunla birçok ihtiyacımı gideririm)."
He said: This is my staff whereon I lean, and wherewith I beat down branches for my sheep, and wherein I find other uses.
19. (Allâh) buyurdu; "(Yere) at onu ey Mûsâ!"
He said: Cast it down, O Moses!
20. (Mûsâ) attı, bir de ne görsün o, koşan kocaman bir yılan!
So he cast it down, and lo! it was a serpent, gliding.
21. (Allâh): "Al onu, dedi, korkma biz onu yine ilk durumuna sokacağız."
He said: Grasp it and fear not. We shall return it to its former state.
22. Elini böğrüne sok; bir hastalık olmadan, ayrı bir mu'cize olarak bembeyaz bir durumda çıksın.
And thrust thy hand within thine armpit, it will come forth white without hurt. (That will be) another token.
23. Ki sana en büyük mu'cizelerimizden bazılarını göstermiş olalım
That We may show thee (some) of Our greater portents,
24. İmdi sen Fir'avn'e git: çünkü o azdı.
Go thou unto Pharaoh! Lo! he hath transgressed (the bounds).
25. (Mûsâ) dedi ki: "Rabbim, benim göğsümü aç (risalet görevini yüklenebilmesi için yüreğimi genişlet)"
(Moses) said: My Lord! Relieve my mindd
26. Bana işimi kolaylaştır.
And ease my task for me;
27. Dilimin düğümünü çöz.
And loose a knot from my tongue,
28. Ki sözümü anlasınlar
That they may understand my saying.
29. Bana âilemden bir vezir ver:
Appoint for me a henchman from my folk,
30. Kardeşim Hârûn'u.
Aaron, my brother.
31. Onunla arkamı kuvvetlendir.
Confirm my strength with him.
32. Onu da işime ortak yap,
And let him share my task,
33. Ki seni çok tesbih edelim,
That we may glorify Thee much.
34. Ve seni çok analım,
And much remember Thee.
35. Şüphesiz sen, bizi görmektesin.
Lo! Thou art ever Seeing us.
36. (Allâh) buyurdu: "Ey Mûsâ, istediğin sana verildi."
He said: Thou art granted thy request, O Moses.
37. Zaten biz sana bir kez daha lutufta bulunmuştuk.
And indeed, another time, already We have shown thee favour,
38. (Sen doğduğun zaman,) Annene vahyedileni vahyetmiştik:
When We inspired in thy mother that which is inspired,
39. Onu sandığa koy, suya at; su onu sahile bıraksın; onu benim de düşmanım onun da düşmanı olan biri alacaktır. "Gözümün önünde yetiştirilmen için senin üzerine benden bir sevgi koydum (görenler senin üzerine koyduğum bu sevgiden ötürü sana meftun oldular)."
Saying: Throw him into the ark, and throw it into the river, then the river shall throw it on to the bank, and there an enemy to Me and an enemy to him shall take him. And I endued thee with love from Me that thou mightest be trained according to My will,
40. Kızkardeşin ona bakacak birini size göstereyim mi? diyordu. Böylece seni annene geri verdik ki gözü aydın olsun, üzülmesin. Sen bir de adam öldürmüştün. O zaman da seni tasadan kurtarmış ve seni iyice denemiştik. Medyen halkı arasında yıllarca kaldın. Sonra belirlediğimiz bir vakitte bize geldin ey Mûsâ!
When thy sister went and said: Shall I show you one who will nurse him? and We restored thee to thy mother that her eyes might be refreshed and might not sorrow. And thou didst kill a man and We delivered thee from great distress, and tried thee with a heavy trial. And thou didst tarry years among the folk of Midian. Then comest thou (hither) by (My) providence, O Moses,
41. Seni kendim için yetiştirdim.
And I have attached thee to Myself.
42. Sen ve kardeşin, âyetlerimi götürün, beni anmakta gevşeklik etmeyin.
Go, thou and thy brother, with My tokens, and be not faint in remembrance of Me.
43. Fir'avn'e gidin, çünkü o azdı.
Go, both of you, unto Pharaoh. Lo! he hath transgressed (the bounds).
44. Ona yumuşak söz söyleyin, belki öğüt alır veya korkar.
And speak unto him a gentle word, that peradventure he may heed or fear.
45. Dediler ki: "Rabbimiz, onun bize taşkınlık etmesinden, yahut iyice azmasından korkuyoruz."
They said: Our Lord! Lo! we fear that he may be beforehand with us or that he may play the tyrant.
46. Korkmayın, dedi, ben sizinle beraberim, işitir ve görürüm.
He said: Fear not. Lo! I am with you twain, Hearing and Seeing.
47. Haydi, varın ona, deyin ki: Biz senin Rabbinin elçileriyiz; İsrâil oğullarını bizimle gönder, onlara azâb etme. Biz Rabbinden sana bir âyet getirdik. Esenlik, hidâyete uyanlaradır.
So go ye unto him and say: Lo! we are two messengers of thy Lord. So let the Children of Israel go with us, and torment them not. We bring thee a token from thy Lord. And peace will be for him who followeth right guidance.
48. Bize, yalanlayıp yüz çevirenin, azâba uğrayacağı vahyolundu.
Lo! it hath been revealed unto us that the doom will be for him who denieth and turneth away.
49. (Fir'avn): "Rabbiniz kimdir ey Mûsâ?" dedi.
(Pharaoh) said: Who then is the Lord of you twain, O Moses?
50. (Mûsâ): "Rabbimiz, her şeye yaratılışını (varlığını ve biçimini) verip sonra onu doğru yola ileten (yaratılış gâyesine uygun yola yönelten)dir." dedi.
He said: Our Lord is He Who gave unto everything its nature, then guided it aright.
51. (Fir'avn): "Peki ya ilk nesillerin hali ne olacak?" dedi.
He said: What then is the state of the generations of old?
52. Dedi ki: "Onların bilgisi Rabbimin yanında bir Kitâptadır. Rabbim şaşmaz ve unutmaz."
He said: The knowledge thereof is with my Lord in a Record. My Lord neither erreth nor forgetteth,
53. O ki, yeri size beşik yaptı ve onda sizin için yollar açtı, gökten bir su indirdi. Onunla her çeşit bitkiden çiftler çıkardık.
Who hath appointed the earth as a bed and hath threaded roads for you therein and hath sent down water from the sky and thereby We have brought forth divers kinds of vegetation,
54. Yeyin, hayvanlarınızı otlatın. Şüphesiz bunda, akıl sâhipleri için ibretler vardır.
(Saying): Eat ye and feed your cattle. Lo! herein verily are portents for men of thought.
55. Sizi topraktan yarattık, yine oraya döndürürüz ve sizi bir kez daha ondan çıkarırız.
Thereof We created you, and thereunto we return you, and thence We bring you forth a second time.
56. Andolsun biz o(Fir'av)n'a âyetlerimizin hepsini gösterdik, yine de yalanladı ve dayattı.
And We verily did show him all Our tokens, but he denied them and refused.
57. Ve: "Sen bizi büyünle yurdumuzdan çıkarasın diye mi geldin ey Mûsâ?" dedi.
He said: Hast come to drive us out from our land by thy magic, O Moses?
58. Biz de mutlaka sana o(se)nin (büyün) gibi bir büyü getireceğiz. Sen şimdi seninle bizim aramızda bir buluşma zamanı ve yeri tayin et; ne senin, ne de bizim caymayacağımız uygun bir yer olsun.
But we surely can produce magic the like thereof; so appoint a tryst between us and you, which neither we nor thou shall fail to keep, at a place convenient (to us both).
59. (Mûsâ): "Buluşma zamanınız, Süs (bayram) günü ve insanaların toplanacağı kuşluk vakti olsun" dedi.
(Moses) said: Your tryst shall be the day of the feast, and let the people assemble when the sun hath risen high.
60. Fir'avn, dönüp gitti, hilesini (büyücüleri ve onların âletlerini) topladı, sonra (belirtilen yere) geldi.
Then Pharaoh went and gathered his strength, then came (to the appointed tryst).
61. Mûsâ onlara: "Yazık size, dedi, Allah'a yalan uydurmayın, sonra (O), bir azâb ile kökünüzü keser, doğrusu iftirâ eden perişan olmuştur!"
Moses said unto them: Woe unto you! Invent not a lie against Allah, lest He extirpate you by some punishment. He who lieth faileth miserably.
62. (Fir'avn'ın topladığı büyücüler), işlerini kendi aralarında tartıştılar ve gizli konuştular.
Then they debated one with another what they must do, and they kept their counsel secret.
63. Dediler ki: "Bunlar iki büyücü, başka bir şey değil. Büyüleriyle sizi yurdunuzdan çıkarmak ve sizin örnek yolunuzu, (üstün dininizi) gidermek istiyorlar."
They said: Lo! these are two wizards who would drive you out from your country by their magic, and destroy your best traditions;
64. Onun için siz hilenizi toplayın, sonra sıra halinde gelin. Bugün üstün gelen başarmıştır.
So arrange your plan, and come in battle line. Whoso is uppermost this day will be indeed successful.
65. (Büyücüler önce Mûsâ'nın işe başlamasını istediler) Dediler ki: "Ey Mûsâ, ya sen at, yahut önce atan biz olalım."
They said: O Moses! Either throw first, or let us be the first to throw?
66. (Mûsâ): "Hayır siz atın!" dedi. (Attılar. Mûsâ) bir de ne görsün: Büyülerinden ötürü onların ipleri ve sopaları gerçekten koşuyor gibi görünüyor.
He said: Nay, do ye throw! Then Lo! their cords and their staves, by their magic, appeared to him as though they ran.
67. Bu yüzden Mûsâ, içinde bir korku duydu.
And Moses conceived a fear in his mindd
68. (Biz kendisine): "Korkma, dedik, üstün gelecek sensin, sen!"
We said: Fear not! Lo! thou art the higher.
69. Sağ elindekini at! Onların yaptıklarını yutsun. Çünkü onların yaptıkları, bir büyücünün hilesidir. Büyücü de nereye varsa iflâh olmaz!
Throw that which is in thy right hand! It will eat up that which they have made. Lo! that which they have made is but a wizard's artifice, and a wizard shall not be successful to whatever point (of skill) he may attain.
70. Bunun üzerine büyücüler secdeye kapandılar: "Hârûn'un ve Mûsâ'nın Rabbine inandık!" dediler.
Then the wizards were (all) flung down prostrate, crying: We believe in the Lord of Aaron and Moses.
71. (Fir'avn): "Ben size izin vermeden ona inandınız ha? O, size büyü öğreten büyüğünüzdür. Öyleyse ben de sizin ellerinizi ve ayaklarınızı çapraz keseceğim ve sizi hurma dallarına asacağım, hangimizin azâbı daha çetin ve sürekli imiş bileceksiniz!" dedi.
(Pharaoh) said: Ye put faith in him before I give you leave. Lo! he is your chief who taught you magic. Now surely I shall cut off your hands and your feet alternately, and I shall crucify you on the trunks of palm-trees, and ye shall know for certain which of us hath sterner and more lasting punishment.
72. Dediler ki: "Biz, seni, bize gelen açık delillere ve bizi yaratana tercih edemeyiz. Yapacağını yap, sen ancak bu dünyâ hayâtında istediğini yapabilirsin."
They said: We choose thee not above the clear proofs that have come unto us, and above Him Who created us. So decree what thou wilt decree. Thou wilt end for us only the life of the world.
73. Biz Rabbimize inandık ki (O) bizim günâhlarımızı ve senin bizi yapmaya zorladığın büyüyü bağışlasın. (Elbette) Allâh daha hayırlı ve (O'nun mükâfâtı ve cezâsı) daha süreklidir.
Lo! we believe in our Lord, that He may forgive us our sins and the magic unto which thou didst force us. Allah is better and more lasting.
74. Kim Rabbine suçlu olarak gelirse onun için cehennem vardır; orada ne ölür ne de yaşar.
Lo! whoso cometh guilty unto his Lord, verily for him is hell. There he will neither die nor live.
75. Kim de iyi işler yapmış bir mü'min olarak O'na gelirse, işte onlar için de yüksek dereceler vardır:
But whoso cometh unto Him a believer, having done good works, for such are the high stations;
76. Altlarından ırmaklar akan Adn cennetleri. Orada sürekli olarak kalırlar. İşte arınanların mükâfâtı budur!
Gardens of Eden underneath which rivers flow, wherein they will abide for ever. That is the reward of him who groweth.
77. Andolsun biz Mûsâ'ya: "Kullarımı geceleyin (Mısır'dan çıkarıp) yürüt; (asânla suya) vur, denizde onlar için kuru bir yol (aç). (Fir'avn'ın sana) yetişme(sin)den korkma, (boğulmaktan) endişe etme." diye vahyetmiştik.
And verily We inspired Moses, saying: Take away My slaves by night and strike for them a dry path in the sea, fearing not to be overtaken, neither being afraid (of the sea).
78. Fir'avn, askerleriyle onların ardına düştü, denizden onları örten örttü (deniz onları örtüp boğdu).
Then Pharaoh followed with his hosts and there covered them that which did cover them of the sea.
79. Fir'avn toplumunu saptırdı, doğru yola iletmedi.
And Pharaoh led his folk astray, he did not guide them.
80. Ey İsrâil oğulları, biz sizi düşmanınızdan kurtardık ve Tûr'un sağ yanında, (Mûsâ ile konuşmayı) size va'dettik; üzerinize kudret helvasıyle bıldırcın indirdik.
O Children of Israel! We delivered you from your enemy, and We made a covenant with you on the holy mountain's side, and sent down on you the manna and the quails,
81. "Size verdiğimiz rızkın temizlerinden yeyin, ama bu hususta taşkınlık etmeyin; sonra gazabım üzerinize iner, kimin üstüne gazabım inerse o, düşmüş(mahvolmuş)tur.
(Saying): Eat of the good things wherewith We have provided you, and transgress not in respect thereof lest My wrath come upon you; and he on whom My wrath cometh, he is lost indeed."
82. Ve Ben, tevbe eden, inanan ve yararlı iş yapan, sonra da yola gelen kimseye karşı çok bağışlayıcıyımdır.
And lo! verily I am Forgiving toward him who repenteth and believeth and doth good, and afterward walketh aright.
83. Seni kavminden çabucak ayrıl(ıp gel)meğe sevk eden nedir? (Niçin onları hemen bırakıp geldin) ey Mûsâ? (dedik).
And (it was said): What hath made thee hasten from thy folk, O Moses?
84. Dedi: "Onlar benim arkamdan geliyorlar, ya Rabbi râzı olman için sana çabuk geldim."
He said: They are close upon my track. I hastened unto Thee that Thou mightest be well pleased.
85. (Allâh): "Ama biz senden sonra kavmini sınadık. Samiri onları saptırdı" dedi.
He said: Lo! We have tried thy folk in thine absence, and As-Samiri hath misled theme
86. Bunun üzerine Mûsâ, çok kızgın ve üzüntülü bir halde kavmine döndü: "Ey Kavmim, dedi, Rabbiniz size güzel bir va'idde bulunmamış mıydı? Süre mi size uzun geldi (zamanla verdiğiniz sözü unuttunuz mu)? Yoksa Rabbinizden bir gazabın üstünüze inmesini mi istediniz ki, bana verdiğiniz sözden caydınız (beni izlemediniz)?"
Then Moses went back unto his folk, angry and sad. He said: O my people! Hath not your Lord promised you a fair promise? Did the time appointed then appear too long for you, or did ye wish that wrath from your Lord should come upon you, that ye broke tryst with me?
87. Dediler ki: "Kendi malımızla senin sözünden çıkmadık", fakat o milletin (yani Mısırlıların) süs(eşyas)ından bize yükler yükletilmişti. Onları (ateşe) attık. Aynı şekilde Samiri de attı."
They said: We broke not tryst with thee of our own will, but we were laden with burdens of ornaments of the folk, then cast them (in the fire), for thus As-Samiri proposedd
88. Onlara, böğürmesi olan bir buzağı heykeli ortaya çıkardı. Dediler ki, "Bu sizin de tanrınız, Mûsâ'nın da tanrısıdır, fakat o unuttu".
Then he produced for them a calf, of saffron hue, which gave forth a lowing sound. And they cried: This is your God and the God of Moses, but he hath forgotten.
89. Onlar görmüyorlar mı ki o (buzağı) kendilerine bir söz söyleyemez; bir zarar, ve yarar veremez?
See they not, then, that it returneth no saying unto them and possesseth for them neither hurt nor use?
90. Önceden Hârûn, kendilerine: "Ey kavmim, andolsun siz bununla sınandınız. Rabbiniz, o çok esirgeyendir. Bana uyun, buyruğuma itâ'at edin!" demişti.
And Aaron indeed had told them beforehand: O my people! Ye are but being seduced therewith, for lo! your Lord is the Beneficent, so follow me and obey my order.
91. Dediler: "Mûsâ bize dönünceye kadar buna tapmaktan vazgeçmeyeceğiz!"
They said: We shall by no means cease to be its votaries till Moses return unto us.
92. (Mûsâ) "Ey Hârûn, oların saptıklarını gördüğün zaman sana ne engel oldu (da önlemedin)? dedi.
He (Moses) said: O Aaron! What held thee back when thou didst see them gone astray,
93. Neden bana uymadın, buyruğuma karşı mı geldin? (Ve kardeşinin sakalından tutup çekmeğe başladı.)
That thou followedst me not? Hast thou then disobeyed my order?
94. (Hârûn, kardeşini yumuşatabilmek için): "Ey anamın oğlu, dedi, sakalımı, başımı tutma. Ben senin 'İsrâil oğulları arasında ayrılık çıkardın, sözümü tutmadın' diyeceğinden korktum (da onun için idare yoluna gittim)."
He said: O son of my mother! Clutch not my beard nor my head! I feared lest thou shouldst say: Thou hast caused division among the Children of Israel, and hast not waited for my word.
95. (Mûsâ, Samiri'ye döndü): "Ey Sâmiri, ya senin amacın nedir?" dedi.
(Moses) said: And what has thou to say, O Samiri?
96. (Sâmiri): "Ben dedi, onların görmediklerini gördüm. Elçinin eserinden bir avuç aldım da attım; nefsim bana böyle (yapmayı) hoş gösterdi."
He said: I perceived what they perceive not, so I seized a handful from the footsteps of the messenger, and then threw it in. Thus my soul commended to me.
97. (Mûsâ): "Git, dedi. Artık hayât boyunca sen: 'Bana dokunmayın!' diyeceksin (toplumdan refüze edilip yalnız başına kalacaksın), sana va'dedilen bir cezâ var ki ondan asla şaşırılmayacaksın (mutlaka o cezânı tam zamanında bulacaksın). Şimdi durup taptığın tanrına bak. Biz onu yakacağız, sonra onu ufalayıp denize savuracağız."
(Moses) said: Then go! And lo! in this life it is for thee to say: Touch me not! and lo! there is for thee a tryst thou canst not break. Now look upon thy god of which thou hast remained a votary. Verily we will burn it and will scatter its dust over the sea.
98. Tanrınız ancak kendisinden başka tanrı olmayan Allah'tır. O'nun bilgisi her şeyi kuşatmıştır.
Your God is only Allah, than Whom there is no other God. He embraceth all things in His knowledge.
99. Böylece sana geçmişlerin haberlerinden bir miktar anlatıyoruz. Gerçekten sana katımızdan bir Zikir (geçmiş olaylardan bir anı) verdik.
Thus do We relate unto thee (Muhammad) some tidings of that which happened of old, and We have given thee from Our presence a Reminder.
100. Kim ondan yüz çevirirse o, kıyâmet günü (ağır) bir günâh yüklenecekdir.
Whoso turneth away from it, he verily will bear a burden on the Day of Resurrection,
101. Sürekli olarak o yükün altında kalacaklardır. Kıyâmet gününde bu, onlar için ne kötü bir yüktür!
Abiding under it - an evil burden for them on the Day of Resurrection,
102. O gün Sûr'a üflenir ve o gün suçluları, gömgök (kör bir durumda) süreriz.
The day when the Trumpet is blown. On that day We assemble the guilty white-eyed (with terror),
103. Kendi aralarında gizli gizli, "(dünyâda) On günden fazla kalmadınız" derler.
Murmuring among themselves: Ye have tarried but ten (days).
104. Onların dedikleri(kalış süresi)ni biz daha iyi biliriz. En akıllıları ise: "Siz yalnız bir gün kaldınız," der.
We are Best Aware of what they utter when their best in conduct say: Ye have tarried but a day.
105. Sana dağlardan soruyorlar. De ki: "Rabbim onları ufalayıp savuracak!
They will ask thee of the mountains (on that day). Say: My Lord will break them into scattered dust.
106. Yerlerini boş, dümdüz bırakacaktır.
And leave it as an empty plain,
107. Orada ne bir eğrilik, ne de bir tümsek görmeyeceksin.
Wherein thou seest neither curve nor ruggedness.
108. O gün hiç pürüzü olmayan çağrıcıya uyarlar; (ondan sapma imkânı yoktur). Rahmân'ın huzurunda sesler kısılır, fısıltıdan başka bir şey işitemezsin.
On that day they follow the summoner who deceiveth not, and voices are hushed for the Beneficent, and thou hearest but a faint murmur.
109. O gün Rahmân'ın izin verip sözünden hoşlandığı kimseden başkasının şefâ'ati fayda vermez.
On that Day no intercession availeth save (that of) him unto whom the Beneficent hath given leave and whose He accepteth:
110. O, onların önlerindekini ve arkalarındakini (geçmişlerini ve geleceklerini) bilir; onlar ise bilgice O'nu kavrayamazlar.
He knoweth (all) that is before them and (all) that is behind them, while they cannot compass it in knowledge.
111. Bütün yüzler, o diri ve yöneticiye boyun eğmiştir. Zulüm yüklenen perişan olmuştur.
And faces humble themselves before the Living, the Eternal. And he who beareth (a burden of) wrong-doing is indeed a failure (on that Day).
112. Kim inanarak iyi olan işlerden yaparsa artık o, ne zulümden, ne de hakkının çiğnenmesinden korkar.
And he who hath done some good works, being a believer, he feareth not injustice nor begrudging (of his wage).
113. Biz sana onu böyle Arapça bir Kur'ân olarak indirdik ve onda tehditleri türlü biçimlere çevirip açıkladık ki korunsunlar. Yahut (Kur'ân,) onlara bir hatırlama yaptırsın.
Thus We have revealed it as a Lecture in Arabic, and have displayed therein certain threats, that peradventure they may keep from evil or that it may cause them to take heed.
114. Gerçek hükümdar olan Allâh, yücedir. Sana vahyedilmesi henüz tamamlanmadan Kur'ân'ı acele okumağa kalkma; "Rabbim, ilmimi artır!" de.
Then exalted be Allah, the True King! And hasten not (O Muhammad) with the Qur'an ere its revelation hath been perfected unto thee, and say: My Lord! Increase me in knowledge.
115. Andolsun biz, önceden Âdem'e (o ağaçtan yememesini) emretmiştik, unuttu. Biz onda bir azim (ve sebât) bulmadık.
And verily We made a covenant of old with Adam, but he forgot, and We found no constancy in him.
116. Meleklere: "Âdem'e secede edin," demiştik, secde ettiler, yalnız İblis diretti.
And when We said unto the angels: Fall prostrate before Adam, they fell prostrate (all) save Iblis; he refused.
117. Dedik ki: "Ey Âdem, bu, senin ve eşinin düşmanıdır. Sakın, sizi cennetten çıkarmasın, sonra yorulursun."
Therefore We said: O Adam! This is an enemy unto thee and unto thy wife, so let him not drive you both out of the Garden so that thou come to toil.
118. Şimdi burada acıkmayacaksın, çıplak kalmayacaksını.
It is (vouchsafed) unto thee that thou hungerest not therein nor art naked,
119. Ve sen susamayacaksın, kuşluk vakti güneşi(nin ısısı)ndan etkilenmeyeceksin.
And thou thirstest not therein nor art exposed to the sun's heat.
120. Nihâyet şeytân ona fısıldayıp: "Ey Âdem, sana ebedilik ağacını ve yok olmayacak bir hükümranlığı göstereyim mi? dedi.
But the Devil whispered to him, saying: O Adam! Shall I show thee the tree of immortality and power that wasteth not away?
121. O ağaçtan yediler. Böylece kendilerine kötü yerleri göründü (üreme organları ortaya çıktı). Üstlerini cennet yaprağıyle örtmeğe başladılar. Âdem Rabbinin buyruğuna karşı geldi de şaşırdı.
Then they twain ate thereof, so that their shame became apparent unto them, and they began to hide by heaping on themselves some of the leaves of the Garden. And Adam disobeyed his Lord, so went astray.
122. Sonra Rabbi onu seçti, tevbesini kabul etti, doğru yola iletti.
Then his Lord chose him, and relented toward him, and guided him.
123. Dedi ki: "Hepiniz oradan inin, birbirinize düşmansınız. İmdi benden size bir hidâyet geldiği zaman kim benim hidâyetime uyarsa o, sapmaz ve sıkıntıya düşmez."
He said: Go down hence, both of you, one of you a foe unto the other. But if there come unto you from Me a guidance, then whoso followeth My guidance, he will not go astray nor come to grief.
124. Ama kim beni anmaktan yüz çevirirse, onun için de dar bir geçim var. Kıyâmet günü onu kör olarak (yüce Divâna) süreriz.
But he who turneth away from remembrance of Me, his will be a narrow life, and I shall bring him blind to the assembly on the Day of Resurrection.
125. Rabbim der, niçin beni kör sürdün, oysa ben görür idim?
He will say: My Lord! Wherefore hast Thou gathered me (hither) blind, when I was wont to see?
126. (Allâh) buyurur ki: "Nasıl sana âyetlerimiz geldiği zaman, sen onları unuttuysan, bugün de sen öyle unutulursun!"
He will say: So (it must be). Our revelations came unto thee but thou didst forget them. In like manner thou art forgotten this Day.
127. İşte isrâf eden ve Rabbinin âyetlerine inanmayanları böyle cezâlandırırız. Elbette âhiretin azâbı daha çetin ve daha süreklidir.
Thus do We reward him who is prodigal and believeth not the revelations of his Lord; and verily the doom of the Hereafter will be sterner and more lasting.
128. (Bugün) meskenlerinde dolaştıkları, kendilerinden önce yaşamış nice nesilleri yok edişimiz onları hâlâ yola getirmedi mi? Elbette bunda akıl sâhipleri için ibretler vardır.
Is it not a guidance for them (to know) how many a generation We destroyed before them, amid whose dwellings they walk? Lo! therein verily are signs for men of thought.
129. Eğer Rabbin tarafından söylenmiş bir söz ve belirtilmiş bir süre olmasaydı. (bunların da hemen helâk edilmeleri) gerekli olurdu.
And but for a decree that had already gone forth from thy Lord, and a term already fixed, the judgement would (have) been inevitable (in this world).
130. Onların dediklerine sabret, güneşin doğmasından ve batmasından önce Rabbini överek tesbih et; gece sâ'atlerinden bir kısmında ve gündüzün taraflarında da tesbih et ki memnun olasın!
Therefore (O Muhammad), bear with what they say, and celebrate the praises of thy Lord ere the rising of the sun and ere the going down thereof. And glorify Him some hours of the night and at the two ends of the day, that thou mayst find acceptance.
131. Onlardan bazı zümrelere kendilerini denemek için verdiğimiz dünyâ hayâtının süsüne gözlerini dikme. Rabbinin rızkı daha hayırlı ve daha süreklidir.
And strain not thine eyes toward that which We cause some wedded pairs among them to enjoy the flower of the life of the world, that We may try them thereby. The provision of thy Lord is better and more lasting.
132. Âilene namazı emret, kendin de namaz kılmaya dayan. Biz senden rızık istemiyoruz. Seni biz besliyoruz. Sonuç takvâ(sâhipleri)nindir.
And enjoin upon thy people worship, and be constant therein. We ask not of thee a provision: We provide for thee. And the sequel is for righteousness.
133. Dediler ki: "Rabbinden bize bir âyet (mu'cize) getirmeli değil mi?" Onlara, önceki Kitap'larda bulunan kanıt gelmedi mi?
And they say: If only he would bring us a miracle from his Lord! Hath there not come unto them the proof of what is in the former Scriptures?
134. Şâyet onları, ondan önce bir azâb ile helâk etseydik: "Rabbimiz, bize bir elçi gönderseydin de böyle alçak ve rezil olmadan önce senin âyetlerine uysaydık!" derlerdi.
And if We had destroyed them with some punishment before it, they would assuredly have said: Our Lord! If only Thou hadst sent unto us a messenger, so that we might have followed Thy revelations before we were (thus) humbled and disgraced!
135. De ki: "Herkes gözetlemektedir. Gözetleyin, düzgün yolun sâhipleri kimdir, doğru yolda olan kimdir, bileceksiniz!"
Say: Each is awaiting; so await ye! Ye will come to know who are the owners of the path of equity, and who is right.

Toplam 135 Ayet.



 




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder