|
1. |
Tâ, Hâ. |
Ta. Ha. |
|
2. |
Biz bu Kur'ân'ı sana güçlük çekesin
diye indirmedik. |
We have not revealed unto thee
(Muhammad) this Qur'an that thou shouldst be distressed, |
|
3. |
Ancak (Allah'tan) korkanlara bir
öğüt (olarak indirdik). |
But as a reminder unto him who
feareth, |
|
4. |
(O) yeri ve yüce gökleri yaratan
tarafından azar azar indirilmiştir. |
A revelation from Him Who
created the earth and the high heavens, |
|
5. |
Rahmân Arş'a istivâ
etmiş(kurulmuş)tur. |
The Beneficent One, Who is
established on the Thronee |
|
6. |
Göklerde, yerde, ikisinin arasında
ve toprağın altında bulunanlar hep O'nundur (ne kadar kapalı olursa olsun,
O'ndan hiçbir şey gizli kalmaz). |
Unto Him belongeth whatsoever
is in the heavens and whatsoever is in the earth, and whatsoever is between
them, and whatsoever is beneath the sod. |
|
7. |
Sözü açık söylesen de (gizli
söylesen de) muhakkak O, gizliyi de ondan daha gizlisini de bilir. |
And if thou speakest aloud,
then lo! He knoweth the secret (thought) and (that which is yet) more
hidden. |
|
8. |
Allâh ki, O'ndan başka tanrı
yoktur. En güzel isimler O'nundur. |
Allah! There is no God save
Him. His are the most beautiful names. |
|
9. |
Mûsâ'nın haberi sana geldi
mi? |
Hath there come unto thee the
story of Moses? |
|
10. |
Hani (o) bir ateş görmüştü de
âilesine: "Siz durun ben bir ateş gördüm, belki ondan size bir kor getiririm,
yahut ateşin yanında bir yol gösteren bulurum" demişti. |
When he saw a fire and said
unto his folk: Wait! Lo! I see a fire afar off. Peradventure I may bring you a
brand therefrom or may find guidance at the fire. |
|
11. |
(Mûsâ), o(ateşin yanı)na gelince
kendisine "Ey Mûsâ!" diye seslenildi. |
And when he reached it, he was
called by name: O Moses! |
|
12. |
Ben, (evet) ben senin Rabbinim!
Pabuçlarını çıkar. Çünkü sen, kutsal vâdide, Tuvâ'dasın. |
Lo! I, even I, am thy Lord. So
take off thy shoes, for lo! thou art in the holy valley of
Tuwa. |
|
13. |
Ben seni seçtim, şimdi vahyolunanı
dinle. |
And I have chosen thee, so
hearken unto that which is inspired. |
|
14. |
Muhakkak ben, (evet) ben Allâh'ım,
benden başka tanrı yoktur.(Yalnız) bana kulluk et ve beni anmak için namaz
kıl. |
Lo! I, even I, am Allah. There
is no God save Me. So serve Me and establish worship for My
remembrance. |
|
15. |
(Kıyâmet) Sâ'at(i) mutlaka
gelecektir. Herkesin, peşinde koştuğu işlerle cezâlanması için, neredeyse onu
gizleyeceğim. |
Lo! the Hour is surely coming.
But I will to keep it hidden, that every soul may be rewarded for that which it
striveth (to achieve). |
|
16. |
Ona inanmayıp keyfine uyan kimse,
seni on(a inanmak)dan alıkoymasın, sonra helâk olursun! |
Therefore, let not him turn
thee aside from (the thought of) it who believeth not therein but followeth his
own desire, lest thou perish. |
|
17. |
Sağ elindeki nedir ey
Mûsâ? |
And what is that in thy right
hand, O Moses? |
|
18. |
(Mûsâ) dedi: "O, asâ'mdır. Ona
dayanıyorum ve onunla davarıma yaprak silkeliyorum ve onda benim daha birçok
ihtiyaçlarım var (onunla birçok ihtiyacımı gideririm)." |
He said: This is my staff
whereon I lean, and wherewith I beat down branches for my sheep, and wherein I
find other uses. |
|
19. |
(Allâh) buyurdu; "(Yere) at onu ey
Mûsâ!" |
He said: Cast it down, O
Moses! |
|
20. |
(Mûsâ) attı, bir de ne görsün o,
koşan kocaman bir yılan! |
So he cast it down, and lo! it
was a serpent, gliding. |
|
21. |
(Allâh): "Al onu, dedi, korkma biz
onu yine ilk durumuna sokacağız." |
He said: Grasp it and fear not.
We shall return it to its former state. |
|
22. |
Elini böğrüne sok; bir hastalık
olmadan, ayrı bir mu'cize olarak bembeyaz bir durumda çıksın. |
And thrust thy hand within
thine armpit, it will come forth white without hurt. (That will be) another
token. |
|
23. |
Ki sana en büyük mu'cizelerimizden
bazılarını göstermiş olalım |
That We may show thee (some) of
Our greater portents, |
|
24. |
İmdi sen Fir'avn'e git: çünkü o
azdı. |
Go thou unto Pharaoh! Lo! he
hath transgressed (the bounds). |
|
25. |
(Mûsâ) dedi ki: "Rabbim, benim
göğsümü aç (risalet görevini yüklenebilmesi için yüreğimi genişlet)" |
(Moses) said: My Lord! Relieve
my mindd |
|
26. |
Bana işimi kolaylaştır. |
And ease my task for
me; |
|
27. |
Dilimin düğümünü çöz. |
And loose a knot from my
tongue, |
|
28. |
Ki sözümü anlasınlar |
That they may understand my
saying. |
|
29. |
Bana âilemden bir vezir
ver: |
Appoint for me a henchman from
my folk, |
|
30. |
Kardeşim Hârûn'u. |
Aaron, my
brother. |
|
31. |
Onunla arkamı
kuvvetlendir. |
Confirm my strength with
him. |
|
32. |
Onu da işime ortak yap, |
And let him share my
task, |
|
33. |
Ki seni çok tesbih
edelim, |
That we may glorify Thee
much. |
|
34. |
Ve seni çok analım, |
And much remember
Thee. |
|
35. |
Şüphesiz sen, bizi
görmektesin. |
Lo! Thou art ever Seeing
us. |
|
36. |
(Allâh) buyurdu: "Ey Mûsâ,
istediğin sana verildi." |
He said: Thou art granted thy
request, O Moses. |
|
37. |
Zaten biz sana bir kez daha lutufta
bulunmuştuk. |
And indeed, another time,
already We have shown thee favour, |
|
38. |
(Sen doğduğun zaman,) Annene
vahyedileni vahyetmiştik: |
When We inspired in thy mother
that which is inspired, |
|
39. |
Onu sandığa koy, suya at; su onu
sahile bıraksın; onu benim de düşmanım onun da düşmanı olan biri alacaktır.
"Gözümün önünde yetiştirilmen için senin üzerine benden bir sevgi koydum
(görenler senin üzerine koyduğum bu sevgiden ötürü sana meftun
oldular)." |
Saying: Throw him into the ark,
and throw it into the river, then the river shall throw it on to the bank, and
there an enemy to Me and an enemy to him shall take him. And I endued thee with
love from Me that thou mightest be trained according to My
will, |
|
40. |
Kızkardeşin ona bakacak birini size
göstereyim mi? diyordu. Böylece seni annene geri verdik ki gözü aydın olsun,
üzülmesin. Sen bir de adam öldürmüştün. O zaman da seni tasadan kurtarmış ve
seni iyice denemiştik. Medyen halkı arasında yıllarca kaldın. Sonra
belirlediğimiz bir vakitte bize geldin ey Mûsâ! |
When thy sister went and said:
Shall I show you one who will nurse him? and We restored thee to thy mother that
her eyes might be refreshed and might not sorrow. And thou didst kill a man and
We delivered thee from great distress, and tried thee with a heavy trial. And
thou didst tarry years among the folk of Midian. Then comest thou (hither) by
(My) providence, O Moses, |
|
41. |
Seni kendim için
yetiştirdim. |
And I have attached thee to
Myself. |
|
42. |
Sen ve kardeşin, âyetlerimi
götürün, beni anmakta gevşeklik etmeyin. |
Go, thou and thy brother, with
My tokens, and be not faint in remembrance of Me. |
|
43. |
Fir'avn'e gidin, çünkü o
azdı. |
Go, both of you, unto Pharaoh.
Lo! he hath transgressed (the bounds). |
|
44. |
Ona yumuşak söz söyleyin, belki
öğüt alır veya korkar. |
And speak unto him a gentle
word, that peradventure he may heed or fear. |
|
45. |
Dediler ki: "Rabbimiz, onun bize
taşkınlık etmesinden, yahut iyice azmasından korkuyoruz." |
They said: Our Lord! Lo! we
fear that he may be beforehand with us or that he may play the
tyrant. |
|
46. |
Korkmayın, dedi, ben sizinle
beraberim, işitir ve görürüm. |
He said: Fear not. Lo! I am
with you twain, Hearing and Seeing. |
|
47. |
Haydi, varın ona, deyin ki: Biz
senin Rabbinin elçileriyiz; İsrâil oğullarını bizimle gönder, onlara azâb etme.
Biz Rabbinden sana bir âyet getirdik. Esenlik, hidâyete uyanlaradır. |
So go ye unto him and say: Lo!
we are two messengers of thy Lord. So let the Children of Israel go with us, and
torment them not. We bring thee a token from thy Lord. And peace will be for him
who followeth right guidance. |
|
48. |
Bize, yalanlayıp yüz çevirenin,
azâba uğrayacağı vahyolundu. |
Lo! it hath been revealed unto
us that the doom will be for him who denieth and turneth away. |
|
49. |
(Fir'avn): "Rabbiniz kimdir ey
Mûsâ?" dedi. |
(Pharaoh) said: Who then is the
Lord of you twain, O Moses? |
|
50. |
(Mûsâ): "Rabbimiz, her şeye
yaratılışını (varlığını ve biçimini) verip sonra onu doğru yola ileten
(yaratılış gâyesine uygun yola yönelten)dir." dedi. |
He said: Our Lord is He Who
gave unto everything its nature, then guided it aright. |
51. |
(Fir'avn): "Peki ya ilk nesillerin
hali ne olacak?" dedi. |
He said: What then is the state
of the generations of old? |
|
52. |
Dedi ki: "Onların bilgisi Rabbimin
yanında bir Kitâptadır. Rabbim şaşmaz ve unutmaz." |
He said: The knowledge thereof
is with my Lord in a Record. My Lord neither erreth nor
forgetteth, |
|
53. |
O ki, yeri size beşik yaptı ve onda
sizin için yollar açtı, gökten bir su indirdi. Onunla her çeşit bitkiden çiftler
çıkardık. |
Who hath appointed the earth as
a bed and hath threaded roads for you therein and hath sent down water from the
sky and thereby We have brought forth divers kinds of
vegetation, |
|
54. |
Yeyin, hayvanlarınızı otlatın.
Şüphesiz bunda, akıl sâhipleri için ibretler vardır. |
(Saying): Eat ye and feed your
cattle. Lo! herein verily are portents for men of thought. |
|
55. |
Sizi topraktan yarattık, yine oraya
döndürürüz ve sizi bir kez daha ondan çıkarırız. |
Thereof We created you, and
thereunto we return you, and thence We bring you forth a second
time. |
|
56. |
Andolsun biz o(Fir'av)n'a
âyetlerimizin hepsini gösterdik, yine de yalanladı ve dayattı. |
And We verily did show him all
Our tokens, but he denied them and refused. |
|
57. |
Ve: "Sen bizi büyünle yurdumuzdan
çıkarasın diye mi geldin ey Mûsâ?" dedi. |
He said: Hast come to drive us
out from our land by thy magic, O Moses? |
|
58. |
Biz de mutlaka sana o(se)nin
(büyün) gibi bir büyü getireceğiz. Sen şimdi seninle bizim aramızda bir buluşma
zamanı ve yeri tayin et; ne senin, ne de bizim caymayacağımız uygun bir yer
olsun. |
But we surely can produce magic
the like thereof; so appoint a tryst between us and you, which neither we nor
thou shall fail to keep, at a place convenient (to us both). |
|
59. |
(Mûsâ): "Buluşma zamanınız, Süs
(bayram) günü ve insanaların toplanacağı kuşluk vakti olsun" dedi. |
(Moses) said: Your tryst shall
be the day of the feast, and let the people assemble when the sun hath risen
high. |
|
60. |
Fir'avn, dönüp gitti, hilesini
(büyücüleri ve onların âletlerini) topladı, sonra (belirtilen yere)
geldi. |
Then Pharaoh went and gathered
his strength, then came (to the appointed tryst). |
|
61. |
Mûsâ onlara: "Yazık size, dedi,
Allah'a yalan uydurmayın, sonra (O), bir azâb ile kökünüzü keser, doğrusu iftirâ
eden perişan olmuştur!" |
Moses said unto them: Woe unto
you! Invent not a lie against Allah, lest He extirpate you by some punishment.
He who lieth faileth miserably. |
|
62. |
(Fir'avn'ın topladığı büyücüler),
işlerini kendi aralarında tartıştılar ve gizli konuştular. |
Then they debated one with
another what they must do, and they kept their counsel secret. |
|
63. |
Dediler ki: "Bunlar iki büyücü,
başka bir şey değil. Büyüleriyle sizi yurdunuzdan çıkarmak ve sizin örnek
yolunuzu, (üstün dininizi) gidermek istiyorlar." |
They said: Lo! these are two
wizards who would drive you out from your country by their magic, and destroy
your best traditions; |
|
64. |
Onun için siz hilenizi toplayın,
sonra sıra halinde gelin. Bugün üstün gelen başarmıştır. |
So arrange your plan, and come
in battle line. Whoso is uppermost this day will be indeed
successful. |
|
65. |
(Büyücüler önce Mûsâ'nın işe
başlamasını istediler) Dediler ki: "Ey Mûsâ, ya sen at, yahut önce atan biz
olalım." |
They said: O Moses! Either
throw first, or let us be the first to throw? |
|
66. |
(Mûsâ): "Hayır siz atın!" dedi.
(Attılar. Mûsâ) bir de ne görsün: Büyülerinden ötürü onların ipleri ve sopaları
gerçekten koşuyor gibi görünüyor. |
He said: Nay, do ye throw! Then
Lo! their cords and their staves, by their magic, appeared to him as though they
ran. |
|
67. |
Bu yüzden Mûsâ, içinde bir korku
duydu. |
And Moses conceived a fear in
his mindd |
|
68. |
(Biz kendisine): "Korkma, dedik,
üstün gelecek sensin, sen!" |
We said: Fear not! Lo! thou art
the higher. |
|
69. |
Sağ elindekini at! Onların
yaptıklarını yutsun. Çünkü onların yaptıkları, bir büyücünün hilesidir. Büyücü
de nereye varsa iflâh olmaz! |
Throw that which is in thy
right hand! It will eat up that which they have made. Lo! that which they have
made is but a wizard's artifice, and a wizard shall not be successful to
whatever point (of skill) he may attain. |
|
70. |
Bunun üzerine büyücüler secdeye
kapandılar: "Hârûn'un ve Mûsâ'nın Rabbine inandık!" dediler. |
Then the wizards were (all)
flung down prostrate, crying: We believe in the Lord of Aaron and
Moses. |
|
71. |
(Fir'avn): "Ben size izin vermeden
ona inandınız ha? O, size büyü öğreten büyüğünüzdür. Öyleyse ben de sizin
ellerinizi ve ayaklarınızı çapraz keseceğim ve sizi hurma dallarına asacağım,
hangimizin azâbı daha çetin ve sürekli imiş bileceksiniz!" dedi. |
(Pharaoh) said: Ye put faith in
him before I give you leave. Lo! he is your chief who taught you magic. Now
surely I shall cut off your hands and your feet alternately, and I shall crucify
you on the trunks of palm-trees, and ye shall know for certain which of us hath
sterner and more lasting punishment. |
|
72. |
Dediler ki: "Biz, seni, bize gelen
açık delillere ve bizi yaratana tercih edemeyiz. Yapacağını yap, sen ancak bu
dünyâ hayâtında istediğini yapabilirsin." |
They said: We choose thee not
above the clear proofs that have come unto us, and above Him Who created us. So
decree what thou wilt decree. Thou wilt end for us only the life of the
world. |
|
73. |
Biz Rabbimize inandık ki (O) bizim
günâhlarımızı ve senin bizi yapmaya zorladığın büyüyü bağışlasın. (Elbette)
Allâh daha hayırlı ve (O'nun mükâfâtı ve cezâsı) daha süreklidir. |
Lo! we believe in our Lord,
that He may forgive us our sins and the magic unto which thou didst force us.
Allah is better and more lasting. |
|
74. |
Kim Rabbine suçlu olarak gelirse
onun için cehennem vardır; orada ne ölür ne de yaşar. |
Lo! whoso cometh guilty unto
his Lord, verily for him is hell. There he will neither die nor
live. |
|
75. |
Kim de iyi işler yapmış bir mü'min
olarak O'na gelirse, işte onlar için de yüksek dereceler vardır: |
But whoso cometh unto Him a
believer, having done good works, for such are the high
stations; |
|
76. |
Altlarından ırmaklar akan Adn
cennetleri. Orada sürekli olarak kalırlar. İşte arınanların mükâfâtı
budur! |
Gardens of Eden underneath
which rivers flow, wherein they will abide for ever. That is the reward of him
who groweth. |
|
77. |
Andolsun biz Mûsâ'ya: "Kullarımı
geceleyin (Mısır'dan çıkarıp) yürüt; (asânla suya) vur, denizde onlar için kuru
bir yol (aç). (Fir'avn'ın sana) yetişme(sin)den korkma, (boğulmaktan) endişe
etme." diye vahyetmiştik. |
And verily We inspired Moses,
saying: Take away My slaves by night and strike for them a dry path in the sea,
fearing not to be overtaken, neither being afraid (of the sea). |
|
78. |
Fir'avn, askerleriyle onların
ardına düştü, denizden onları örten örttü (deniz onları örtüp boğdu). |
Then Pharaoh followed with his
hosts and there covered them that which did cover them of the
sea. |
|
79. |
Fir'avn toplumunu saptırdı, doğru
yola iletmedi. |
And Pharaoh led his folk
astray, he did not guide them. |
|
80. |
Ey İsrâil oğulları, biz sizi
düşmanınızdan kurtardık ve Tûr'un sağ yanında, (Mûsâ ile konuşmayı) size
va'dettik; üzerinize kudret helvasıyle bıldırcın indirdik. |
O Children of Israel! We
delivered you from your enemy, and We made a covenant with you on the holy
mountain's side, and sent down on you the manna and the quails, |
|
81. |
"Size verdiğimiz rızkın
temizlerinden yeyin, ama bu hususta taşkınlık etmeyin; sonra gazabım üzerinize
iner, kimin üstüne gazabım inerse o, düşmüş(mahvolmuş)tur. |
(Saying): Eat of the good
things wherewith We have provided you, and transgress not in respect thereof
lest My wrath come upon you; and he on whom My wrath cometh, he is lost
indeed." |
|
82. |
Ve Ben, tevbe eden, inanan ve
yararlı iş yapan, sonra da yola gelen kimseye karşı çok
bağışlayıcıyımdır. |
And lo! verily I am Forgiving
toward him who repenteth and believeth and doth good, and afterward walketh
aright. |
|
83. |
Seni kavminden çabucak ayrıl(ıp
gel)meğe sevk eden nedir? (Niçin onları hemen bırakıp geldin) ey Mûsâ?
(dedik). |
And (it was said): What hath
made thee hasten from thy folk, O Moses? |
|
84. |
Dedi: "Onlar benim arkamdan
geliyorlar, ya Rabbi râzı olman için sana çabuk geldim." |
He said: They are close upon my
track. I hastened unto Thee that Thou mightest be well pleased. |
|
85. |
(Allâh): "Ama biz senden sonra
kavmini sınadık. Samiri onları saptırdı" dedi. |
He said: Lo! We have tried thy
folk in thine absence, and As-Samiri hath misled theme |
|
86. |
Bunun üzerine Mûsâ, çok kızgın ve
üzüntülü bir halde kavmine döndü: "Ey Kavmim, dedi, Rabbiniz size güzel bir
va'idde bulunmamış mıydı? Süre mi size uzun geldi (zamanla verdiğiniz sözü
unuttunuz mu)? Yoksa Rabbinizden bir gazabın üstünüze inmesini mi istediniz ki,
bana verdiğiniz sözden caydınız (beni izlemediniz)?" |
Then Moses went back unto his
folk, angry and sad. He said: O my people! Hath not your Lord promised you a
fair promise? Did the time appointed then appear too long for you, or did ye
wish that wrath from your Lord should come upon you, that ye broke tryst with
me? |
|
87. |
Dediler ki: "Kendi malımızla senin
sözünden çıkmadık", fakat o milletin (yani Mısırlıların) süs(eşyas)ından bize
yükler yükletilmişti. Onları (ateşe) attık. Aynı şekilde Samiri de
attı." |
They said: We broke not tryst
with thee of our own will, but we were laden with burdens of ornaments of the
folk, then cast them (in the fire), for thus As-Samiri
proposedd |
|
88. |
Onlara, böğürmesi olan bir buzağı
heykeli ortaya çıkardı. Dediler ki, "Bu sizin de tanrınız, Mûsâ'nın da
tanrısıdır, fakat o unuttu". |
Then he produced for them a
calf, of saffron hue, which gave forth a lowing sound. And they cried: This is
your God and the God of Moses, but he hath forgotten. |
|
89. |
Onlar görmüyorlar mı ki o (buzağı)
kendilerine bir söz söyleyemez; bir zarar, ve yarar veremez? |
See they not, then, that it
returneth no saying unto them and possesseth for them neither hurt nor
use? |
|
90. |
Önceden Hârûn, kendilerine: "Ey
kavmim, andolsun siz bununla sınandınız. Rabbiniz, o çok esirgeyendir. Bana
uyun, buyruğuma itâ'at edin!" demişti. |
And Aaron indeed had told them
beforehand: O my people! Ye are but being seduced therewith, for lo! your Lord
is the Beneficent, so follow me and obey my order. |
|
91. |
Dediler: "Mûsâ bize dönünceye kadar
buna tapmaktan vazgeçmeyeceğiz!" |
They said: We shall by no means
cease to be its votaries till Moses return unto us. |
|
92. |
(Mûsâ) "Ey Hârûn, oların
saptıklarını gördüğün zaman sana ne engel oldu (da önlemedin)? dedi. |
He (Moses) said: O Aaron! What
held thee back when thou didst see them gone astray, |
|
93. |
Neden bana uymadın, buyruğuma karşı
mı geldin? (Ve kardeşinin sakalından tutup çekmeğe başladı.) |
That thou followedst me not?
Hast thou then disobeyed my order? |
|
94. |
(Hârûn, kardeşini yumuşatabilmek
için): "Ey anamın oğlu, dedi, sakalımı, başımı tutma. Ben senin 'İsrâil oğulları
arasında ayrılık çıkardın, sözümü tutmadın' diyeceğinden korktum (da onun için
idare yoluna gittim)." |
He said: O son of my mother!
Clutch not my beard nor my head! I feared lest thou shouldst say: Thou hast
caused division among the Children of Israel, and hast not waited for my
word. |
|
95. |
(Mûsâ, Samiri'ye döndü): "Ey
Sâmiri, ya senin amacın nedir?" dedi. |
(Moses) said: And what has thou
to say, O Samiri? |
|
96. |
(Sâmiri): "Ben dedi, onların
görmediklerini gördüm. Elçinin eserinden bir avuç aldım da attım; nefsim bana
böyle (yapmayı) hoş gösterdi." |
He said: I perceived what they
perceive not, so I seized a handful from the footsteps of the messenger, and
then threw it in. Thus my soul commended to me. |
|
97. |
(Mûsâ): "Git, dedi. Artık hayât
boyunca sen: 'Bana dokunmayın!' diyeceksin (toplumdan refüze edilip yalnız
başına kalacaksın), sana va'dedilen bir cezâ var ki ondan asla şaşırılmayacaksın
(mutlaka o cezânı tam zamanında bulacaksın). Şimdi durup taptığın tanrına bak.
Biz onu yakacağız, sonra onu ufalayıp denize savuracağız." |
(Moses) said: Then go! And lo!
in this life it is for thee to say: Touch me not! and lo! there is for thee a
tryst thou canst not break. Now look upon thy god of which thou hast remained a
votary. Verily we will burn it and will scatter its dust over the
sea. |
|
98. |
Tanrınız ancak kendisinden başka
tanrı olmayan Allah'tır. O'nun bilgisi her şeyi kuşatmıştır. |
Your God is only Allah, than
Whom there is no other God. He embraceth all things in His
knowledge. |
|
99. |
Böylece sana geçmişlerin
haberlerinden bir miktar anlatıyoruz. Gerçekten sana katımızdan bir Zikir
(geçmiş olaylardan bir anı) verdik. |
Thus do We relate unto thee
(Muhammad) some tidings of that which happened of old, and We have given thee
from Our presence a Reminder. |
|
100. |
Kim ondan yüz çevirirse o, kıyâmet
günü (ağır) bir günâh yüklenecekdir. |
Whoso turneth away from it, he
verily will bear a burden on the Day of Resurrection, |
101. |
Sürekli olarak o yükün altında
kalacaklardır. Kıyâmet gününde bu, onlar için ne kötü bir yüktür! |
Abiding under it - an evil
burden for them on the Day of Resurrection, |
|
102. |
O gün Sûr'a üflenir ve o gün
suçluları, gömgök (kör bir durumda) süreriz. |
The day when the Trumpet is
blown. On that day We assemble the guilty white-eyed (with
terror), |
|
103. |
Kendi aralarında gizli gizli,
"(dünyâda) On günden fazla kalmadınız" derler. |
Murmuring among themselves: Ye
have tarried but ten (days). |
|
104. |
Onların dedikleri(kalış süresi)ni
biz daha iyi biliriz. En akıllıları ise: "Siz yalnız bir gün kaldınız,"
der. |
We are Best Aware of what they
utter when their best in conduct say: Ye have tarried but a
day. |
|
105. |
Sana dağlardan soruyorlar. De ki:
"Rabbim onları ufalayıp savuracak! |
They will ask thee of the
mountains (on that day). Say: My Lord will break them into scattered
dust. |
|
106. |
Yerlerini boş, dümdüz
bırakacaktır. |
And leave it as an empty
plain, |
|
107. |
Orada ne bir eğrilik, ne de bir
tümsek görmeyeceksin. |
Wherein thou seest neither
curve nor ruggedness. |
|
108. |
O gün hiç pürüzü olmayan çağrıcıya
uyarlar; (ondan sapma imkânı yoktur). Rahmân'ın huzurunda sesler kısılır,
fısıltıdan başka bir şey işitemezsin. |
On that day they follow the
summoner who deceiveth not, and voices are hushed for the Beneficent, and thou
hearest but a faint murmur. |
|
109. |
O gün Rahmân'ın izin verip sözünden
hoşlandığı kimseden başkasının şefâ'ati fayda vermez. |
On that Day no intercession
availeth save (that of) him unto whom the Beneficent hath given leave and whose
He accepteth: |
|
110. |
O, onların önlerindekini ve
arkalarındakini (geçmişlerini ve geleceklerini) bilir; onlar ise bilgice O'nu
kavrayamazlar. |
He knoweth (all) that is before
them and (all) that is behind them, while they cannot compass it in
knowledge. |
|
111. |
Bütün yüzler, o diri ve yöneticiye
boyun eğmiştir. Zulüm yüklenen perişan olmuştur. |
And faces humble themselves
before the Living, the Eternal. And he who beareth (a burden of) wrong-doing is
indeed a failure (on that Day). |
|
112. |
Kim inanarak iyi olan işlerden
yaparsa artık o, ne zulümden, ne de hakkının çiğnenmesinden korkar. |
And he who hath done some good
works, being a believer, he feareth not injustice nor begrudging (of his
wage). |
|
113. |
Biz sana onu böyle Arapça bir
Kur'ân olarak indirdik ve onda tehditleri türlü biçimlere çevirip açıkladık ki
korunsunlar. Yahut (Kur'ân,) onlara bir hatırlama yaptırsın. |
Thus We have revealed it as a
Lecture in Arabic, and have displayed therein certain threats, that peradventure
they may keep from evil or that it may cause them to take heed. |
|
114. |
Gerçek hükümdar olan Allâh,
yücedir. Sana vahyedilmesi henüz tamamlanmadan Kur'ân'ı acele okumağa kalkma;
"Rabbim, ilmimi artır!" de. |
Then exalted be Allah, the True
King! And hasten not (O Muhammad) with the Qur'an ere its revelation hath been
perfected unto thee, and say: My Lord! Increase me in
knowledge. |
|
115. |
Andolsun biz, önceden Âdem'e (o
ağaçtan yememesini) emretmiştik, unuttu. Biz onda bir azim (ve sebât)
bulmadık. |
And verily We made a covenant
of old with Adam, but he forgot, and We found no constancy in
him. |
|
116. |
Meleklere: "Âdem'e secede edin,"
demiştik, secde ettiler, yalnız İblis diretti. |
And when We said unto the
angels: Fall prostrate before Adam, they fell prostrate (all) save Iblis; he
refused. |
|
117. |
Dedik ki: "Ey Âdem, bu, senin ve
eşinin düşmanıdır. Sakın, sizi cennetten çıkarmasın, sonra
yorulursun." |
Therefore We said: O Adam! This
is an enemy unto thee and unto thy wife, so let him not drive you both out of
the Garden so that thou come to toil. |
|
118. |
Şimdi burada acıkmayacaksın, çıplak
kalmayacaksını. |
It is (vouchsafed) unto thee
that thou hungerest not therein nor art naked, |
|
119. |
Ve sen susamayacaksın, kuşluk vakti
güneşi(nin ısısı)ndan etkilenmeyeceksin. |
And thou thirstest not therein
nor art exposed to the sun's heat. |
|
120. |
Nihâyet şeytân ona fısıldayıp: "Ey
Âdem, sana ebedilik ağacını ve yok olmayacak bir hükümranlığı göstereyim mi?
dedi. |
But the Devil whispered to him,
saying: O Adam! Shall I show thee the tree of immortality and power that wasteth
not away? |
|
121. |
O ağaçtan yediler. Böylece
kendilerine kötü yerleri göründü (üreme organları ortaya çıktı). Üstlerini
cennet yaprağıyle örtmeğe başladılar. Âdem Rabbinin buyruğuna karşı geldi de
şaşırdı. |
Then they twain ate thereof, so
that their shame became apparent unto them, and they began to hide by heaping on
themselves some of the leaves of the Garden. And Adam disobeyed his Lord, so
went astray. |
|
122. |
Sonra Rabbi onu seçti, tevbesini
kabul etti, doğru yola iletti. |
Then his Lord chose him, and
relented toward him, and guided him. |
|
123. |
Dedi ki: "Hepiniz oradan inin,
birbirinize düşmansınız. İmdi benden size bir hidâyet geldiği zaman kim benim
hidâyetime uyarsa o, sapmaz ve sıkıntıya düşmez." |
He said: Go down hence, both of
you, one of you a foe unto the other. But if there come unto you from Me a
guidance, then whoso followeth My guidance, he will not go astray nor come to
grief. |
|
124. |
Ama kim beni anmaktan yüz
çevirirse, onun için de dar bir geçim var. Kıyâmet günü onu kör olarak (yüce
Divâna) süreriz. |
But he who turneth away from
remembrance of Me, his will be a narrow life, and I shall bring him blind to the
assembly on the Day of Resurrection. |
|
125. |
Rabbim der, niçin beni kör sürdün,
oysa ben görür idim? |
He will say: My Lord! Wherefore
hast Thou gathered me (hither) blind, when I was wont to see? |
|
126. |
(Allâh) buyurur ki: "Nasıl sana
âyetlerimiz geldiği zaman, sen onları unuttuysan, bugün de sen öyle
unutulursun!" |
He will say: So (it must be).
Our revelations came unto thee but thou didst forget them. In like manner thou
art forgotten this Day. |
|
127. |
İşte isrâf eden ve Rabbinin
âyetlerine inanmayanları böyle cezâlandırırız. Elbette âhiretin azâbı daha çetin
ve daha süreklidir. |
Thus do We reward him who is
prodigal and believeth not the revelations of his Lord; and verily the doom of
the Hereafter will be sterner and more lasting. |
|
128. |
(Bugün) meskenlerinde dolaştıkları,
kendilerinden önce yaşamış nice nesilleri yok edişimiz onları hâlâ yola
getirmedi mi? Elbette bunda akıl sâhipleri için ibretler vardır. |
Is it not a guidance for them
(to know) how many a generation We destroyed before them, amid whose dwellings
they walk? Lo! therein verily are signs for men of thought. |
|
129. |
Eğer Rabbin tarafından söylenmiş
bir söz ve belirtilmiş bir süre olmasaydı. (bunların da hemen helâk edilmeleri)
gerekli olurdu. |
And but for a decree that had
already gone forth from thy Lord, and a term already fixed, the judgement would
(have) been inevitable (in this world). |
|
130. |
Onların dediklerine sabret, güneşin
doğmasından ve batmasından önce Rabbini överek tesbih et; gece sâ'atlerinden bir
kısmında ve gündüzün taraflarında da tesbih et ki memnun olasın! |
Therefore (O Muhammad), bear
with what they say, and celebrate the praises of thy Lord ere the rising of the
sun and ere the going down thereof. And glorify Him some hours of the night and
at the two ends of the day, that thou mayst find acceptance. |
|
131. |
Onlardan bazı zümrelere kendilerini
denemek için verdiğimiz dünyâ hayâtının süsüne gözlerini dikme. Rabbinin rızkı
daha hayırlı ve daha süreklidir. |
And strain not thine eyes
toward that which We cause some wedded pairs among them to enjoy the flower of
the life of the world, that We may try them thereby. The provision of thy Lord
is better and more lasting. |
|
132. |
Âilene namazı emret, kendin de
namaz kılmaya dayan. Biz senden rızık istemiyoruz. Seni biz besliyoruz. Sonuç
takvâ(sâhipleri)nindir. |
And enjoin upon thy people
worship, and be constant therein. We ask not of thee a provision: We provide for
thee. And the sequel is for righteousness. |
|
133. |
Dediler ki: "Rabbinden bize bir
âyet (mu'cize) getirmeli değil mi?" Onlara, önceki Kitap'larda bulunan kanıt
gelmedi mi? |
And they say: If only he would
bring us a miracle from his Lord! Hath there not come unto them the proof of
what is in the former Scriptures? |
|
134. |
Şâyet onları, ondan önce bir azâb
ile helâk etseydik: "Rabbimiz, bize bir elçi gönderseydin de böyle alçak ve
rezil olmadan önce senin âyetlerine uysaydık!" derlerdi. |
And if We had destroyed them
with some punishment before it, they would assuredly have said: Our Lord! If
only Thou hadst sent unto us a messenger, so that we might have followed Thy
revelations before we were (thus) humbled and disgraced! |
|
135. |
De ki: "Herkes gözetlemektedir.
Gözetleyin, düzgün yolun sâhipleri kimdir, doğru yolda olan kimdir,
bileceksiniz!" |
Say: Each is awaiting; so await
ye! Ye will come to know who are the owners of the path of equity, and who is
right. |
|
Toplam 135 Ayet.
|
|
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder