|
1. |
İnsanların hesapları yaklaştı,
fakat onlar hâlâ gaflet içinde yüz çevirmektedirler. |
Their reckoning draweth nigh
for mankind, while they turn away in heedlessness. |
|
2. |
Kendilerine Rablerinden gelen her
yeni ikazı mutlaka eğlenerek dinlerler. |
Never cometh there unto them a
new reminder from their Lord but they listen to it while they
play. |
|
3. |
Kalbleri eğlencededir. O
zulmedenler, aralarında şu konuşmayı gizlediler: "Bu (Muhammed) de sizin gibi
bir insan değil mi? Şimdi siz, göre göre büyüye mi kapılacaksınız?" |
With hearts preoccupied. And
they confer in secret. The wrong-doers say: Is this other than a mortal like
you? Will ye then succumb to magic when ye see (it)? |
|
4. |
Dedi ki: "Rabbim gökte ve yerde
konuşulan her sözü bilir, (O'ndan gizli kalan hiçbir şey yoktur). O, işitendir,
bilendir." |
He saith: My Lord knoweth what
is spoken in the heaven and the earth. He is the Hearer, the
Knower. |
|
5. |
Hayır, dediler, (bu) karmakarışık
hayallerdir; hayır onu uydurmuş; hayır o şâ'irdir. (Eğer gerçekten peygamberse)
öncekilerin, (mu'cizelerle) gönderildikleri gibi o da bize bir mu'cize
getirsin. |
Nay, say they, (these are but)
muddled dreams; nay, he hath but invented it; nay, he is but a poet. Let him
bring us a portent even as those of old (who were God's messengers) were sent
(with portents). |
|
6. |
Bunlardan önce helâk ettiğimiz
hiçbir kent (halkı) inanmamıştı, şimdi bunlar mı inanacaklar? |
Not a township believed of
those which We destroyed before them (though We sent them portents): would they
then believe? |
|
7. |
Biz, senden önce yalnız kendilerine
vahyedilen erkeklerden başkasını elçi göndermedik. Eğer bilmiyorsanız Zikir
ehline (Kitap sâhiplerine) sorun. |
And We sent not (as Our
messengers) before thee other than men whom We inspired. Ask the followers of
the Reminder if ye know not? |
|
8. |
Biz onları yemek yemeyen ceset(ler)
yapmadık. (Onlar), ölümsüz de değillerdi. |
We gave them not bodies that
would not eat food, nor were they immortals. |
|
9. |
Sonra onlara verdiğimiz sözü yerine
getirdik, onları ve dilediklerimizi kurtardık, aşırı gidenleri helâk
ettik. |
Then We fulfilled the promise
unto them. So We delivered them and whom We would, and We destroyed the
prodigals. |
|
10. |
Andolsun, size, içinde Zikr'iniz
bulunan bir Kitap indirdik. Aklınızı kullanmıyor musunuz? |
Now We have revealed unto you a
Scripture wherein is your Reminder. Have ye then no sense? |
|
11. |
(Halkı) zulmeden nice şehri kırıp
geçirdik ve onlardan sonra başka bir topluluk getirdik. |
How many a community that dealt
unjustly have We shattered, and raised up after them another
folk! |
|
12. |
Azâbımızı hissettikleri zaman
onlar, derhal oradan (kaçmak için hayvanlarını) mahmuzluyorlardı. |
And, when they felt Our might,
behold them fleeing from it! |
|
13. |
(Boşuna) Kaçmayın, (bol bol
verilip) içinde şımartıldığınız(ni'metler)e ve yurtlarınıza dönün, çünkü sorguya
çekileceksiniz! |
(But it was said unto them):
Flee not, but return to that (existence) which emasculated you and to your
dwellings, that ye may be questioned. |
|
14. |
Eyvah bize, dediler, gerçekten biz
zâlimlermişiz! |
They cried: Alas for us! Lo! we
were wrong-doers. |
|
15. |
Bu mırıldanmaları sürüp giderken
biz onları, biçilmiş (ekin gibi) yaptık, sönüp gittiler. |
And this their crying ceased
not till We made them as reaped corn, extinct. |
|
16. |
Biz göğü, yeri ve bunlar arasında
bulunanları, eğlence için yaratmadık. |
We created not the heaven and
the earth and all that is between them in play. |
|
17. |
Eğer bir eğlence edinmek
isteseydik, kendi katımızdan edinirdik. Yapacak olsaydık, böyle
yapardık. |
If We had wished to find a
pastime, We could have found it in Our presence - if We ever
did. |
|
18. |
Hayır, biz hakkı bâtılın üstüne
atarız da o onun beynini parçalar, derhal (bâtılın) canı çıkar. Allah'a
yakıştırdığınız niteliklerden ötürü de vay siz(in haliniz)e! |
Nay, but We hurl the true
against the false, and it doth break its head and lo! it vanisheth. And yours
will be woe for that which ye ascribe (unto Him). |
|
19. |
Göklerde ve yerde kim varsa hep
O'nundur. O'nun yanında bulunanlar, O'na kulluk etmekten büyüklenmez ve
yorulmazlar. |
Unto Him belongeth whosoever is
in the heavens and the earth. And those who dwell in His presence are not too
proud to worship Him, nor do they weary; |
|
20. |
Gece gündüz tesbih ederler, hiç ara
vermezler. |
They glorify (Him) night and
day; they flag not. |
|
21. |
Yoksa (o müşrikler), yerden
birtakım tanrılar edindiler de (ölüleri) onlar mı diriltecek? |
Or have they chosen Gods from
the earth who raise the dead? |
|
22. |
Eğer yerde, gökte Allah'tan başka
tanrılar olsaydı, ikisi de (yer de, gök de) bozulup gitmişti. Arş'ın sâhibi
Allâh, onların nitelendirmelerinden yüce(münezzeh)dir. |
If there were therein Gods
beside Allah, then verily both (the heavens and the earth) had been disordered.
Glorified be Allah, the Lord of the Throne, from all that they ascribe (unto
Him). |
|
23. |
O, yaptığından sorulmaz, ama onlar,
sorulurlar. |
He will not be questioned as to
that which He doth, but they will be questioned. |
|
24. |
Yoksa O'ndan başka tanrılar mı
edindiler? De ki: "(Bu hususta kesin) delilinizi getirin. İşte benimle beraber
olanların da öğütü ve benden öncekilerin de öğütü budur." Ama çokları hakkı
bilmezler, bundan dolayı onlar, (haktan) yüz çevirirler. |
Or have they chosen other gods
beside Him? Say: Bring your proof (of their godhead). This is the Reminder of
those with me and those before me, but most of them know not the Truth and so
they are averse. |
|
25. |
Senden önce hiçbir peygamber
göndermedik ki ona: "Benden başka tanrı yoktur, bana kulluk edin!" diye
vahyetmiş olmayalım. |
And We sent no messenger before
thee but We inspired him, (saying): There is no God save Me (Allah), so worship
Me. |
|
26. |
Rahmân çocuk edindi. dediler. O,
yücedir. Hayır (Rahmân'ın çocukları sanılan melekler, O'nun) değerli
kullar(ı)dır. |
And they say: The Beneficent
hath taken unto Himself a son. Be He glorified! Nay, but (those whom they call
sons) are honoured slaves; |
|
27. |
O'ndan önce söz söylemezler ve
onlar, O'nun buyruğunu yaparlar. |
They speak not until He hath
spoken, and they act by His command. |
|
28. |
(Allâh) Onların önlerinde ve
arkalarında olanı bilir. (Allâh'ın) râzı olduğundan başkasına şefâ'at edemezler
ve onlar, O'nun korkusundan titrerler. |
He knoweth what is before them
and what is behind them, and they cannot intercede except for him whom He
accepteth, and they quake for awe of Him. |
|
29. |
Onlardan her kim: "Ben O'ndan başka
bir tanrıyım!" derse onu cehennemle cezâlandırırız. Biz zâlimleri böyle
cezâlandırırız. |
And one of them who should say:
Lo! I am a God beside Him, that one We should repay with hell. Thus We repay
wrong-doers. |
|
30. |
O nankörler görmediler mi ki
göklerle yer bitişik idi, biz onları ayırdık ve her canlı şeyi sudan yarattık?
Hâlâ inanmıyorlar mı? |
Have not those who disbelieve
known that the heavens and the earth were of one piece, then We parted them, and
We made every living thing of water? Will they not then
believe? |
|
31. |
Yer, onları sarsar diye, onun
üstünde yüksek dağlar yarattık. Ve istedikleri yere gidebilmeleri için orada
geniş yollar açtık. |
And We have placed in the earth
firm hills lest it quake with them, and We have placed therein ravines as roads
that haply they may find their way. |
|
32. |
Göğü, korunmuş bir tavan yaptık;
onlarsa hâlâ göğün, (Allâh'ın) âyetlerinden yüz çevirmektedirler. |
And We have made the sky a roof
withheld (from them). Yet they turn away from its portents. |
|
33. |
Geceyi, gündüzü, güneşi, ayı
yaratan O'dur. (Bunların) her biri bir yörüngede yüzmektedir. |
And He it is Who created the
night and the day, and the sun and the moon. They float, each in an
orbit. |
|
34. |
Senden önce hiçbir insana ebedi
yaşama vermedik. Şimdi sen ölürsen onlar ebedi mi kalacaklar? |
We appointed immortality for no
mortal before thee. What if thou diest, can they be immortal? |
|
35. |
Her nefis, ölümü tadacaktır. Biz
sizi sınamak için şerre de hayra da müptelâ kılıyoruz. Ve (sonunda) bize
döndürüleceksiniz. |
Every soul must taste of death,
and We try you with evil and with good, for ordeal. And unto Us ye will be
returned. |
|
36. |
Kâfirler seni gördükleri zaman:
"Sizin tanrılarınızı diline dolayan bu mu?" diye seninle alay ederler. Oysa
kendileri Rahmân'ın Zikri(uyarısı)nı kabul etmiyorlar. |
And when those who disbelieve
behold thee, they but choose thee out for mockery, (saying): Is this he who
maketh mention of your gods? And they would deny all mention of the
Beneficent. |
|
37. |
(İnsanın tabiatinde acelecilik
vardır. Öye acelecidir ki, sanki) İnsan aceleden yaratılmıştır. (Durun,) Size
âyetlerimi göstereceğim, benden acele istemeyin. |
Man is made of haste. I shall
show you My portents, but ask Me not to hasten. |
|
38. |
Doğru söyleyenler iseniz bu (bizi)
tehdid(ettiğiniz azâb) ne zaman? diyorlar. |
And they say: When will this
promise (be fulfilled), if ye are truthful? |
|
39. |
İnkâr edenler, ne yüzlerinden, ne
de sırtlarından ateşi savamayacakları ve yardım da olunmayacakları zamanı bir
bilselerdi (onu böyle acele istemezlerdi)! |
If those who disbelieved but
knew the time when they will not be able to drive off the fire from their faces
and from their backs, and they will not be helped! |
|
40. |
Doğrusu o, onlara ansızın gelecek,
onları şaşırtacak, ne onu reddedebilecekler, ne de kendilerine süre
verilecek. |
Nay, but it will come upon them
unawares so that it will stupefy them, and they will be unable to repel it,
neither will they be reprieved. |
|
41. |
Andolsun, senden önceki
peygamberlerle de alay edildi, ama onlarla alay edenleri, o alay ettikleri şey
kuşatıverdi. |
Messengers before thee, indeed,
were mocked, but that whereat they mocked surrounded those who scoffed at
them. |
|
42. |
De ki: "Gece gündüz, sizi
Rahmân'dan kim koruyacak?" Hayır, onlar, Rablerinin Zikr'inden yüz
çeviriyorlar. |
Say: Who guardeth you in the
night or in the day from the Beneficent? Nay, but they turn away from mention of
their Lord, |
|
43. |
Yoksa onları, bize karşı koruyacak
tanrıları mı var? Onlar, ne kendilerine yardım edebilirler, ne de bizim
tarafımızdan onlara sâhip çıkılır. |
Or have they gods who can
shield them from Us? They cannot help themselves nor can they be defended from
Us. |
|
44. |
Biz onları ve atalarını yaşattık,
nihâyet kendilerine ömür uzun geldi, (ebedi yaşayacaklarını sandılar). Bizim,
yere gelip, onu uçlarından eksilttiğimizi görmüyorlar mı? Üstün gelen onlar mı
(yoksa biz miyiz)? |
Nay, but We gave these and
their fathers ease until life grew long for them. See they not how We visit the
land, reducing it of its outlying parts? Can they then be the
victors? |
|
45. |
De ki: "Ben ancak sizi vahiyle
uyarıyorum. Ama sağır(lar) uyarıldıkları zaman çağırıyı işitmez(ler)." |
Say (O Muhammad, unto mankind):
I warn you only by the Inspiration. But the deaf hear not the call when they are
warned. |
|
46. |
Andolsun, onlara Rabbinin azâbından
bir esinti dokunsa, "Eyvah bize, biz gerçekten zâlimlermişiz," derler. |
And if a breath of thy Lord's
punishment were to touch them, they assuredly would say: Alas for us! Lo! we
were wrong-doers. |
|
47. |
Kıyâmet günü için adâlet terâzileri
kurarız. Hiç kimseye bir haksızlık edilmez (insanın yaptığı iş), bir hardal
dânesi ağırlığınca da olsa onu getiririz. Hesab gören olarak biz
yeteriz. |
And We set a just balance for
the Day of Resurrection so that no soul is wronged in aught. Though it be of the
weight of a grain of mustard seed, We bring it. And We suffice for
reckoners. |
|
48. |
Andolsun biz, Mûsâ'ya ve Hârûn'a
hak ve bâtılı ayırdeden ve korunanlar için bir ışık ve öğüt olan Kitabı
verdik. |
And We verily gave Moses and
Aaron the Criterion (of right and wrong) and a light and a Reminder for those
who keep from evill |
|
49. |
Korunanlar görmeden Rablerinden
korkarlar ve (Duruşma) sâ'at(in)den de titrerler. |
Those who fear their Lord in
secret and who dread the Hour (of doom). |
|
50. |
Bu (Kur'ân) da ona (yani
Muhammed'e) indirdiğimiz mübârek (çok faydalı) bir öğüttür. Şimdi siz onu inkâr
mı ediyorsunuz? (Ne kadar gâfilsiniz siz)! |
This is a blessed Reminder that
We have revealed: Will ye then reject it? |
51. |
Andolsun biz, daha önceden
İbrâhim'e de doğru yolu bulma yeteneğini vermiştik. Zaten biz onu(n olgun insan
olduğunu) biliyorduk. |
And We verily gave Abraham of
old his proper course, and We were Aware of him, |
|
52. |
Babasına ve kavmine demişti ki:
"Sizin şu karşısında durup taptığınız heykeller nedir?" |
When he said unto his father
and his folk: What are these images unto which ye pay devotion? |
|
53. |
Babalarımızı onlara tapar bulduk
(da onun için biz de onlara tapıyoruz.) dediler. |
They said: We found our fathers
worshippers of them. |
|
54. |
Doğrusu siz de, babalarınız da açık
bir sapıklık içine düşmüşsünüz! dedi. |
He said: Verily ye and your
fathers were in plain error. |
|
55. |
Dediler ki: "Sen bize gerçeği mi
getirdin, yoksa şaka yapanlardan mısın?" |
They said: Bringest thou unto
us the truth, or art thou some jester? |
|
56. |
Hayır, dedi, Rabbiniz, göklerin ve
yerin Rabbidir ki, onları yaratmıştır. Ben de buna şâhidlik
edenlerdenim. |
He said: Nay, but your Lord is
the Lord of the heavens and the earth, Who created them; and I am of those who
testify unto that. |
|
57. |
Allah'a and olsun ki siz dönüp
gittikten sonra putlarınıza bir tuzak kuracağım! |
And, by Allah, I shall
circumvent your idols after ye have gone away and turned your
backs. |
|
58. |
Nihâyet (İbrâhim) onları parça
parça etti, yalnız onların büyüğünü bıraktı; belki ona müracaat ederler
diye(!) |
Then he reduced them to
fragments, all save the chief of them, that haply they might have recourse to
it. |
|
59. |
(Döndükleri zaman): "Bunu
tanrılarımıza kim yaptı? Muhakkak o zâlimlerden biridir." dediler. |
They said: Who hath done this
to our gods? Surely it must be some evil-doer. |
|
60. |
Onları diline dolayan bir genç
işittik, kendisine İbrâhim deniliyormuş, dediler. |
They said: We heard a youth
make mention of them, who is called Abraham. |
|
61. |
Onu insanların gözü önüne getirin
de (nasıl cezâlandırılacağına) tanık olsunlar dediler. |
They said: Then bring him
(hither) before the people's eyes that they may testify. |
|
62. |
(İbrâhim'i getirdiler), dediler ki:
"İbrâhim, tanrılarımıza sen mi bunu yaptın?" |
They said: Is it thou who hast
done this to our gods, O Abraham? |
|
63. |
Hayır dedi, (büyük putu göstererek)
işte şu büyükleri yapmış; onlara sorun, eğer konuşurlarsa (!) |
He said: But this, their chief
hath done it. So question them, if they can speak. |
|
64. |
Kendi vicdanlarına başvurup
(içlerinden): "Hakikaten sizler haksızsınız!" dediler. |
Then gathered they apart and
said: Lo! ye yourselves are the wrong-doers. |
|
65. |
Sonra yine eski kafalarına
döndürüldüler: "Sen de bilirsin ki bunlar konuşmazlar," dediler. |
And they were utterly
confounded, and they said: Well thou knowest that these speak
not. |
|
66. |
Peki, dedi, siz Allâh'ı bırakıp da
size hiçbir fayda ve zarar vermeyen şeylere mi tapıyorsunuz? |
He said: Worship ye then
instead of Allah that which cannot profit you at all, nor harm
you? |
|
67. |
Yuh size ve Allah'tan başka
taptıklarınıza. Aklınızı kullanmıyor musunuz siz? |
Fie on you and all that ye
worship instead of Allah! Have ye then no sense? |
|
68. |
Dediler: "Onu yakın, tanrılarınıza
yardım edin, eğer bir iş yapacaksanız." |
They cried: Burn him and stand
by your gods, if ye will be doing. |
|
69. |
Biz de: "Ey ateş, İbrâhim'e serin
ve esenlik ol!" dedik. |
We said: O fire, be coolness
and peace for Abraham. |
|
70. |
Ona bir tuzak kurmak istediler. Biz
de, asıl kendilerini hüsrâna uğrattık. |
And they wished to set a snare
for him, but We made them the greater losers. |
|
71. |
Onu ve Lût'u kurtarıp, âlemlere
bereketli kıldığımız bir yere getirdik. |
And We rescued him and Lot (and
brought them) to the land which We have blessed for (all)
peoples. |
|
72. |
Ona İshak'ı hediye ettik, üstelik
(torunu) Ya'kûb'u da (verdik). Hepsini de iyi insanlar yaptık. |
And We bestowed upon him Isaac,
and Jacob as a grandson. Each of them We made righteous. |
|
73. |
Onları, emrimizle doğru yolu
gösteren önderler yaptık ve onlara hayırlı işler yapmayı, namaz kılmayı ve zekât
vermeyi vahyettik. Onlar bize kulluk eden(insan)lardı. |
And We made them chiefs who
guide by Our command, and We inspired in them the doing of good deeds and the
right establishment of worship and the giving of alms, and they were worshippers
of Us (alone). |
|
74. |
Lût'a da hüküm (hükümranlık,
peygamberlik, hikmet) ve ilim verdik ve onu çirkin işler yapan bir kentten
kurtardık. Gerçekten onlar yoldan çıkan kötü bir kavim idiler. |
And unto Lot We gave judgement
and knowledge, and We delivered him from the community that did abominations.
Lo! they were folk of evil, lewd. |
|
75. |
Ve onu rahmetimizin içine soktuk.
Çünkü o, Sâlihlerden idi. |
And We brought him in unto Our
mercy. Lo! he was of the righteous. |
|
76. |
Nûh'u da (an), o da bunlardan önce
bize yalvarmıştı. Biz de onun du'âsını kabul edip kendisini ve âilesini büyük
sıkıntıdan kurtarmıştık. |
And Noah, when he cried of old,
We heard his prayer and saved him and his household from the great
affliction. |
|
77. |
Ve âyetlerimizi yalanlayan kavimden
onun öcünü almıştık. Onlar, kötü bir kavim olmuşlardı, biz de onların hepsini
boğmuştuk. |
And delivered him from the
people who denied Our revelations. Lo! they were folk of evil, therefore did We
drown them all. |
|
78. |
Dâvûd ile Süleymân'ı da (an); hani
onlar, toplumun davarının yayıldığı bir ekin hakkında hükmediyorlardı, biz de
onların hükümlerine tanık idik. |
And David and Solomon, when
they gave judgement concerning the field, when people's sheep had strayed and
browsed therein by night; and We were witnesses to their
judgement. |
|
79. |
O hükmü Süleymân'a bellettik.
Onların hepsine de hükümdarlık ve bilgi verdik. Dâvûd'a dağları ve kuşları boyun
eğdirdik, onunla beraber tesbih ediyorlardı. Biz (bunları) yaparız. |
And We made Solomon to
understand (the case); and unto each of them We gave judgement and knowledge.
And We subdued the hills and the birds to hymn (His) praise along with David. We
were the doers (thereof). |
|
80. |
Ona, sizi, savaşın şiddetinden
korumak için zırh yapmayı öğretmiştik. Ama siz şükrediyor musunuz ki? |
And We taught him the art of
making garments (of mail) to protect you in your daring. Are ye then
thankful? |
|
81. |
Süleymân'a da fırtınayı (boyun
eğdirmiştik). Onun emriyle, içinde bereketler yarattığımız yere akıp giderdi.
Biz her şeyi biliriz. |
And unto Solomon (We subdued)
the wind in its raging. It set by his command toward the land which We had
blessed. And of everything We are Aware. |
|
82. |
Kendisi için denize dalan ve bundan
başka işler yapan bazı şeytânları da emrine vermiştik. Biz onları onun emrinde
tutuyorduk. |
And of the evil ones (subdued
We unto him) some who dived (for pearls) for him and did other work, and We were
warders unto them. |
|
83. |
Eyyûb'u da an. O, Rabbine: "Bu dert
bana dokundu, sen merhametlilerin en merhametlisisin!" diye du'â
etmişti. |
And Job, when he cried unto his
Lord, (saying): Lo! adversity afflicteth me, and Thou art Most Merciful of all
who show mercy. |
|
84. |
Biz de onun du'âsını kabul etmiş,
kendisine bulaşan derdi kaldırmıştık; ona tarafımızdan bir rahmet ve ibâdet
edenler için bir öğüt olarak âilesini ve onlarla beraber bir katını daha
vermiştik. |
Then We heard his prayer and
removed that adversity from which he suffered, and We gave him his household
(that he had lost) and the like thereof along with them, a mercy from Our store,
and a remembrance for the worshippers; |
|
85. |
İsmâ'il'i, İdris'i, Zu'l-Kifl'i de
an; hepsi de sabredenlerdendi. |
And (mention) Ishmael, and
Idris, and Dhu'l-Kifl. All were of the steadfast. |
|
86. |
Onları rahmetimize soktuk, çünkü
onlar Sâlihlerdendi. |
And We brought them in unto Our
mercy. Lo! they are among the righteous. |
|
87. |
Zünnûn'u (balık karnına girmiş olan
Yûnus ibn Matta'yı) da an; zira (o, kavmine) kızarak gitmişti, bizim kendisine
güç yetiremeyeceğimizi, (kavminin arasından çıkmakla kendisini kurtaracağını)
sanmıştı. Nihâyet karanlıklar içinde (kalıp): "Senden başka tanrı yoktur. Senin
şânın yücedir, ben zâlimlerden oldum!" diye yalvardı. |
And (mention) Dhu'n-Nun, when
he went off in anger and deemed that We had no power over him, but he cried out
in the darkness, saying: There is no God save Thee. Be Thou glorified! Lo! I
have been a wrong-doer. |
|
88. |
Biz de onun du'âsını kabul ettik ve
onu tasadan kurtardık. İşte biz, inananları böyle kurtarırız. |
Then We heard his prayer and
saved him from the anguish. Thus We save believers. |
|
89. |
Zekeriyyâ'yı da (an). Rabbine:
"Rabbim, beni tek bırakma! Sen, vârislerin en iyisisin (her şeyim sana
kalacaktır)" diye du'â etmişti. |
And Zachariah, when he cried
unto his Lord: My Lord! Leave me not childless, though Thou art the best of
inheritors. |
|
90. |
Onun du'âsını da kabul buyurduk ve
ona Yahyâ'yı armağan ettik. Eşini de kendisi için ıslah ettik (çocuk doğurmağa
elverişli bir hale getirdik). Gerçekten onlar hayır işlere koşarlar, umarak ve
korkarak bize du'â ederlerdi ve bize derin saygı gösterirlerdi. |
Then We heard his prayer, and
bestowed upon him John, and adjusted his wife (to bear a child) for him. Lo!
they used to vie one with the other in good deeds, and they cried unto Us in
longing and in fear, and were submissive unto Us. |
|
91. |
O ırzını korumuş olan(Meryem)i de
an; ona ruhumuzdan bir çocuk üflemiş, kendisini ve oğlunu âlemlere bir ibret
yapmıştık. |
And she who was chaste,
therefore We breathed into her (something) of Our spirit and made her and her
son a token for (all) peoples. |
|
92. |
İşte bu sizin ümmetiniz (olan
tevhid ve İslâm milleti), bir tek ümmettir. Rabbiniz de benim. Yalnız bana
kulluk edin. |
Lo! this, your religion, is one
religion, and I am your Lord, so worship Me. |
|
93. |
İşlerini aralarında parçaladılar
(Tanrıdan gelen dini parça parça ettiler, ayrılığa düştüler); hepsi (sonunda)
bize döneceklerdir. |
And they have broken their
religion (into fragments) among them, (yet) all are returning unto
Us. |
|
94. |
İmdi kim inanmış olarak iyi
işlerden yaparsa onun çalışmasına nankörlük edilmez, biz (onun çalışmasını)
yazanlarız. |
Then whoso doth good works and
is a believer, there will be no rejection of his effort Lo! We record (it) for
him. |
|
95. |
Helâk ettiğimiz bir ülkeye artık
(yaşamak) harâmdır: Onlar bir daha geri dönemezler. |
And there is a ban upon any
community which We have destroyed: that they shall not return, |
|
96. |
Nihâyet Ye'cûc ve Me'cûc'un önü
açıldığı ve onlar her tepeden akın etmeye başladıkları zaman, |
Until, when Gog and Magog are
let loose, and they hasten out of every mound. |
|
97. |
Gerçek va'd (yani kıyâmet)
yaklaşmış olur. İnkâr edenlerin gözleri birden donup kalır. "Vah bize, biz
bundan gaflet içinde idik (bunun doğru olacağını hiç düşünmüyorduk). Meğer biz
zulmediyormuşuz!" (diye mırıldandılar). |
And the True Promise draweth
nigh; then behold them, staring wide (in terror), the eyes of those who
disbelieve! (They say): Alas for us! We (lived) in forgetfulness of this. Ah,
but we were wrong-doers! |
|
98. |
Siz ve Allah'tan başka
taptıklarınız cehennemin odunusunuz. Siz, oraya gireceksiniz. |
Lo! ye (idolaters) and that
which ye worship beside Allah are fuel of hell. Thereunto ye will
come. |
|
99. |
Eğer onlar tanrı olsalardı oraya
girmezlerdi. Oysa hepsi orada sürekli kalacaklardır. |
If these had been gods they
would not have come thither, but all will abide therein. |
|
100. |
Onlar için bir inleme ve soluma
vardır! Ve onlar orada (azâbın dehşeti içinde hiçbir şey) işitmezler. |
Therein wailing is their
portion, and therein they hear not. |
101. |
Ama bizden kendilerine (ezelde)
güzellik geçmiş (mutluluk takdir edilmiş) olanlar, işte onlar, ondan
(cehennemden) uzaklaştırılmışlardır. |
Lo! those unto whom kindness
hath gone forth before from Us, they will be far removed from
thence. |
|
102. |
Onun uğultusunu duymazlar. Ve
canlarının çektiği (ni'metler) içinde ebedi kalırlar. |
They will not hear the
slightest sound thereof, while they abide in that which their souls
desire. |
|
103. |
O en büyük korku, onları asla
tasalandırmaz. Melekler onları şöyle karşılar: "İşte bu, size va'dedilen
gününüzdür!" |
The Supreme Horror will not
grieve them, and the angels will welcome them, (saying): This is your Day which
ye were promised; |
|
104. |
O gün göğü yazı tomarlarını dürer
gibi toplarız. İlk yaratmaya başladığımız gibi onu iâde ederiz. Üzerimize
sözdür; biz bunu mutlaka yapacağız. |
The Day when We shall roll up
the heavens as a recorder rolleth up a written scroll. As We began the first
creation, We shall repeat it. (It is) a promise (binding) upon Us. Lo! We are to
perform it. |
|
105. |
Andolsun Tevrât'tan sonra Zebûr'da
da: "Arza mutlaka iyi kullarım vâris olacak (bu yer onların eline geçecek)" diye
yazmıştık. |
And verily We have written in
the Scripture, after the Reminder: My righteous slaves will inherit the
earth: |
|
106. |
Şüphesiz bunda kulluk eden kimseler
için yeterli bir öğüt vardır. |
Lo! there is a plain statement
for folk who are devout. |
|
107. |
(Ey Muhammed) Biz seni ancak
âlemlere rahmet için gönderdik. |
We sent thee not save as a
mercy for the peoples. |
|
108. |
De ki: "Bana, Tanrınız, ancak bir
tek Tanrıdır; diye vahyolunur. O'na teslim ol(up putperestliği bırak)cak
mısınız? |
Say: It is only inspired in me
that your God is One God. Will ye then surrender (unto Him)! |
|
109. |
Eğer yüz çevirirlerse de ki: "Ben
sizin hepinize eşit biçimde açıkladım. Artık tehdidedildiğiniz şeyin yakın mı,
yoksa uzak mı olduğunu bilmem." |
But if they are averse, then
say: I have warned you all alike, although I know not whether nigh or far is
that which ye are promised. |
|
110. |
Şüphesiz O, sözün açığını da bilir,
gizlediklerinzi de bilir. |
Lo! He knoweth that which is
said openly, and that which ye conceal. |
|
111. |
Bilmem belki de o (azâbın
ertelenmesi) sizi denemek ve bir süreye kadar yaşatmak içindir |
And I know not but that this
may be a trial for you, and enjoyment for a while. |
|
112. |
(Allâh'ın Resulü) Dedi: "Rabbim
(aramızda) hak ile hükmet, Rabbimiz çok merhamet edendir. Sizin
nitelendirdiğinize (iftirâlarınıza) karşı O'nun yardımına sığınılır (O, bizi her
tehlikeden korur)!" |
He saith: My Lord! Judge Thou
with truth. Our Lord is the Beneficent, Whose help is to be implored against
that which ye ascribe (unto Him). |
|
Toplam 112 Ayet.
|
|
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder