|
| 1. |
Andolsun o sıra sıra
dizilenlere, |
| By those who set the ranks in
battle orderr |
|
| 2. |
Bağırıp sürenlere, |
| And those who drive away (the
wicked) with reprooff |
|
| 3. |
Zikir okuyanlara, |
| And those who read (the Word)
for a reminder, |
|
| 4. |
Ki Tanrınız, birdir. |
| Lo! thy Lord is surely
One. |
|
| 5. |
Göklerin, yerin ve bunlar arasında
bulunanların Rabbi, doğuların da Rabbidir. |
| Lord of the heavens and of the
earth and all that is between them, and Lord of the sun's
risings. |
|
| 6. |
Biz en yakın göğü bir zinetle,
yıldızlarla süsledik. |
| Lo! We have adorned the lowest
heaven with an ornament, the planets: |
|
| 7. |
Ve (onu) itâ'at dışına çıkan her
türlü şeytândan koruduk. |
| With security from every
froward devil. |
|
| 8. |
O (şeyta)nlar mele-i A'lâyı (yüce
melekler topluluğunu) dinleyemezler; her yandan kendilerine (ışınlar)
atılır. |
| They cannot listen to the
Highest Chiefs for they are pelted from every side, |
|
| 9. |
Kovulurlar. Onlar için sürekli bir
azâb vardır. |
| Outcast, and theirs is a
perpetual torment; |
|
| 10. |
Yalnız (yüce topluluktan) bir söz
kapan olursa, onu da delici bir şihâb (ışın)izler. |
| Save him who snatcheth a
fragment, and there pursueth him a piercing flame. |
|
| 11. |
Şimdi onlara sor: Yaratılış
bakımından kendileri mi daha çetin, yoksa bizim yarattıklarımız mı? Biz
kendilerini yapışkan bir çamurdan yarattık. |
| Then ask them (O Muhammad): Are
they stronger as a creation, or those (others) whom We have created? Lo! We
created them of plastic clay. |
|
| 12. |
Hayır sen (bu muhteşem kudrete)
hayran kaldın; onlarsa (seninle) alay ediyorlar. |
| Nay, but thou dost marvel when
they mockk |
|
| 13. |
Kendilerine öğüt verilse öğüt
almıyorlar. |
| And heed not when they are
reminded, |
|
| 14. |
Bir mu'cize görseler, alay
ediyorlar. |
| And seek to scoff when they
behold a portentt |
|
| 15. |
Bu apaçık bir büyüden başka bir şey
değildir. diyorlar. |
| And they say: Lo! this is mere
magic; |
|
| 16. |
Yani biz öldüğümüz, toprak ve kemik
olduğumuz zaman mı, biz mi diriltilecek mişiz? |
| When we are dead and have
become dust and bones, shall we then, forsooth, be raised
(again)? |
|
| 17. |
Evvelki atalarımız da mı? |
| And our
forefathers? |
|
| 18. |
De ki: "Evet siz aşağılanarak
(diriltileceksiniz)!" |
| Say (O Muhammad): Yea, in
truth: and ye will be brought low. |
|
| 19. |
O (iş) sadece korkunç bir sesten
ibârettir: Hemen onlar (diriltilmiş olarak) bakıyorlardır. |
| There is but one Shout, and lo!
they beholdd |
|
| 20. |
Vah bize, bu cezâ günüdür!
dediler. |
| And say: Ah, woe for us! This
is the Day of Judgement. |
|
| 21. |
Bu, yalanlamakta olduğunuz hüküm
günüdür! |
| This is the Day of Separation,
which ye used to deny. |
|
| 22. |
(Yüce Allâh meleklerine emreder):
"Toplayın o zâlimleri, onların eşlerini ve taptıklarını." |
| (And it is said unto the
angels): Assemble those who did wrong, together with their wives and what they
used to worshipp |
|
| 23. |
Allah'tan başka. Onları cehennemin
yoluna götürün! |
| Instead of Allah, and lead them
to the path to hell; |
|
| 24. |
Durdurun onları, çünkü onlar
sorguya çekileceklerdir. |
| And stop them, for they must be
questioned. |
|
| 25. |
Size ne oldu ki birbirinize yardım
etmiyorsunuz? |
| What aileth you that ye help
not one another? |
|
| 26. |
(Başları öne eğik, utançtan yüzleri
kızarmış. Cevap verecek durumda değillerdir). Hayır, onlar o gün teslim
olmuşlardır. |
| Nay, but this day they make
full submission. |
|
| 27. |
Birbirlerine döndüler,
soruyorlar. |
| And some of them draw near unto
others, mutually questioning. |
|
| 28. |
(Uyanlar, uydukları adamlara)
Dediler ki: "Siz bize sağdan gelir(güvendiğimiz yandan bize sokulup vesvese
verir)diniz." |
| They say: Lo! ye used to come
unto us, imposing, (swearing that ye spoke the truth). |
|
| 29. |
(Ötekiler de): "Hayır, dediler,
zaten siz kendiniz inanan insanlar değildiniz." |
| They answer: Nay, but ye
(yourselves) were not believers. |
|
| 30. |
Bizim sizi zorlayacak bir gücümüz
yoktu. Siz kendiniz azgın bir toplum idiniz. |
| We had no power over you, but
ye were wayward folk. |
|
| 31. |
Artık Rabbimizin sözü bize hak
oldu. Biz (hak ettiğimiz cezâyı mutlaka) tadacağız! |
| Now the Word of our Lord hath
been fulfilled concerning us. Lo! we are about to taste (the
doom). |
|
| 32. |
Sizi azdırdık, çünkü biz kendimiz
azmıştık(siz de bize uyunca azmış oldunuz). |
| Thus we misled you. Lo! we were
(ourselves) astray. |
|
| 33. |
O gün onlar azâb (çekme)de
ortaktırlar. |
| Then lo! this day they (both)
are sharers in the doom. |
|
| 34. |
İşte biz, suçlulara böyle
yaparız. |
| Lo! thus deal We with the
guilty. |
|
| 35. |
Çünkü onlara: "Allah'tan başka
tanrı yoktur!" dendiği zaman büyüklük taslarlardı. |
| For when it was said unto them,
There is no God save Allah, they were scornfull |
|
| 36. |
Cinlenmiş bir şâir için biz
tanrılarımızı mı terk edeceğiz? derlerdi. |
| And said: Shall we forsake our
gods for a mad poet? |
|
| 37. |
Hayır, o (ne şâirdi, ne mecnun. O)
gerçeği getirmiş ve elçileri de doğrulamıştı. |
| Nay, but he brought the Truth,
and he confirmed those sent (before him). |
|
| 38. |
Siz acı azâbı
tadacaksınız! |
| Lo! (now) verily ye taste the
painful doomm |
|
| 39. |
Sadece yaptığınız (işler)le
cezâlanıyorsunuz! |
| Ye are requited naught save
what ye didd |
|
| 40. |
Ancak Allâh'ın hâlis kulları bu
cezânın dışındadır. |
| Save single-minded slaves of
Allah; |
|
| 41. |
Onlar için bilinen bir rızık
vardır. |
| For them there is a known
provision, |
|
| 42. |
(Türlü türlü) Meyvalar.Ve onlar
ağırlanırlar. |
| Fruits. And they will be
honouredd |
|
| 43. |
Ni'met cennetlerinde. |
| In the Gardens of
delight, |
|
| 44. |
Tahtlar üzerinde, karşılıklı
otururlar. |
| On couches facing one
anotherr |
|
| 45. |
Önlerinde akan kaynaktan
(doldurulmuş) kadehler dolaştırılır. |
| A cup from a gushing spring is
brought round for them, |
|
| 46. |
Berrak, içenlere lezzet veren bir
içki. |
| White, delicious to the
drinkers, |
|
| 47. |
Onda ne sersemletme var, ne onunla
sarhoş olurlar. |
| Wherein there is no headache
nor are they made mad thereby. |
|
| 48. |
Yanlarında da, yalnız kendilerine
göz dikmiş iri gözlü eşler vardır. |
| And with them are those of
modest gaze, with lovely eyes, |
|
| 49. |
Saklı yumurta gibi bembeyaz
eşler. |
| (Pure) as they were hidden eggs
(of the ostrich). |
|
| 50. |
Bunlar birbirine dönmüş
soruyorlar: |
| And some of them draw near unto
others, mutually questioning. |
| 51. |
Onlardan bir sözcü: "Benim, dedi,
bir arkadaşım vardı." |
| A speaker of them saith: Lo! I
had a comradee |
|
| 52. |
Derdi ki: 'Sen doğrulayanlardan
mısın? |
| Who used to say: Art thou in
truth of those who put faith (in his words)? |
|
| 53. |
'Biz ölüp toprak ve kemik olduğumuz
zaman mı, biz mi (diriltilip yaptığımız işlere göre) cezâlanacağız?' " |
| Can we, when we are dead and
have become mere dust and bones, can we (then) verily be brought to
book? |
|
| 54. |
(Sonra yanındakilere): "Bakar
mısınız?" dedi. |
| He saith: Will ye
look? |
|
| 55. |
Baktı onu cehennemin ortasında
gördü. |
| Then looketh he and seeth him
in the depth of Hell. |
|
| 56. |
Tallâhi, dedi, sen az daha beni de
alçaltacaktın. |
| He saith: By Allah, thou verily
didst all but cause my ruin, |
|
| 57. |
Rabbimin ni'meti olmasaydı, şimdi
ben de (oraya) getirilenlerden olurdum. |
| And had it not been for the
favour of my Lord, I too had been of those haled forth (to
doom). |
|
| 58. |
Biz bir daha ölmeyecek miyiz
der. |
| Are we then not to
diee |
|
| 59. |
Yalnız ilk ölümümüz, başka ölüm yok
ve biz azâba da uğratılmayacağız ha?! |
| Saving our former death, and
are we not to be punished? |
|
| 60. |
Gerçekten büyük başarı ve mutluluk
budur! |
| Lo! this is the supreme
triumph. |
|
| 61. |
Çalışanlar bunun için
çalışsınlar. |
| For the like of this, then, let
the workers work. |
|
| 62. |
(Nasıl) Ağırlanmak için bu mu
hayırlı, yoksa zakkum ağacı mı? |
| Is this better as a welcome, or
the tree of Zaqqum? |
|
| 63. |
Biz onu zâlimler için bir fitne
(sınav) yaptık. |
| Lo! We have appointed it a
torment for wrong-doers. |
|
| 64. |
O, cehennemin dibinde çıkan bir
ağaçtır. |
| Lo! it is a tree that springeth
in the heart of helll |
|
| 65. |
Tomurcukları, şeytânların başları
gibidir. |
| Its crop is as it were the
heads of devilss |
|
| 66. |
Onlar ondan yiyecekler ve
karınlarını onunla dolduracaklardır. |
| And lo! they verily must eat
thereof, and fill (their) bellies therewith. |
|
| 67. |
Sonra onların, bunun üzerine kaynar
su karıştırılmış bir içkileri vardır. |
| And afterward, lo! thereupon
they have a drink of boiling waterr |
|
| 68. |
Sonra dönecekleri yer, elbette
cehennemdir. |
| And afterward, lo! their return
is surely unto hell. |
|
| 69. |
Çünkü onlar babalarını sapık
kimseler buldular. |
| They indeed found their fathers
astray, |
|
| 70. |
Kendileri de onların izlerinde
koşturuyorlar. |
| But they make haste (to follow)
in their footsteps. |
|
| 71. |
Andolsun, onlardan önce,
evvelkilerin çoğu da sapmıştı. |
| And verily most of the men of
old went astray before them, |
|
| 72. |
Biz onların içine de uyarıcılar
göndermiştik. |
| And verily We sent among them
warners. |
|
| 73. |
Bak, o uyarılanların sonu nice
oldu. |
| Then see the nature of the
consequence for those warned, |
|
| 74. |
Ancak Allâh'ın halis kulları o
azâbın dışında kaldılar. |
| Save single-minded slaves of
Allah. |
|
| 75. |
Andolsun Nûh bize yalvarmıştı da ne
güzel kabul buyurmuştuk! |
| And Noah verily prayed unto Us,
and gracious was the Hearer of his prayerr |
|
| 76. |
Onu ve âilesini büyük sıkıntıdan
kurtarmıştık. |
| And We saved him and his
household from the great distress, |
|
| 77. |
Yalnız onun zürriyetini kalıcılar
yaptık (onlardan başka hepsini helâk ettik). |
| And made his seed the
survivors, |
|
| 78. |
Sonra gelenler arasında ona (iyi
bir ün) bıraktık: |
| And left for him among the
later folk (the salutation): |
|
| 79. |
Âlemler içinde Nûh'a selâm olsun
(bütün insanlar onu esenlikle anarlar). |
| Peace be unto Noah among the
peoples! |
|
| 80. |
İşte biz güzel davrananları böyle
mükâfâtlandırırız. |
| Lo! thus do We reward the
good. |
|
| 81. |
Çünkü o bizim, inanan
kullarımızdandı. |
| Lo! he is one of Our believing
slaves. |
|
| 82. |
Sonra ötekilerini suda
boğduk. |
| Then We did drown the
others. |
|
| 83. |
İbrâhim de onun kolundan
idi. |
| And lo! of his persuasion
verily was Abrahamm |
|
| 84. |
Zirâ Rabbine tertemiz bir kalb
getirmişti. |
| When he came unto his Lord with
a whole heart; |
|
| 85. |
Babasına ve kavmine: "Neye
tapıyorsunuz?" demişti. |
| When he said unto his father
and his folk: What is it that ye worship? |
|
| 86. |
Allah'tan başka uydurma tanrılar mı
istiyorsunuz? |
| Is it a falsehood - gods beside
Allah - that ye desire? |
|
| 87. |
Âlemlerin Rabbi hakkında zannınız
nedir (ki O'na böyle ortaklar koştunuz)? |
| What then is your opinion of
the Lord of the Worlds? |
|
| 88. |
Yıldızlara bir göz attı: |
| And he glanced a glance at the
starss |
|
| 89. |
Ben hastayım, dedi. |
| Then said: Lo! I feel
sick! |
|
| 90. |
Bunun üzerine arkalarını dönüp
ondan kaçtılar. |
| And they turned their backs and
went away from himm |
|
| 91. |
O da gizlice onların tanrılarına
sokuldu: "Yemez misini?" dedi. |
| Then turned he to their gods
and said: Will ye not eat? |
|
| 92. |
Neyiniz var ki
konuşmuyorsunuz? |
| What aileth you that ye speak
not? |
|
| 93. |
Ve gizlice üzerlerine yürüyüp sağ
eliyle onlara kuvvetli bir darbe indirdi. |
| Then he attacked them, striking
with his right hand. |
|
| 94. |
(Puta, tapanlar, döndüklerinde
putlarını kırılmış görünce) Hemen koşarak ona gittiler. |
| And (his people) came toward
him, hastening. |
|
| 95. |
(Elinizle) Yonttuğunuz şeylere mi
tapıyorsunuz? dedi. |
| He said: Worship ye that which
ye yourselves do carvee |
|
| 96. |
Oysa sizi de, yaptığınız(bu
şeyler)i de Allâh yaratmıştır. |
| When Allah hath created you and
what ye make? |
|
| 97. |
Onun için bir bina yapın da onu (o
binâda) ateşe atın dediler. |
| They said: Build for him a
building and fling him in the red-hot fire. |
|
| 98. |
Ona bir tuzak kurmak istediler, biz
de (onların tuzaklarını boşa çıkardık), onları alçak düşürdük. |
| And they designed a snare for
him, but We made them the undermost. |
|
| 99. |
(İbrâhim) Dedi ki: "Ben Rabbime
gideceğim, O, beni doğru yola iletecek." |
| And he said: Lo! I am going
unto my Lord Who will guide mee |
|
| 100. |
Rabbim, bana iyilerden (bir çocuk)
lutfet! |
| My Lord! Vouchsafe me of the
righteous. |
| 101. |
Ona halim bir erkek çocuk
müjdeledik. |
| So We gave him tidings of a
gentle son. |
|
| 102. |
(Çocuk) Onun yanında koşma çağına
erişince (İbrâhim ona): "Yavrum, dedi, ben uykuda görüyorum ki ben seni
kesiyorum; (düşün) bak, ne dersin?" (Çocuk): "Babacığım, sana emredileni yap,
inşallah beni sabredenlerden bulacaksın." dedi. |
| And when (his son) was old
enough to walk with him, (Abraham) said: O my dear son, I have seen in a dream
that I must sacrifice thee. So look, what thinkest thou? He said: O my father!
Do that which thou art commanded. Allah willing, thou shalt find me of the
steadfast. |
|
| 103. |
İkisi de böylece (Allâh'ın emrine)
teslim olup (İbrâhim, kurban etmek için) çocuğu alnı üzerine yıkınca, |
| Then, when they had both
surrendered (to Allah), and he had flung him down upon his
face, |
|
| 104. |
Biz ona: "İbrâhim!" diye
ünledik. |
| We called unto him: O
Abraham: |
|
| 105. |
Sen rüyâyı doğruladın, işte biz,
güzel davrananları böyle mükâfâtlandırırız! |
| Thou hast already fulfilled the
vision. Lo! thus do We reward the good. |
|
| 106. |
Gerçekten bu, apaçık bir sınav
idi. |
| Lo! that verily was a clear
test. |
|
| 107. |
Ve fidye olarak ona büyük bir
kurbanlık verdik. |
| Then We ransomed him with a
tremendous victim. |
|
| 108. |
Sonra gelenler arasında ona (iyi
bir ün) bıraktık. |
| And We left for him among the
later folk (the salutation): |
|
| 109. |
(İleride gelecek nesiller):
"İbrâhim'e selâm olsun!" (diyeceklerdi.) |
| Peace be unto
Abraham! |
|
| 110. |
İşte biz güzel davrananları böyle
mükâfâtlandırırız. |
| Thus do We reward the
good. |
|
| 111. |
Çünkü o bizim mü'min
kullarımızdandı. |
| Lo! he is one of Our believing
slaves. |
|
| 112. |
Biz ona İshâk'ı, iyilerden bir
peygamber olarak müjdeledik. |
| And We gave him tidings of the
birth of Isaac, a Prophet of the righteous. |
|
| 113. |
Kendisine de, İshâk'a da bereketler
verdik. Onların neslinden (gelenler arasında) iyi hareket eden de var, açıkça
kendisine zulmeden de. |
| And We blessed him and Isaac.
And of their seed are some who do good, and some who plainly wrong
themselves. |
|
| 114. |
Andolsun Mûsâ'ya ve Hârûn'a da
lutuflarda bulunduk. |
| And We verily gave grace unto
Moses and Aaron, |
|
| 115. |
Onları ve kavimlerini büyük
sıkıntıdan kurtardık. |
| And saved them and their people
from the great distress, |
|
| 116. |
Onlara yardım ettik de üstün
gelenler kendileri oldular. |
| And helped them so that they
became the victors. |
|
| 117. |
Onlara açık ifâdeli Kitabı
verdik. |
| And We gave them the clear
Scripturee |
|
| 118. |
Ve onları doğru yola
ilettik. |
| And showed them the right
path. |
|
| 119. |
Ve sonra gelenler arasında onlara
(iyi bir ün) bıraktık. |
| And We left for them among the
later folk (the salutation): |
|
| 120. |
(Hep): "Mûsâ'ya ve Hârûn'a selâm
olsun!" (diyeceklerdi). |
| Peace be unto Moses and
Aaron! |
|
| 121. |
İşte biz güzel davrananları böyle
mükâfâtlandırırız. |
| Lo! thus do We reward the
good. |
|
| 122. |
Çünkü ikisi de bizim inanan
kullarımızdandı. |
| Lo! they are two of Our
believing slaves. |
|
| 123. |
İlyâs da elçilerdendi. |
| And lo! Elias was of those sent
(to warn) |
|
| 124. |
Kavmine demişti ki: "(Allâh'ın
azâbından) Korunmaz mısınız?" |
| When he said unto his folk:
Will ye not ward off (evil)? |
|
| 125. |
Ba'l'e yalvarıyorsunuz da,
bırakıyor musunuz, yaratıcıların en güzelini?" |
| Will ye cry unto Baal and
forsake the best of Creators, |
|
| 126. |
Sizin Rabbiniz ve önceki
atalarınızın Rabbi olan Allâh'ı? |
| Allah, your Lord and Lord of
your forefathers? |
|
| 127. |
Onu yalanladılar, bundan dolayı
onlar (azâba) getirileceklerdir. |
| But they denied him, so they
surely will be haled forth (to the doom) |
|
| 128. |
Yalnız Allâh'ın hâlis kulları azâb
dışındadırlar. |
| Save single-minded slaves of
Allah. |
|
| 129. |
Biz, sonra gelenler arasında ona
(İlyâs'a da iyi bir ün) bıraktık: |
| And We left for him among the
later folk (the salutation): |
|
| 130. |
İlyâs'a selâm olsun. |
| Peace be unto
Elias! |
|
| 131. |
İşte biz güzel davrananları böyle
mükâfâtlandırırız. |
| Lo! thus do We reward the
good. |
|
| 132. |
Çünkü o bizim mü'min
kullarımızdandı. |
| Lo! he is one of Our believing
slaves. |
|
| 133. |
Lût da gönderilen
elçilerdendi. |
| And lo! Lot verily was of those
sent (to warn), |
|
| 134. |
Onu ve âilesini
kurtardık. |
| When We saved him and his
household, every one, |
|
| 135. |
Yalnız (azâbda) kalacaklar arasında
bulunan acûze bir kadın hâriç. |
| Save an old woman among those
who stayed behind; |
|
| 136. |
Sonra ötekileri kırdık
(geçirdik). |
| Then We destroyed the
others. |
|
| 137. |
Siz onların yanlarından geçip
gidiyorsunuz; sabahleyin, |
| And lo! ye verily pass by (the
ruin of) them in the morningg |
|
| 138. |
Ve geceleyin. Düşünmüyor
musunuz? |
| And at night-time; have ye then
no sense? |
|
| 139. |
Yûnus da gönderilen
elçilerdendi. |
| And lo! Jonah verily was of
those sent (to warn) |
|
| 140. |
Dolu gemiye kaçmıştı. |
| When he fled unto the laden
ship, |
|
| 141. |
(Yükü fazla oluğundan gemi
taşıyamamış, yolculardan birini denize atmak gerekmişti. Birini atmak üzere
gemidekilerle) Kur'a çekti. (Yûnus) Yenilenlerden oldu. (Kur'a kendisine isâbet
etti). |
| And then drew lots and was of
those rejected; |
|
| 142. |
(Yûnus, Rabbinden izinsiz olarak
kavminden ayrıldığı için) Kendi kendisini kınarken (denize attılar) balık onu
yuttu. |
| And the fish swallowed him
while he was blameworthy; |
|
| 143. |
Eğer tesbih edenlerden
olmasaydı, |
| And had he not been one of
those who glorify (Allah) |
|
| 144. |
(İnsanların) Yeniden
diriltilecekleri güne kadar balığın karnında kalırdı. |
| He would have tarried in its
belly till the day when they are raised; |
|
| 145. |
(Ama balığın karnında bizi andı,
tesbih etti, biz de) Onu hasta bir halde ağaçsız, çıplak bir yere
attık. |
| Then We cast him on a desert
shore while he was sick; |
|
| 146. |
Ve üzerine (gölge yapması için) Bir
asma kabak ağacı bitirdik. |
| And We caused a tree of gourd
to grow above him; |
|
| 147. |
Ve onu yüz bin insana, ya da daha
fazla olanlara elçi gönderdik. |
| And We sent him to a hundred
thousand (folk) or moree |
|
| 148. |
İnandılar, biz de onları bir süreye
kadar geçindirdik. |
| And they believed, therefore We
gave them comfort for a while. |
|
| 149. |
Şimdi onlara sor: Rabbine kızlar,
onlara da oğlanlar mı? |
| Now ask them (O Muhammad): Hath
thy Lord daughters whereas they have sons? |
|
| 150. |
Yoksa biz melekleri, onların
gözleri önünde dişi mi yarattık (ki meleklerin dişi olduğunu
söylüyorlar)? |
| Or created We the angels
females while they were present? |
| 151. |
İyi bilin, onlar iftirâları
yüzünden diyorlar ki: |
| Lo! it is of their falsehood
that they say: |
|
| 152. |
Allâh doğurdu. Onlar elbette
yalancıdırlar. |
| Allah hath begotten. And lo!
verily they tell a lie. |
|
| 153. |
(Allâh) Kızları seçip oğlanlara
tercih mi etmiş? |
| (And again of their falsehood):
He hath preferred daughters to sonss |
|
| 154. |
Size ne oldu, nasıl hüküm
veriyorsunuz? |
| What aileth you? How judge
ye? |
|
| 155. |
Hiç mi düşünmüyorsunuz? |
| Will ye not then
reflect? |
|
| 156. |
Yoksa sizin, (meleklerin, Allâh'ın
kızları oldukları hakkında) açık bir deliliniz mi var? |
| Or have ye a clear
warrant? |
|
| 157. |
Eğer doğru iseniz Kitabınızı
getirin. |
| Then produce your writ, if ye
are truthful. |
|
| 158. |
Allâh ile cinler arasında bir
nesep, (bir soy bağlantısı) uydurdular. Oysa cinler de kendilerinin (yüce
divâna) getirileceklerini bilmişlerdir. |
| And they imagine kinship
between Him and the jinn, whereas the jinn know well that they will be brought
before (Him). |
|
| 159. |
Hâşâ Allâh, onların taktıkları
sıfatlardan (münezzehtir), yücedir. |
| Glorified be Allah from that
which they attribute (unto Him), |
|
| 160. |
Fakat Allâh'ın temiz kulları hâriç
(onlar azâba sokulmayacaklardır). |
| Save single-minded slaves of
Allah. |
|
| 161. |
(Ey inkârcılar) Ne siz, ne de
taptıklarınız, |
| Lo! verily, ye and that which
ye worship, |
|
| 162. |
Kandırıp Allâh'ın yolundan
çıkaramazsınız; |
| Ye cannot excite (anyone)
against Himm |
|
| 163. |
Cehenneme girecek olandan
başkasını. |
| Save him who is to burn in
hell. |
|
| 164. |
Bizden herkesin belli bir makâmı
vardır. |
| There is not one of us but hath
his known position. |
|
| 165. |
Biziz, o saf saf dizilenler,
biz. |
| Lo! we, even we are they who
set the ranks. |
|
| 166. |
Biziz, o tesbih edenler,
biz. |
| Lo! we, even we are they who
hymn His praisee |
|
| 167. |
Gerçi o(ortakkoşa)nlar şöyle
diyorlardı: |
| And indeed they used to
say: |
|
| 168. |
Eğer yanımızda öncekiler(e gelen
Kitap'lar)dan bir uyarı olsaydı. |
| If we had but a reminder from
the men of oldd |
|
| 169. |
Elbette biz, Allâh'ın hâlis kulları
olurduk! |
| We would be single-minded
slaves of Allah. |
|
| 170. |
Ama o uyarıyı inkâr ettiler,
yakında (inkâr etmelerinin sonunun nasıl olacağını) bileceklerdir. |
| Yet (now that it is come) they
disbelieve therein; but they will come to know. |
|
| 171. |
Gönderilen elçi kullarımıza şu
sözümüz geçmişti: |
| And verily Our word went forth
of old unto Our bondmen sent (to warn) |
|
| 172. |
Mutlaka zafere ulaştırılanlar
kendileri olacaktır. |
| That they verily would be
helped, |
|
| 173. |
Ve gâlip gelenler, mutlaka bizim
ordumuz olacaktır! |
| And that Our host, they verily
would be the victors. |
|
| 174. |
Bir süreye kadar onlardan dön
(onların sözlerine aldırış etme). |
| So withdraw from them (O
Muhammad) awhile, |
|
| 175. |
Onları gözetle. Yakında (başlarına
neler geleceğini) göreceklerdir. |
| And watch, for they will (soon)
see. |
|
| 176. |
Bizim azâbımızı mı acele
istiyorlar? |
| Would they hasten on Our
doom? |
|
| 177. |
Fakat o azâb yurtlarına indiği
zaman uyarılmış olanların sabahı ne kötü olur! |
| But when it cometh home to
them, then it will be a hapless morn for those who have been
warned. |
|
| 178. |
Bir süreye kadar onları kendi
hallerine bırak. |
| Withdraw from them
awhilee |
|
| 179. |
Ve (bekle de) gör, onlar da
göreceklerdir. |
| And watch, for they will (soon)
see. |
|
| 180. |
Kudret ve şeref sâhibi Rabbin,
onların nitelendirmelerinden yücedir. |
| Glorified be thy Lord, the Lord
of Majesty, from that which they attribute (unto Him) |
|
| 181. |
Selâm, gönderilen
elçilere, |
| And peace be unto those sent
(to warn). |
|
| 182. |
Hamd, âlemlerin Rabbi
Allah'a! |
| And praise be to Allah, Lord of
the Worlds! |
|
Toplam 182 Ayet.
|
|
|
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder