51. |
Onlar ki dinlerini bir eğlence ve
oyun yerine koydular ve dünyâ hayâtı, kendilerini aldattı. Onlar, bu günleriyle
karşılaşacaklarını nasıl unuttular ve âyetlerimizi bile bile nasıl inkâr ediyor
idilerse, biz de bugün onları öyle unuturuz!. |
Who took their religion for a
sport and pastime, and whom the life of the world beguiled. So this day We have
forgotten them even as they forgot the meeting of this Day and as they used to
deny Our tokens. |
|
52. |
Gerçekten onlara, bilgiye göre
açıkladığımız, inanan bir toplum için yol gösterici ve rahmet olan bir Kitap
getirdik. |
Verily We have brought them a
Scripture which We expound with knowledge, a guidance and a mercy for a people
who believe. |
|
53. |
İlle onun te'vilini mi
gözetiyorlar? Onun te'vili geldiği (haber verdiği şeyler ortaya çıktığı) gün,
önceden onu unutmuş olanlar derler ki: "Doğrusu Rabbimizin elçileri gerçeği
getirmiş. Şimdi bizim şefâ'atçilerimiz var mı ki bize şefâ'at etsinler, yahut
tekrar geri döndürül(üp dünyâya gönderil)memiz mümkün mü ki, (orada eski)
yaptıklarımızdan başkasını yapalım?" Onlar, kendilerini ziyana soktular ve
uydurdukları şeyler, kendilerinden saptı (kaybolup gitti). |
Await they aught save the
fulfilment thereof? On the day when the fulfilment thereof cometh, those who
were before forgetful thereof will say: The messengers of our Lord did bring the
Truth! Have we any intercessors, that they may intercede for us? Or can we be
returned (to life on earth), that we may act otherwise than we used to act? They
have lost their souls, and that which they devised hath failed
them. |
|
54. |
Rabbiniz o Allah'tır ki; gökleri ve
yeri altı günde yarattı, sonra Arşa istivâ etti (tahta kuruldu. O), geceyi,
durmadan onu kovalayan gündüzün üzerine bürüyüp örter. Güneşi, ayı ve yıldızları
buyruğuna boyun eğmiş vaziyette (yaratan O'dur). İyi bilin ki, yaratma ve emir
O'nundur. Âlemlerin Rabbi Allâh, ne uludur! |
Lo! your Lord is Allah Who
created the heavens and the earth in six Days, then mounted He the Throne. He
covereth the night with the day, which is in haste to follow it, and hath made
the sun and the moon and the stars subservient by His command. His verily is all
creation and commandment. Blessed be Allah, the Lord of the
Worlds! |
|
55. |
Rabbinize yalvararak ve gizlice
du'â edin, çünkü O, haddi aşanları sevmez. |
(O mankind!) Call upon your
Lord humbly and in secret. Lo! He loveth not aggressors. |
|
56. |
Yeryüzü düzeltildikten sonra onda
bozgunculuk yapmayın, korkarak ve umarak O'na du'â edin. Muhakkak ki Allâh'ın
rahmeti, iyilik edenlere yakındır. |
Work not confusion in the earth
after the fair ordering (thereof), and call on Him in fear and hope. Lo! the
mercy of Allah is nigh unto the good. |
|
57. |
O ki rüzgârları rahmetinin önünde
müjdeci gönderir. Nihâyet onlar, ağır ağır bulutları yüklenince, onu ölü bir
ülkeye yollarız; onunla su indirir ve türlü türlü meyvalar çıkarırız. İşte
ölüleri de böyle çıkaracağız. Herhalde bundan ibret alırsınız. |
And He it is Who sendeth the
winds as tidings heralding His mercy, till, when they bear a cloud heavy (with
rain), We lead it to a dead land, and then cause water to descend thereon and
thereby bring forth fruits of every kind. Thus bring We forth the dead. Haply ye
may remember. |
|
58. |
Güzel olan ülkenin bitkisi,
Rabbinin izniyle çıkar; kötü olandan ise yararsız bitkiden başka bir şey çıkmaz.
İşte biz, şükreden bir toplum için âyetleri böyle döndürüp (tekrar tekrar)
açıklarız. |
As for the good land, its
vegetation cometh forth by permission of its Lord; while as for that which is
bad, only evil cometh forth (from it). Thus do We recount the tokens for people
who give thanks. |
|
59. |
Andolsun Nûh'u kavmine gönderdik:
"Ey kavmim, dedi, Allah'a kulluk edin, sizin O'ndan başka tanrınız yoktur.
Doğrusu ben, size büyük bir günün azâbın(ın inmesin)den korkuyorum." |
We sent Noah (of old) unto his
people, and he said: O my people! Serve Allah. Ye have no other God save Him.
Lo! I fear for you the retribution of an Awful Day. |
|
60. |
Kavminden ileri gelenler dediler
ki: "Biz seni açık bir sapıklık içinde görüyoruz!" |
The chieftains of his people
said: Lo! we see thee surely in plain error. |
|
61. |
Dedi ki: "Ey kavmim, bende bir
sapıklık yok, ben âlemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş bir elçiyim." |
He said: O my people! There is
no error in me, but I am a messenger from the Lord of the
Worlds. |
|
62. |
Size Rabbimin mesajlarını
duyuruyorum, size öğüt veriyorum ve Allâh tarafından, sizin bilmediğiniz şeyleri
biliyorum. |
I convey unto you the messages
of my Lord and give good counsel unto you, and know from Allah that which ye
know not. |
|
63. |
Korunup da merhamete uğramanız
için, içinizden sizi uyaracak bir adam aracılığı ile bir Zikir (sizi ikaz eden
bir Kitap, size şan ve şeref verecek bir kanun) gelmesine şaştınız mı? |
Marvel ye that there should
come unto you a Reminder from your Lord by means of a man among you, that he may
warn you, and that ye may keep from evil, and that haply ye may find
mercy. |
|
64. |
O'nu yalanladılar, biz de O'nunla
berebar gemide bulunanları kurtardık, âyetlerimizi yalanlayanları boğduk! Çünkü
onlar kör bir kavim idiler. |
But they denied him, so We
saved him and those with him in the ship, and We drowned those who denied Our
tokens. Lo! they were blind folk. |
|
65. |
Âd(kavmin)e de kardeşleri Hûd'u
(gönderdik): "Ey kavmim, Allah'a kulluk edin, sizin O'dan başka tanrınız yoktur.
(O'na karşı gelmekten) sakınmaz mısınız?" dedi. |
And unto (the tribe of) 'Aad
(We sent) their brother, Hud. He said: O my people! Serve Allah. Ye have no
other God save Him. Will ye not ward off (evil)? |
|
66. |
Kavminden ileri gelen inkârcılar
dediler ki: "Biz seni bir beyinsizlik içinde görüyoruz ve biz seni yalancılardan
sanıyoruz!" |
The chieftains of his people,
who were disbelieving, said: Lo! we surely see thee in foolishness, and lo! we
deem thee of the liars. |
|
67. |
Ey kavmim, bende beyinsizlik yok,
ben âlemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş bir elçiyim. dedi. |
He said: O my people! There is
no foolishness in me, but I am a messenger from the Lord of the
Worlds. |
|
68. |
Size Rabbimin mesajlarını
duyuruyorum ve ben sizin için güvenilir bir öğütçüyüm. |
I convey unto you the messages
of my Lord and am for you a true adviser. |
|
69. |
Sizi uyarması için içinizden bir
adam aracılığı ile Rabbinizden size bir Zikir gelmesine şaştınız mı? Düşünün ki
(Allâh) sizi, Nûh kavminden sonra, onların yerine hâkimler yaptı. Üstelik,
yaratılışta, size irilik verdi (sizi daha iri yapılı yarattı). Allâh'ın
ni'metlerini hatırlayın ki başarıya eresiniz. |
Marvel ye that there should
come unto you a Reminder from your Lord by means of a man among you, that he may
warn you? Remember how He made you viceroys after Noah's folk, and gave you
growth of stature. Remember (all) the bounties of your Lord, that haply ye may
be successful. |
|
70. |
Dediler ki; "Ya, demek sen, tek
Allah'a kulluk edelim ve atalarımızın taptıklarını bırakalım diye mi bize
geldin? Eğer doğrulardan isen bizi tehdidettiğin(o azâb)ı bize getir!" |
They said: Hast come unto us
that we should serve Allah alone, and forsake what our fathers worshipped? Then
bring upon us that wherewith thou threatenest us if thou art of the
truthful. |
|
71. |
Dedi ki: "Artık size Rabbinizden
bir rics (pislik) ve gazab inmiştir. Allâh'ın, kendileri için hiçbir delil
indirmediği (ve hiçbir güç vermediği), sadece sizin ve atalarınızın taktığı
(boş) isimler hakkında mı benimle tartışıyorsunuz? Bekleyin öyle ise, ben de
sizinle beraber bekleyenlerdenim!" |
He said: Terror and wrath from
your Lord have already fallen on you. Would ye wrangle with me over names which
ye have named, ye and your fathers, for which no warrant from Allah hath been
revealed? Then await (the consequence), lo! I (also) am of those awaiting
(it). |
|
72. |
O'nu ve O'nunla beraber olanları,
bizden bir rahmetle kurtardık, âyetlerimizi yalanlayanların ve inanmayacak
olanların ardını kestik. |
And We saved him and those with
him by a mercy from Us, and We cut the root of those who denied Our revelations
and were not believers. |
|
73. |
Semûd(kavmin)e de kardeşleri
Sâlih'i (gönderdik): "Ey kavmim dedi, Allah'a kulluk edin, sizin O'ndan başka
tanrınız yoktur. Size Rabbinizden açık delil geldi. İşte şu, Allâh'ın devesi,
size bir mu'cizedir; bırakın onu Allâh'ın arzından yesin (içsin), sakın ona bir
kötülük etmeyin, yoksa sizi acı bir azâb yakalar." |
And to (the tribe of) Thamud
(We sent) their brother Salih. He said: O my people! Serve Allah. Ye have no
other God save Him. A wonder from your Lord hath come unto you. Lo! this is the
camel of Allah, a token unto you; so let her feed in Allah's earth, and touch
her not with hurt lest painful torment seize you. |
|
74. |
"Düşünün ki (Allâh), Âd'dan sonra
sizi hükümdarlar yaptı ve yeryüzünde sizi yerleştirdi: Onun düzlüklerinde
saraylar ediniyorsunuz, dağlarını yontup evler yapıyorsunuz, artık Allâh'ın
ni'metlerini hatırlayın da yeryüzünde bozgunculuk yapıp karışıklık
çıkarmayın. |
And remember how He made you
viceroys after 'Aad and gave you station in the earth. Ye choose castles in the
plains and hew the mountains into dwellings. So remember (all) the bounties of
Allah and do not evil, making mischief in the earth." |
|
75. |
Kavminden büyüklük taslayan ileri
gelenler, içlerinden zayıf görülen inananlara: "Siz, dediler, Sâlih'in,
gerçekten Rabbi tarafından gönderildiğini biliyor musunuz?" (Onlar da): "(Evet),
doğrusu biz onunla gönderilene inananlarız!" dediler. |
The chieftains of his people,
who were scornful, said unto those whom they despised, unto such of them as
believed: Know ye that Salih is one sent from his Lord? They said: Lo! in that
wherewith he hath been sent we are believers. |
|
76. |
Büyüklük taslayanlar: "Biz, sizin
inandığınızı inkâr edenleriz!" dediler. |
Those who were scornful said:
Lo! in that which ye believe we are disbelievers. |
|
77. |
Derken dişi deveyi boğazladılar ve
Rablerinin buyruğu dışına çıktılar; "Ey Sâlih, eğer hakikaten elçilerdensen,
bizi tehdidettiğin (azâb)ı bize getir!" dediler. |
So they hamstrung the
she-camel, and they flouted the commandment of their Lord, and they said: O
Salih! Bring upon us that thou threatenest if thou art indeed of those sent
(from Allah). |
|
78. |
Bunun üzerine hemen onları, o
sarsıntı yakaladı, yurtlarında diz üstü çökekaldılar. |
So the earthquake seized them,
and morning found them prostrate in their dwelling-place. |
|
79. |
(Sâlih), onlardan öteye döndü de:
"Ey kavmim, ben size Rabbimin mesajlarını duyurdum ve size öğüt verdim; fakat
siz öğüt verenleri sevmiyorsunuz!" dedi. |
And Salih turned from them and
said: O my people! I delivered my Lord's message unto you and gave you good
advice, but ye love not good advisers. |
|
80. |
Lût'u da (gönderdik). Kavmine dedi
ki: "Siz, sizden önce dünyâlarda hiç kimsenin yapmadığı fuhşu mu
yapıyorsunuz?" |
And Lot! (Remember) when he
said unto his folk: Will ye commit abomination such as no creature ever did
before you? |
|
81. |
Siz, kadınları bırakıp şehvetle
erkeklere gidiyorsunuz ha! Doğrusu siz, israfçı (aşırı) bir
kavimsiniz! |
Lo! ye come with lust unto men
instead of women. Nay, but ye are wanton folk. |
|
82. |
Kavminin cevabı: "Onları (şu Lût
taraftarlarını) kentinizden çıkarın, çünkü onlar, fazla temizlenen insanlarmış!"
demelerinden başka olmadı. |
And the answer of his people
was only that they said (one to another): Turn them out of your township. They
are folk, forsooth, who keep pure. |
|
83. |
Biz de onu ve âilesini kurtardık,
yalnız karısı geride kalanlardan oldu. |
And We rescued him and his
household, save his wife, who was of those who stayed behind. |
|
84. |
Ve üzerlerine bir (taş) yağmur(u)
yağdırdık; bak, işte suçluların sonu nasıl oldu! |
And We rained a rain upon them.
See now the nature of the consequence for evil-doers! |
|
85. |
Medyen'e de kardeşleri Şuayb'i
(gönderdik): "Ey kavmim, dedi, Allah'a kulluk edin, sizin O'ndan başka tanrınız
yoktur. Size Rabbinizden açık bir delil geldi. Ölçüyü ve tartıyı tam yapın,
insanların eşyalarını eksik vermeyin, düzeltildikten sonra yeryüzünde
bozgunculuk yapmayın; eğer inananlar iseniz, böylesi sizin için daha
iyidir!" |
And unto Midian (We sent) their
brother, Shu'eyb. He said: O my people! Serve Allah. Ye have no other God save
Him. Lo! a clear proof hath come unto you from your Lord; so give full measure
and full weight and wrong not mankind in their goods, and work not confusion in
the earth after the fair ordering thereof. That will be better for you, if ye
are believers. |
|
86. |
Ve her yolun başına oturup da
tehdidederek inananları Allâh yolundan çevirmeğe ve o(Hak yolu)nu eğriltmeğe
çalışmayın; düşünün siz az idiniz, O sizi çoğalttı ve bakın, bozguncuların sonu
nasıl oldu! |
Lurk not on every road to
threaten (wayfarers), and to turn away from Allah's path him who believeth in
Him, and to seek to make it crooked. And remember, when ye were but few, how He
did multiply you. And see the nature of the consequence for the
corrupters! |
|
87. |
Eğer içinizden bir kısmı benimle
gönderilene inanmış, bir kısmı da inanmamış ise, Allâh aramızda hükmedinceye
kadar sabredin; O, hükmedenlerin en iyisidir! |
And if there is a party of you
which believeth in that wherewith I have been sent, and there is a party which
believeth not, then have patience until Allah judge between us. He is the best
of all who deal in judgement. |
|
88. |
Kavminden büyüklük taslayan ileri
gelenler dediler ki: "Ey Şu'ayb, mutlaka seni ve seninle beraber inananları
kentimizden çıkarırız, ya da dinimize dönersiniz!" Dedi ki: "İstemesek de mi
(bizi yurdumuzdan çıkaracak veya dinimizden döndüreceksiniz)? |
The chieftains of his people,
who were scornful, said: Surely we will drive thee out, O Shu'eyb, and those who
believe with thee, from our township, unless ye return to our religion. He said:
Even though we hate it? |
|
89. |
Allâh, bizi sizin dininizden
kurtardıktan sonra eğer tekrar ona dönersek, Allâh'ın üzerine yalan atmış
oluruz. Rabbimiz Allâh, dilemedikten sonra o(sizin dediğiniz di)ne dönmemiz,
bizim için olur şey değildir. Rabbimiz, bilgice her şeyi kuşatmıştır. Biz
Allah'a dayanmışız. (Ey) Rabbimiz, bizimle kavmimizin arasın(daki iş)i gerçekle
aç(ığa çıkar). Muhakkak ki sen (gerçekleri) aç(ığa çıkar)anlanın en
iyisisin!" |
We should have invented a lie
against Allah if we returned to your religion after Allah hath rescued us from
it. It is not for us to return to it unless Allah should (so) will. Our Lord
comprehendeth all things in knowledge. In Allah do we put our trust. Our Lord!
Decide with truth between us and our folk, for Thou art the best of those who
make decision. |
|
90. |
Kavminden inkâr eden ileri gelenler
dediler ki: "Eğer Şu'ayb'e uyarsanız muhakkak siz ziyana uğrarsınız!" |
But the chieftains of his
people, who were disbelieving, said: If ye follow Shu'eyb, then truly ye shall
be the losers. |
|
91. |
Derken o müthiş sarsıntı onları
yakalayıverdi, yurtlarında diz üstü çökekaldılar. |
So the earthquake seized them,
and morning found them prostrate in their dwelling-place. |
|
92. |
Şu'ayb'i yalanlayanlar, sanki
yurtlarında hiç oturmamış gibi oldular. Şu'ayb'i yalanlayanlar... işte ziyana
uğrayanlar, onlar oldular. |
Those who denied Shu'eyb became
as though they had not dwelt there. Those who denied Shu'eyb, they were the
losers. |
|
93. |
(Şu'ayb), onlardan öteye döndü de:
"Ey kavmim dedi, ben size Rabbimin mesajlarını duyurdum ve size öğüt verdim,
artık kâfir bir kavme nasıl acırım?" |
So he turned from them and
said: O my people! I delivered my Lord's messages unto you and gave you good
advice; then how can I sorrow for a people that rejected
(truth)? |
|
94. |
Biz hangi ülkeye bir peygamber
gönderdiysek, onun halkını -yalvarıp yakarsınlar diye- mutlaka yoksulluk ve
darlıkla sıkmışızdır. |
And We sent no prophet unto any
township but We did afflict its folk with tribulation and adversity that haply
they might grow humble. |
|
95. |
Sonra kötülüğü değiştirip yerine
iyilik getirdik de (insanlar) çoğaldılar ve: "Atalarımıza da darlık ve sevinç
dokunmuştu (onlar da üzüntülü ve sevinçli günler geçirmişlerdi)." dediler (de
olaylardan ibret alıp şükretmediler). Biz de onları, hiç farkında olmadıkları
bir sırada ansızın yakaladık. |
Then changed We the evil plight
for good till they grew affluent and said: Tribulation and distress did touch
our fathers. Then We seized them unawares, when they perceived
not. |
|
96. |
(O) ülkelerin halkı inanıp
(kötülüklerden) korunsalardı, elbette üzerlerine gökten ve yerden bolluklar
açardık; fakat yalanladılar, biz de onları kazandıklarıyle yakaladık. |
And if the people of the
townships had believed and kept from evil, surely We should have opened for them
blessings from the sky and from the earth. But (unto every messenger) they gave
the lie, and so We seized them on account of what they used to
earn. |
|
97. |
Peki (o) ülkelerin halkı, geceleyin
uyurlarken azâbımızın kendilerine gelmeyeceğinden emin midirler? |
Are the people of the townships
then secure from the coming of Our wrath upon them as a night-raid while they
sleep? |
|
98. |
Ya da (o) ülkelerin halkı, kuşluk
vakti eğlenirlerken azâbımızın onlara gelmeyeceğinden emin midirler? |
Or are the people of the
townships then secure from the coming of Our wrath upon them in the daytime
while they play? |
|
99. |
Allâh'ın tuzağından
(kurtulacaklarına) emin mi oldular? Ziyana uğrayan topluluktan başkası, Allâh'ın
tuzağın(a yakalanmayacağın)dan emin olamaz. |
Are they then secure from
Allah's scheme? None deemeth himself secure from Allah's scheme save folk that
perish. |
|
100. |
(Geçmiştekilerin başlarına
gelenler), sâhiplerinden sonra şu toprağa vâris olanları yola getirmedi mi (hâlâ
anlamadılar mı) ki biz dilesek, kendilerini de günâhlarıyle cezâlandırırız ve
kalblerini mühürleriz, artık hiç işitmezler. |
Is it not an indication to
those who inherit the land after its people (who thus reaped the consequence of
evil-doing) that, if We will, We can smite them for their sins and print upon
their hearts so that they hear not? |
101. |
İşte o ülkeler; sana onların
haberlerinden bir kısmını anlatıyoruz. Andolsun, elçileri onlara açık deliller
getirmişlerdi. Fakat önceden yalanladıklarından ötürü, inanmak istemediler. İşte
Allâh, kâfirlerin kalblerini böyle mühürler. |
Such were the townships. We
relate some tidings of them unto thee (Muhammad). Their messengers verily came
unto them with clear proofs (of Allah's Sovereignty), but they could not believe
because they had before denied. Thus doth Allah print upon the hearts of
disbelievers (that they hear not). |
|
102. |
Onların çoklarını yoldan çıkmış
bulduk ama, çoklarında sözde durma diye bir şey bulmadık. |
We found no (loyalty to any)
covenant in most of them. Nay, most of them We found
wrong-doers. |
|
103. |
Onlardan sonra Mûsâ'yı
âyetlerimizle Fir'avn'a ve onun ileri gelen adamlarına gönderdik, âyetlerimize
haksızlık ettiler; fakat bak, bozguncuların sonu nasıl oldu! |
Then, after them, We sent Moses
with our tokens unto Pharaoh and his chiefs, but they repelled them. Now, see
the nature of the consequence for the corrupters! |
|
104. |
Mûsâ dedi ki: "Ey Fir'avn, ben
âlemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş bir elçiyim." |
Moses said: O Pharaoh! Lo! I am
a messenger from the Lord of the Worlds, |
|
105. |
Allah'a karşı gerçekten başkasını
söylememek, benim üzerime borçtur. Size Rabbinizden açık bir delil getirdim,
artık İsrâil oğullarını benimle gönder! |
Approved upon condition that I
speak concerning Allah nothing but the truth. I come unto you (lords of Egypt)
with a clear proof from your Lord. So let the Children of Israel go with
me. |
|
106. |
(Fir'avn) dedi. "Eğer bir âyet
(mu'cize) getirmiş isen, hakikaten doğru söylüyorsan göster onu
bakalım!" |
(Pharaoh) said: If thou comest
with a token, then produce it, if thou art of those who speak the
truth. |
|
107. |
Bunun üzerine (Mûsâ), asâsını attı,
birden o, açıkça bir ejderha (oluverdi). |
Then he flung down his staff
and lo! it was a serpent manifest; |
|
108. |
Ve elini (böğründen) çıkardı,
birden o, bakanlar için, bembeyaz parlayan bir şey oldu. |
And he drew forth his hand
(from his bosom), and lo! it was white for the beholders. |
|
109. |
Fir'avn kavminden ileri gelen bir
topluluk dediler ki: "Bu, çok bilgili bir büyücüdür!" |
The chiefs of Pharaoh's people
said: Lo! this is some knowing wizard, |
|
110. |
Sizi yurdunuzdan çıkarmak istiyor,
ne buyurursunuz? |
Who would expel you from your
land. Now what do ye advise? |
|
111. |
Onu da kardeşini de beklet,
dediler, şehirlere toplayıcılar yolla. |
They said (unto Pharaoh): Put
him off (a while) - him and his brother - and send into the cities
summoners, |
|
112. |
Bütün bilgili büyücüleri (toplayıp)
sana getirsinler. |
To bring each knowing wizard
unto thee. |
|
113. |
Büyücüler Fir'avn'a gelip: "Eğer
üstün gelen biz olursak, elbet bize bir mükâfât var, değil mi?"
dediler. |
And the wizards came to
Pharaoh, saying: Surely there will be a reward for us if we are
victors. |
|
114. |
(Fir'avn): "Evet, dedi, hem de siz
(benim) yakınlar(ım)dan(olacak)sınız!" |
He answered: Yea, and surely ye
shall be of those brought near (to me). |
|
115. |
Dediler ki "Ey Mûsâ, sen mi (önce
hünerini ortaya) atacaksın, yoksa (önce) atanlar biz mi olalım?" |
They said: O Moses! Either
throw (first) or let us be the first throwers? |
|
116. |
Siz atın dedi. (Hünerlerini ortaya)
atınca, insanların gözlerini büyülediler, onları ürküttüler ve büyük bir büyü
(ortaya) getirdiler. |
He said: Throw! And when they
threw they cast a spell upon the people's eyes, and overawed them, and produced
a mighty spell. |
|
117. |
Biz de Mûsâ'ya: "Asânı at!" diye
vahyettik. Bir de baktılar ki o, onların uydurduklarını yakalayıp yutuyor.
(Mûsâ'nın ejderha olan değneği, büyücülerin büyülerini yutup yok
etmişti). |
And We inspired Moses (saying):
Throw thy staff! And lo! it swallowed up their lying show. |
|
118. |
Gerçek ortaya çıktı ve onların
bütün yaptıkları bâtıl oldu. |
Thus was the Truth vindicated
and that which they were doing was made vain. |
|
119. |
Orada yenildiler, küçük
düştüler. |
Thus were they there defeated
and brought low. |
|
120. |
Ve büyücüler secdeye
kapandılar: |
And the wizards fell down
prostrate, |
|
121. |
Âlemlerin Rabbine inandık!
dediler. |
Crying: We believe in the Lord
of the Worlds, |
|
122. |
Mûsâ ve Hârûn'un Rabbine! |
The Lord of Moses and
Aaron. |
|
123. |
Fir'avn: "Ben size izin vermeden
ona inandınız mı?" dedi. "Bu, bir tuzaktır, şehirde bu tuzağı kurdunuz ki,
halkını oradan çıkarasınız, ama yakında (başınıza gelecekleri)
bileceksiniz!" |
Pharaoh said: Ye believe in Him
before I give you leave! Lo! this is the plot that ye have plotted in the city
that ye may drive its people hence. But ye shall come to know! |
|
124. |
Elbette ellerinizi ve ayaklarınızı
çaprazlama keseceğim, sonra hepinizi (hurma dallarına) asacağım! |
Surely I shall have your hands
and feet cut off upon alternate sides. Then I shall crucify you every
one. |
|
125. |
Dediler ki: "Biz zaten Rabbimize
döneceğiz!" |
They said: Lo! We are about to
return unto our Lord! |
|
126. |
Rabbimizin, bize gelmiş olan
âyetlerine inandığımız için bizden öc alıyorsun. (Ey) Rabbimiz, üzerimize sabır
boşalt ve bizi müslümanlar olarak öldür! |
Thou takest vengeance on us
only forasmuch as we believed the tokens of our Lord when they came unto us. Our
Lord! Vouchsafe unto us steadfastness and make us die as men who have
surrendered (unto Thee). |
|
127. |
Fir'avn kavminden ileri gelen bir
topluluk dedi ki: "Mûsâ'yı ve kavmini bırakıyorsun ki, seni ve tanrılarını terk
edip yeryüzünde bozgunculuk mu yapsınlar?" (Fir'avn): "Biz onların oğullarını
öldüreceğiz, kadınlarını sağ bırakacağız. Biz dâimâ onların üstünde eziciler
olacağız!" dedi. |
The chiefs of Pharaoh's people
said: (O King), wilt thou suffer Moses and his people to make mischief in the
land, and flout thee and thy gods? He said: We will slay their sons and spare
their women, for lo! we are in power over them. |
|
128. |
Mûsâ, kavmine; "Allah'tan yardım
isteyin, sabredin!" dedi; yeryüzü Allâh'ındır, onu kullarından dilediğine verir.
Sonuç, korunanlarındır!" |
And Moses said unto his people:
Seek help in Allah and endure. Lo! the earth is Allah's. He giveth it for an
inheritance to whom He will. And lo! the sequel is for those who keep their duty
(unto Him). |
|
129. |
(Ey Mûsâ), sen bize gelmezden önce
de, sen bize geldikten sonra da bize işkence edildi. dediler. (Mûsâ) dedi:
"Umulur ki Rabbiniz düşmanınızı yok eder ve onların yerine sizi yeryüzüne hâkim
kılar da nasıl hareket edeceğinize bakar." |
They said: We suffered hurt
before thou camest unto us, and since thou hast come unto us. He said: It may be
that your Lord is going to destroy your adversary and make you viceroys in the
earth, that He may see how ye behave. |
|
130. |
Andolsun biz, Fir'avn âilesini
tuttuk, öğüt alsınlar diye yıllarca kıtlıkla ve ürünleri azaltmakla
sıktık. |
And We straitened Pharaoh's
folk with famine and the dearth of fruits, that peradventure they might
heed. |
|
131. |
Onlara bir iyilik geldiği zaman:
"Bu, bizimdir (kendi becerimizle bunu elde ettik)" derler; kendilerine bir
kötülük ulaşırsa, Mûsâ ve onunla beraber olanları uğursuz sayarlar(onların
yüzünden belâya uğradıklarını sanırlar)dı. İyi bilinki, onların uğursuzluğu
Allâh katındadır, fakat çokları bilmezler. |
But whenever good befell them,
they said: This is ours; and whenever evil smote them they ascribed it to the
evil auspices of Moses and those with him. Surely their evil auspice was only
with Allah. But most of them knew not. |
|
132. |
Ve dediler ki: "bizi büyülemek için
ne kadar mu'cize getirirsen getir, biz sana inanacak değiliz!" |
And they said: Whatever portent
thou bringest wherewith to bewitch us, we shall not put faith in
thee. |
|
133. |
Biz de onların üzerine ayrı ayrı
mu'cizeler olarak Tûfân, Çekirge, Kımıl (haşerât), Kurbağalar ve Kan gönderdik;
ama yine büyüklük tasladılar ve suçlu bir topluluk oldular. |
So We sent them the flood and
the locusts and the vermin and the frogs and the blood - a succession of clear
signs. But they were arrogant and became guilty. |
|
134. |
Üzerlerine azâb çökünce: "Ey Mûsâ,
dediler, sana verdiği söz uyarınca bizim için Rabbine du'â et; eğer bizden azâbı
kaldırırsan, muhakkak sana inanacağız ve mutlaka İsrâil oğullarını seninle
beraber göndereceğiz!" |
And when the terror fell on
them they cried: O Moses! Pray for us unto thy Lord, because He hath a covenant
with thee. If thou removest the terror from us we verily will trust thee and
will let the Children of Israel go with thee. |
|
135. |
Biz onlardan, geçirecekleri bir
süreye kadar azâbı kaldırınca, hemen yeminlerini bozmağa başladılar. |
But when We did remove from
them the terror for a term which they must reach, behold! they broke their
covenantt |
|
136. |
Biz de onlardan öc aldık, onları
yemm(su)da boğduk! Çünkü onlar, âyetlerimizi yalanlamışlardı ve onları umursamaz
olmuşlardı. |
Therefore We took retribution
from them; therefore We drowned them in the sea: because they denied Our
revelations and were heedless of them. |
|
137. |
Hor görülüp ezilmekte olan milleti
de içini bereketlerle donattığımız yerin, doğularına ve batılarına mirâsçı
kıldık. Rabbinin İsrâil oğullarına verdiği güzel söz, sabretmeleri yüzünden tam
yerine geldi. Fir'avn'ın ve kavminin yapageldiği şeyleri ve yükseltmekte
oldukları sarayları (ve bahçeleri) de yıktık. |
And We caused the folk who were
despised to inherit the eastern parts of the land and the western parts thereof
which We had blessed. And the fair word of the Lord was fulfilled for the
Children of Israel because of their endurance; and We annihilated (all) that
Pharaoh and his folk had done and that they had contrived. |
|
138. |
İsrâil oğullarını denizden
geçirdik, kendilerine mahsus birtakım putlara tapan bir kavme rastladılar: "Ey
Mûsâ, dediler, (bak) bunların nasıl tanrıları var, bize de öyle bir tanrı yap!"
(Mûsâ) dedi: "Siz, gerçekten câhil bir toplumsunuz." |
And We brought the Children of
Israel across the sea, and they came unto a people who were given up to idols
which they had. They said: O Moses! Make for us a god even as they have gods. He
said: Lo! ye are a folk who know not. |
|
139. |
Şunların içinde bulundukları (din)
yıkılmıştır ve yaptıkları şeyler boşa çıkmıştır. |
Lo! as for these, their way
will be destroyed and all that they are doing is in vain. |
|
140. |
Allâh, sizi âlemlere üstün yapmış
iken size Allah'tan başka bir tanrı mı arayayım? dedi. |
He said: Shall I seek for you a
god other than Allah when He hath favoured you above (all)
creatures? |
|
141. |
(Ey İsrâil oğulları), hatırlayın o
zamanı ki biz sizi Fir'avn âilesinden kurtarmıştık. Onlar size azâbın en
kötüsünü yapıyorlardı: "Oğullarınızı öldürüyor, kadınlarınızı sağ
bırakıyorlardı. Bunda,size Rabbiniz tarafından büyük bir imtihan
vardı. |
And (remember) when We did
deliver you from Pharaoh's folk who were afflicting you with dreadful torment,
slaughtering your sons and sparing your women. That was a tremendous trial from
your Lord. |
|
142. |
Mûsâ ile otuz gece (bana ibâdet
etmesi için) sözleştik ve buna on gece daha kattık. Böylece Rabbinin tayin
ettiği vakit, kırk geceye tamamlandı. Mûsâ, kardeşi Hârûn'a dedi ki: "Kavmim
içinde benim yerime geç, ıslah et, bozguncuların yoluna uyma." |
And when We did appoint for
Moses thirty nights (of solitude), and added to them ten, and he completed the
whole time appointed by his Lord of forty nights; and Moses said unto his
brother: Take my place among the people. Do right, and follow not the way of
mischief-makers. |
|
143. |
Mûsâ, tayin ettiğimiz vakitte
bizimle buluşmağa gelip de Rabbi ona konuşunca: "Rabbim, bana görün, sana
bakayım!" dedi. (Rabbi) buyurdu ki: "Sen beni göremezsin; fakat dağa bak, eğer o
yerinde durursa, sen de beni göreceksin!" Rabbi dağa görününce onu darmadağın
etti ve Mûsâ da baygın düştü. Ayılınca: "Sen yücesin, sana tevbe ettim, ben
inananların ilkiyim!" dedi. |
And when Moses came to Our
appointed tryst and his Lord had spoken unto him, he said: My Lord! Show me (Thy
self), that I may gaze upon Thee. He said: Thou wilt not see Me, but gaze upon
the mountain! If it stand still in its place, then thou wilt see Me. And when
his Lord revealed (His) glory to the mountain He sent it crashing down. And
Moses fell down senseless. And when he woke he said: Glory unto Thee! I turn
unto Thee repentant, and I am the first of (true) believers. |
|
144. |
(Allâh) buyurdu ki: "Ey Mûsâ, Ben
mesajlarımla ve konuşmamla seni insanların başına seçtim; sana verdiğimi al ve
şükredenlerden ol!" |
He said: O Moses! I have
preferred thee above mankind by My messages and by My speaking (unto thee). So
hold that which I have given thee, and be among the thankful. |
|
145. |
Öğüte ve her şeyin açıklamasına
dair ne varsa hepsini Mûsâ için levhalara yazdık: "Bunları kuvvetle tut, kavmine
de emret, bunların en güzelini tutsunlar (bu en güzel buyruklar gereğince amel
etsinler); size, yoldan çıkmışların yurdunu (nasıl târumâr ettiğimi)
göstereceğim!" |
And We wrote for him, upon the
tablets, the lesson to be drawn from all things and the explanation of all
things, then (bade him): Hold it fast; and command thy people (saying): Take the
better (course made clear) therein. I shall show thee the abode of
evil-livers. |
|
146. |
Yeryüzünde haksız yere
büyüklenenleri âyetlerimden uzaklaştıracağım. Onlar her âyeti görseler de yine
ona inanmazlar. Doğru yolu görseler, onu yol edinmezler, ama azgınlık yolunu
görseler, onu yol edinirler. Çünkü onlar, âyetlerimizi yalanladılar ve onları
umursamaz oldular. |
I shall turn away from My
revelations those who magnify themselves wrongfully in the earth, and if they
see each token believe it not, and if they see the way of righteousness choose
it not for (their) way, and if they see the way of error choose it for (their)
way. That is because they deny Our revelations and are used to disregard
them. |
|
147. |
Âyetlerimizi ve âhirete kavuşmayı
yalanlayanların eylemleri boşa çıkmıştır. Onlar, yalnız yaptıklarıyle
cezâlanmıyorlar mı? |
Those who deny Our revelations
and the meeting of the Hereafter, their works are fruitless. Are they requited
aught save what they used to do? |
|
148. |
Mûsâ kavmi, kendisin(in, Rabbi ile
mülâkâta gitmesin)den sonra kendilerinin zinet takımlarından yapılmış, böğürmesi
olan bir buzağı heykelini (tanrı diye) benimsediler. Görmediler mi ki o, ne
kendilerine söz söylüyor, ne de onlara yol gösteriyor? Onu benimsediler ve
zâlimler(den) oldular. |
And the folk of Moses, after
(he had left them), chose a calf (for worship), (made) out of their ornaments,
of saffron hue, which gave a lowing sound. Saw they not that it spake not unto
them nor guided them to any way? They chose it, and became
wrong-doers. |
|
149. |
Ne zaman ki (pişmanlıklarından
ötürü) başları elleri arasına düşürüldü ve kendilerinin gerçekten sapmış
olduklarını gör(üp anla)dılar, dediler ki: "Eğer Rabbimiz bize acımaz ve bizi
bağışlamazsa, elbette ziyana uğrayanlardan oluruz!" |
And when they feared the
consequences thereof and saw that they had gone astray, they said: Unless our
Lord have mercy on us and forgive us, we verily are of the
lost. |
|
150. |
Mûsâ, kavmine kızgın ve üzgün bir
halde dönünce: "Benden sonra arkamdan ne kötü işler yaptınız? Rabbinizin emrini
(beklemeyip) acele mi ettiniz?" dedi, levhaları yere attı ve kardeşinin başını
tutup kendine doğru çekmeye başladı. (Kardeşi): "Anamın oğlu, dedi, bu insanlar
beni hırpaladılar, az daha beni öldürüyorlardı. (Ne olur) düşmanları üstüme
güldürme, beni bu zâlim kavimle beraber tutma!" |
And when Moses returned unto
his people, angry and grieved, he said: Evil is that (course) which ye took
after I had left you. Would ye hasten on the judgement of your Lord? And he cast
down the tablets, and he seized his brother by the head, dragging him toward
him. He said: Son of my mother! Lo! the folk did judge me weak and almost killed
me. Oh, make not mine enemies to triumph over me and place me not among the
evil-doers! |
151. |
(Mûsâ): "Rabbim, dedi, beni ve
kardeşimi bağışla, bizi rahmetinin içine sok, merhametlilerin en merhametlisi
sensin!" |
He said: My Lord! Have mercy on
me and on my brother; bring us into Thy mercy, Thou the Most Merciful of all who
show mercy. |
|
152. |
Buzağıyı (tanrı diye)
benimseyenlere, muhakkak Rablerinden bir öfke ve dünyâ hayâtında bir alçaklık
erişecektir! İşte biz iftirâcıları böyle cezâlandırırız. |
Lo! those who chose the calf
(for worship), terror from their Lord and humiliation will come upon them in the
life of the world. Thus do We requite those who invent a lie. |
|
153. |
Ama kötülükler yaptıktan sonra
ardından tevbe edip inananlar(a karşı), muhakkak ki Rabbin, o(tevbe ve imâ)ndan
sonra, elbette bağışlayandır, esirgeyendir. |
But those who do ill deeds and
afterward repent and believe - lo! for them, afterward, Allah is Forgiving,
Merciful. |
|
154. |
Öfkesi dinince Mûsâ, levhaları
aldı. Onlardaki yazıda Rablerinden korkanlar için yol gösterme ve rahmet
vardı. |
Then, when the anger of Moses
abated, he took up the tablets, and in their inscription there was guidance and
mercy for all those who fear their Lord. |
|
155. |
(Allâh, Mûsâ'ya kırk gece ibâdetten
sonra buluşma va'detmiş ve kavminden yetmiş kişiyi de seçip o huzûra getirmesini
emretmişti). Mûsâ, bizimle buluşma vakti için kavminden yetmiş adam seçti
(huzûra getirdi. Gelenler, Mûsâ ile Allâh arasındaki o yüce konuşmayı işitmekle
yetinmeyip Allâh'ı açıkça görmedikçe inanmayacaklarını söylediler. Bunun
üzerine) onları sarsıntı yakalayınca (Mûsâ) dedi ki: "Rabbim, dileseydin bunları
da beni de daha önce helâk ederdin. İçimizden bazı beyinsizlerin yaptıklarından
ötürü bizi helâk mı edeceksin? Bu (iş), senin imtihanından başka bir şey
değildir. Onunla dilediğini şaşırtırsın, dilediğine yol gösterirsin. Sen bizim
velimizsin, bizi bağışla, bize acı! Sen bağışlayanların en iyisisin!" |
And Moses chose of his people
seventy men for Our appointed tryst and, when the trembling came on them, he
said: My Lord! If thou hadst willed Thou hadst destroyed them long before, and
me with them. Wilt thou destroy us for that which the ignorant among us did? It
is but Thy trial (of us). Thou sendest whom Thou wilt astray and guidest whom
Thou wilt. Thou art our Protecting Friend, therefore forgive us and have mercy
on us, Thou, the Best of all who show forgiveness. |
|
156. |
Bize bu dünyâda da iyilik yaz,
âhirette de. Biz sana yöneldik. (Alah) buyurdu ki: "Azâbıma, dilediğimi
uğratırım; rahmetim ise her şeyi kaplamıştır. Onu, korunanlara, zekâtı verenlere
ve âyetlerimize inananlara yazacağım." |
And ordain for us in this world
that which is good, and in the Hereafter (that which is good), lo! we have
turned unto Thee. He said: I smite with My punishment whom I will, and My mercy
embraceth all things, therefore I shall ordain it for those who ward off (evil)
and pay the poor-due, and those who believe Our revelations; |
|
157. |
Onlar ki yanlarındaki Tevrât ve
İncil'de yazılı buldukları o Elçi'ye, o ümmi Peygamber'e uyarlar. O (Peygamber)
ki, kendilerine iyiliği emreder, kendilerini kötülükten meneder; onlara güzel
şeyleri helâl, çirkin şeyleri harâm kılar, üzerlerindeki ağırlıkları,
sırtlarındaki zincirleri kaldırıp atar. O'na inanan, destekleyerek O'na saygı
gösteren, O'na yardım eden ve O'nunla beraber indirilen nura uyanlar, işte
felâha erenler onlardır. |
Those who follow the messenger,
the Prophet who can neither read nor write, whom they will find described in the
Torah and the Gospel (which are) with them. He will enjoin on them that which is
right and forbid them that which is wrong. He will make lawful for them all good
things and prohibit for them only the foul; and he will relieve them of their
burden and the fetters that they used to wear. Then those who believe in him,
and honour him, and help him, and follow the light which is sent down with him:
they are the successful. |
|
158. |
De ki: "Ey insanlar, ben sizin
hepinize, göklerin ve yerin sâhibi olan, kendisinden başka tanrı bulunmayan,
yaşatan, öldüren Allâh'ın Elçisiyim. Gelin Allah'a ve O'nun ümmi peygamberi olan
Elçisine inanın -ki o (peygamber) de Allah'a ve O'nun sözlerine
inanmaktadır,-O'na uyun ki doğru yolu bulasınız!" |
Say (O Muhammad): O mankind!
Lo! I am the messenger of Allah to you all - (the messenger of) Him unto whom
belongeth the Sovereignty of the heavens and the earth. There is no God save
Him. He quickeneth and He giveth death. So believe in Allah and His messenger,
the Prophet who can neither read nor write, who believeth in Allah and in His
words and follow him that haply ye may be led aright. |
|
159. |
Mûsâ kavmi içinde doğrulukla hakka
götüren ve hak ile adâlet yapan bir topluluk da vardır. |
And of Moses' folk there is a
community who lead with truth and establish justice therewith. |
|
160. |
Biz onları (Ya'kûb'un oniki
oğlundan gelen) oniki torun kabileye ayırdık. Kavmi kendisinden su isteyince,
Mûsâ'ya: "Asânla taşa vur!" diye vahyettik. Taştan oniki göze fışkırdı. Her
kabile içeceği yeri bildi. (Ayrıca) üzerlerine bulutla gölge yaptık ve onlara
kudret helvasıyle bıldırcın eti indirdik: "Size verdiğimiz güzel rızıklardan
yeyin!" (dedik). Ama onlar (saptılar, haksızlık ettiler. Böylece onlar) bize
zulmetmediler, fakat kendi kendilerine zulmediyorlardı. |
We divided them into twelve
tribes, nations; and We inspired Moses, when his people asked him for water,
saying: Smite with thy staff the rock! And there gushed forth therefrom twelve
springs, so that each tribe knew their drinking-place. And We caused the white
cloud to overshadow them and sent down for them the manna and the quails
(saying): Eat of the good things wherewith We have provided you. They wronged Us
not, but they were wont to wrong themselves. |
|
161. |
Onlara: "Şu kentte oturun. Orada
dilediğiniz yerden yeyin, (Allah'a niyaz edip bizi) affet deyin ve secde ederek
kapıdan girin ki hatâlarınızı bağışlayalım; biz iyilik edenlere daha fazlasını
da vereceğiz." denildi. |
And when it was said unto them:
Dwell in this township and eat therefrom whence ye will, and say "Repentance,"
and enter the gate prostrate; We shall forgive you your sins; We shall increase
(reward) for the right-doers. |
|
162. |
İçlerinden zulmedenler,
(söylediğimiz) sözü, kendilerine söylenmeyen bir sözle değiştirdiler. Biz de
haksızlık ettiklerinden dolayı üzerlerine gökten bir azâb gönderdik. |
But those of them who did wrong
changed the word which had been told them for another saying, and We sent down
upon them wrath from heaven for their wrong-doing. |
|
163. |
Onlara, deniz kıyısında bulunan
kent(halkın)ın durumunu sor. Hani onlar Cumartesine saygısızlık edip haddi
aşıyorlardı. Çünkü Cumartesi (tatil) yaptıkları gün, balıkları onlara akın akın
gelirdi. Cumartesi (tatil) yapmadıkları gün balıkları gelmezlerdi. Biz onları
yoldan çıkmalarından ötürü böyle sınıyorduk. |
Ask them (O Muhammad) of the
township that was by the sea, how they did break the sabbath, how their big fish
came unto them visibly upon their sabbath day and on a day when they did not
keep sabbath came they not unto them. Thus did We try them for that they were
evil-livers. |
|
164. |
İçlerinden bir topluluk: "Allâh'ın
helâk edeceği, yahut şiddetli bir şekilde azâbedeceği bir kavme artık ne diye
öğüt veriyorsunuz?" dedi. Dediler ki: "Rabbinize ma'zeret (beyan edebilmek)
için, bir de belki korunurlar diye (öğüt veriyoruz)." |
And when a community among them
said: Why preach ye to a folk whom Allah is about to destroy and punish with an
awful doom, they said: In order to be free from guilt before your Lord, and that
haply they may ward off (evil). |
|
165. |
Ne zaman ki onlar, kendilerine
hatırlatılanı unuttular, biz de kötülükten menedenleri kurtardık; zulmedenleri
de, yoldan çıkmaları yüzünden çetin bir azâb ile yakaladık. |
And when they forgot that
whereof they had been reminded, We rescued those who forbade wrong, and visited
those who did wrong with dreadful punishment because they were
evil-livers. |
|
166. |
Kibirlerinden dolayı kendilerine
yasak kılınan şeylerden vazgeçmeyince onlara: "Aşağılık maymunlar olun!"
dedik. |
So when they took pride in that
which they had been forbidden, We said unto them: Be ye apes despised and
loathed! |
|
167. |
Rabbin, "Elbette tâ kıyâmet gününe
kadar onlara azâbın en kötüsünü yapacak kimseler gönderecektir!" diye ilân
etmişti. Doğrusu, Rabbin çabuk cezâ verendir ve O, çok bağışlayan, çok
esirgeyendir. |
And (remember) when thy Lord
proclaimed that He would raise against them till the Day of Resurrection those
who would lay on them a cruel torment. Lo! verily thy Lord is swift in
prosecution and lo! verily He is Forgiving, Merciful. |
|
168. |
Onları yeryüzünde topluluklara
ayırdık. Onlardan kimi iyi kişilerdi, kimi de alçak! Belki dönerler diye onları
iyiliklerle de, kötülüklerle de sınadık. |
And We have sundered them in
the earth as (separate) nations. Some of them are righteous, and some far from
that. And We have tried them with good things and evil things that haply they
might return. |
|
169. |
Onların ardından, yerlerine geçip
Kitaba vâris olan birtakım insanlar geldi ki, onlar, şu alçak(dünyân)ın
menfaatini alıyorlar: "Biz nasıl olsa bağışlanacağız!" diyorlar. Kendilerine,
ona benzer bir menfaat daha gelse onu da alırlar. Peki "Allâh hakkında,
gerçekten başkasını, söylememeleri hususunda kendilerinden Kitap misâkı
alınmamış mıydı? Ve onun içindekini okuyup öğrenmediler mi? Âhiret yurdu,
korunanlar için daha hayırlıdır. Düşünmüyor musunuz? |
And a generation hath succeeded
them who inherited the Scriptures. They grasp the goods of this low life (as the
price of evil-doing) and say: It will be forgiven us. And if there came to them
(again) the offer of the like, they would accept it (and would sin again). Hath
not the covenant of the Scripture been taken on their behalf that they should
not speak aught concerning Allah save the truth? And they have studied that
which is therein. And the abode of the Hereafter is better, for those who ward
off (evil). Have ye then no sense? |
|
170. |
O(koruna)nlar ki Kitaba sımsıkı
sarılırlar ve namazı kılarlar; elbette biz, iyiliğe çalışanların ecrini zayi
etmeyiz. |
And as for those who make (men)
keep the Scripture, and establish worship - lo! We squander not the wages of
reformers. |
|
171. |
Bir zaman da üzerlerine dağı, bir
gölge gibi kaldırmıştık, üstlerine düşecek sanmışlardı: "Size verdiğim(Kitap)ı
kuvvetle tutun ve içinde olanı hatırlay(ıp yap)ın ki (azâbımızdan) korunasınız!"
(demiştik). |
And when We shook the Mount
above them as it were a covering, and they supposed that it was going to fall
upon them (and We said): Hold fast that which We have given you, and remember
that which is therein, that ye may ward off (evil). |
|
172. |
Rabbin, Âdem oğullarından, onların
bellerinden zürriyetlerini almış ve: "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" diye
onları kendilerine şâhid tutmuştu. "Evet, (buna) şâhidiz!" dediler. kıyâmet günü
"Biz bundan habersizdik!" demeyesiniz. |
And (remember) when thy Lord
brought forth from the Children of Adam, from their reins, their seed, and made
them testify of themselves, (saying): Am I not your Lord? They said: Yea,
verily. We testify. (That was) lest ye should say at the Day of Resurrection:
Lo! of this we were unaware; |
|
173. |
Yahut: "(Ne yapalım) daha önce
babalarımız (Allah'a) ortak koştu, biz de onlardan sonra gelen bir nesil
old(uğumuz için öyle yapt)ık. (Gerçekleri) iptal edenlerin yaptıkları yüzünden
bizi helâk mı ediyorsun?" demeyesiniz diye (sizin Rabbiniz olduğum hakkında
sizleri şâhid tutmuştuk). |
Or lest ye should say: (It is)
only (that) our fathers ascribed partners to Allah of old and we were (their)
seed after them. Wilt Thou destroy us on account of that which those who follow
falsehood did? |
|
174. |
İşte biz, âyetleri böyle
açıklıyoruz, artık herhalde döner(yola gelir)ler. |
Thus We detail Our revelations,
that haply they may return. |
|
175. |
Onlara şu adamın haberini de oku:
Kendisine âyetlerimizi verdik de onlardan sıyrıldı, çıktı, şeytân onu peşine
taktı, böylece azgınlardan oldu. |
Recite unto them the tale of
him to whom We gave Our revelations, but he sloughed them off, so Satan overtook
him and he became of those who lead astray. |
|
176. |
Dileseydik elbette onu o âyetlerle
yükseltirdik, fakat o, yere saplandı ve hevesinin peşine düştü. Onun durumu,
tıpkı şu köpeğin durumuna benzer: Üstüne varsan da dilini sarkıtıp solur, onu
bıraksan da dilini sarkıtıp solur. İşte âyetlerimizi yalanlayanların durumu
budur. Bu kıssayı anlat, belki düşünür(öğüt alır)lar. |
And had We willed We could have
raised him by their means, but he clung to the earth and followed his own lust.
Therefore his likeness is as the likeness of a dog; if thou attackest him he
panteth with his tongue out, and if thou leavest him he panteth with his tongue
out. Such is the likeness of the people who deny Our revelations. Narrate unto
them the history (of the men of old), that haply they may take
thought. |
|
177. |
Âyetlerimizi yalanlayan ve
kendilerine de zulmeden topluluğun durumu ne kötüdür! |
Evil as an example are the folk
who denied Our revelations, and were wont to wrong themselves. |
|
178. |
Allâh kime yol gösterirse, işte
yolu bulan odur. Kimi de saptırırsa, işte ziyana uğrayanlar onlardır. |
He whom Allah leadeth, he
indeed is led aright, while he whom Allah sendeth astray - they indeed are
losers. |
|
179. |
Andolsun, cehennem için de birçok
cin ve insan yarattık ki kalbleri var, fakat onlarla anlamazlar; gözleri var,
fakat onlarla görmezler; kulakları var, fakat onlarla işitmezler. İşte onlar
hayvanlar gibidir, hattâ daha da sapık... Ve işte gâfiller onlardır! |
Already have We urged unto hell
many of the jinn and humankind, having hearts wherewith they understand not, and
having eyes wherewith they see not, and having ears wherewith they hear not.
These are as the cattle - nay, but they are worse! These are the
neglectful. |
|
180. |
En güzel isimler Allâh'ındır. O
halde O'na o (güzel isim)lerle du'â edin ve O'nun isimleri hakkında eğriliğe
sapanları bırakın; onlar yaptıklarının cezâsını çekeceklerdir. |
Allah's are the fairest names.
Invoke Him by them. And leave the company of those who blaspheme His names. They
will be requited what they do. |
|
181. |
Yarattıklarımız içinde, doğrulukla
hakka götüren ve hak ile adâlet yapan bir ümmet de vardır. |
And of those whom We created
there is a nation who guide with the Truth and establish justice
therewith. |
|
182. |
Âyetlerimizi yalanlayanları, hiç
bilmeyecekleri yerden yavaş yavaş helâke yaklaştıracağız. |
And those who deny Our
revelations - step by step We lead them on from whence they know
not. |
|
183. |
Onlara mühlet veriyorum, çünkü
benim tuzağım sağlamdır. |
I give them rein (for) lo! My
scheme is strong. |
|
184. |
Düşünmediler mi ki arkadaşlarında
hiçbir delilik yoktur, o apaçık bir uyarıcıdır? |
Have they not bethought them
(that) there is no madness in their comrade? He is but a plain
warner. |
|
185. |
Göklerin, yerin melekûtuna ve
Allâh'ın yarattığı şeylere ve ecellerinin yaklaşmış olabileceğine bak(ıp ibret
al)madılar mı? Peki bun(a inanmadık)dan sonra hangi söze inanacaklar? |
Have they not considered the
dominion of the heavens and the earth, and what things Allah hath created, and
that it may be that their own term draweth nigh? In what fact after this will
they believe? |
|
186. |
Allâh kimi saptırırsa, artık onun
için yol gösteren olmaz. Ve bırakır onları, azgınlıkları içinde bocalayıp
dururlar. |
Those whom Allah sendeth
astray, there is no guide for them. He leaveth them to wander blindly on in
their contumacy. |
|
187. |
Sana (Duruşma) sâ'at(in)den
soruyorlar: Gelip çatması ne zaman diye. De ki: "Onun bilgisi, ancak Rabbimin
yanındadır. Onu tam zamanında açığa çıkaracak olan, yalnız O'dur. O, göklere de,
yere de ağır gelmiştir. O size ansızın gelecektir." Sanki sen, onu biliyormuşsun
gibi, sana soruyorlar. De ki: "Onun bilgisi, Allâh'ın yanındadır. Fakat
insanların çoğu bilmezler." |
They ask thee of the (destined)
Hour, when will it come to port. Say: Knowledge thereof is with my Lord only. He
alone will manifest it at its proper time. It is heavy in the heavens and the
earth. It cometh not to you save unawares. They question thee as if thou couldst
be well informed thereof. Say: Knowledge thereof is with Allah only, but most of
mankind know not. |
|
188. |
De ki: "Ben kendime, Allâh'ın
dilediğinden başka ne bir fayda, ne de bir zarar verme gücüne sâhip değilim.
Eğer gaybı bilseydim, elbete çok hayır (mal ve mülk) elde ederdim. Bana kötülük
dokunmamış (beni cin çarpmamış)tır. Ben sadece inanan bir kavim için bir uyarıcı
ve müjdeleyiciyim. |
Say: For myself I have no power
to benefit, nor power to hurt, save that which Allah willeth. Had I knowledge of
the Unseen, I should have abundance of wealth, and adversity would not touch me.
I am but a warner, and a bearer of good tidings unto folk who
believe. |
|
189. |
O'dur ki sizi bir tek nefisten
yarattı, gönlü ısınsın diye ondan eşini var eti; eşini sarıp örtünce (eşiyle
birleşince) eşi, hafif bir yük yüklendi, onu gezdirdi. (Yükü) ağırlaşınca ikisi
beraber Rableri Allah'a du'â ettiler: "Eğer bize iyi, güzel bir çocuk verirsen
elbette şükredenlerden oluruz!" (dediler). |
He it is Who did create you
from a single soul, and therefrom did make his mate that he might take rest in
her. And when he covered her she bore a light burden, and she passed (unnoticed)
with it, but when it became heavy they cried unto Allah, their Lord, saying: If
thou givest unto us aright we shall be of the thankful. |
|
190. |
Fakat (Allâh) onlara iyi, güzel bir
çocuk verince, kendilerine verdiği şeyde Allah'a ortaklar koşmağa başladılar.
Allâh ise onların ortak koştukları şeylerden yücedir. |
But when He gave unto them
aright, they ascribed unto Him partners in respect of that which He had given
them. High is He exalted above all that they associate (with
Him). |
|
191. |
Hiçbir şey yaratmayan, kendileri
yaratılan şeyleri (Allah'a) ortak mı koşuyorlar? |
Attribute they as partners to
Allah those who created naught, but are themselves created, |
|
192. |
(O putlar), ne onlara bir yardım
edebilirler, ne de kendilerine yardım ederler? |
And cannot give them help, nor
can they help themselves? |
|
193. |
Onları doğru yola çağırsanız size
uymazlar. Ha onları çağırmışsınız, ha susmuşsunuz, sizin için birdir. |
And if ye call them to the
Guidance, they follow you not. Whether ye call them or are silent is all one to
them. |
|
194. |
Allah'tan başka yalvardıklarınız da
sizler gibi kullardır, (onların tanrı olduğu hakkındaki iddiânızda) doğru
iseniz, çağırın onları da size cevap versinler. |
Lo! those on whom ye call
beside Allah are slaves like unto you. Call on them now, and let them answer
you, if ye are truthful! |
|
195. |
Onların yürüyecekleri ayakları mı
var, yoksa tutacakları elleri mi var, yoksa görecekleri gözleri mi var, yahut
işitecekleri kulaklarımı var? De ki: "(Allah'a) ortak(koştuk)larınızı çağırın,
sonra bana tuzak kurun, haydi (elinizden geliyorsa) hiç göz açtırmayın
bana!" |
Have they feet wherewith they
walk, or have they hands wherewith they hold, or have they eyes wherewith they
see, or have they ears wherewith they hear? Say: Call upon your (so-called)
partners (of Allah), and then contrive against me, spare me
not! |
|
196. |
Benim velim, Kitabı indiren
Allah'tır. O, iyileri yönetir (korur). |
Lo! my Protecting Friend is
Allah Who revealeth the Scripture. He befriendeth the
righteous. |
|
197. |
O'ndan başka yalvardıklarınız ise,
ne size yardım edebilirler, ne de kendilerine yardım ederler. |
They on whom ye call beside Him
have no power to help you, nor can they help themselves. |
|
198. |
Onları hidâyete çağırırsanız,
işitmezler. Onların sana baktıklarını sanırsın, oysa onlar görmezler. |
And if ye (Muslims) call them
to the Guidance they hear not; and thou (Muhammad) seest them looking toward
thee, but they see not. |
|
199. |
Affı al, iyiliği emret, câhillere
aldırış etme. |
Keep to forgiveness (O
Muhammad), and enjoin kindness, and turn away from the
ignorant. |
|
200. |
Ne zaman şeytândan bir kötü düşünce
seni dürtüklerse, Allah'a sığın; çünkü O, işitendir, bilendir. |
And if a slander from the devil
wound thee, then seek refuge in Allah. Lo! He is Hearer,
Knower. |
|
|
201. |
Allah'tan korkanlar, kendilerine
şeytândan gelen bir vesvese dokunduğu zaman düşünür, (gerçeği)
görürler. |
Lo! those who ward off (evil),
when a glamour from the devil troubleth them, they do but remember (Allah's
guidance) and behold them seers! |
|
202. |
Kardeşleri ise onları, azgınlığa
çekerler, hiç yakalarını bırakmazlar. |
Their brethren plunge them
further into error and cease not. |
|
203. |
Onlara bir âyet getirmediğin zaman:
"Bunu da derleseydin ya!" derler. De ki: "Ben, ancak Rabbimden bana vahyolunana
uyuyorum. Bu (Kur'ân), Rabbinizden gelen basiretler(gönül gözlerini açan nurlar,
gerçeğe ileten kanıtlar)dır ve inanan bir toplum için yol gösterici ve
rahmettir!" |
And when thou bringest not a
verse for them they say: Why hast thou not chosen it? Say: I follow only that
which is inspired in me from my Lord. This (Qur'an) is insight from your Lord,
and a guidance and a mercy for a people that believe. |
|
204. |
Kur'ân okunduğu zaman onu dinleyin
ve susun ki, size rahmet edilsin. |
And when the Qur'an is recited,
give ear to it and pay heed, that ye may obtain mercy. |
|
205. |
Rabbini, içinden, yalvararak ve
korkarak, yüksek olmayan bir sesle sabah akşam an, gâfillerden olma! |
And do thou (O Muhammad)
remember thy Lord within thyself humbly and with awe, below thy breath, at morn
and evening. And be thou not of the neglectful. |
|
206. |
Rabbinin yanında olanlar, büyüklük
taslayıp O'na kulluktan geri kalmazlar, (dâimâ) O'nu tesbih ederler ve O'na
secde ederler. |
Lo! those who are with thy Lord
are not too proud to do Him service, but they praise Him and adore
Him. |
|
Toplam 206 Ayet.
|
|
|
|
|
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder