|
1. |
Elif lâm râ. Bunlar apaçık Kitabın
âyetleridir. |
Alif. Lam. Ra. These are verses
of the Scripture that maketh plain. |
|
2. |
Biz onu Arapça bir Kur'ân olarak
indirdik ki anlayasınız. |
Lo! We have revealed it, a
Lecture in Arabic, that ye may understand. |
|
3. |
Biz, bu Kur'ân'ı vahyetmekle sana
kıssaların en güzelini anlatıyoruz. Sen ondan önce (bunları) bilmeyenlerden
idin. |
We narrate unto thee (Muhammad)
the best of narratives in that We have inspired in thee this Qur'an, though
aforetime thou wast of the heedless. |
|
4. |
Hani bir zaman Yûsuf, babasına:
"Babacığım demişti, ben (rü'yâda) on bir yıldız, güneşi ve ayı gördüm, bunların
bana secde ettiklerini gördüm." demişti. |
When Joseph said unto his
father: O my father! Lo! I saw in a dream eleven planets and the sun and the
moon, I saw them prostrating themselves unto me. |
|
5. |
(Babası Ya'kûb): "Yavrum, dedi,
rü'yânı kardeşlerine anlatma, sonra sana bir tuzak kurarlar. Çünkü şeytân,
insanın apaçık düşmanıdır! |
He said: O my dear son! Tell
not thy brethren of thy vision, lest they plot a plot against thee. Lo! Satan is
for man an open foe. |
|
6. |
Böyece Rabbin seni seçecek ve sana
düşlerin yorumundan bir parça öğretecek, sana ve Ya'kûb soyuna ni'metini
tamamlayacaktır; nasıl ki daha önce ataların İbrâhim'e ve İshak'a da ni'metini
tamamlamıştı. Şüphesiz Rabbin, bilendir, hüküm ve hikmet sâhibidir." |
Thus thy Lord will prefer thee
and will teach thee the interpretation of events, and will perfect His grace
upon thee and upon the family of Jacob as He perfected it upon thy forefathers,
Abraham and Isaac. Lo! thy Lord is Knower, Wise. |
|
7. |
Andolsun, Yûsuf ve kardeşlerin(in
kıssaların)da, soranlar için ibretler vardır: |
Verily in Joseph and his
brethren are signs (of Allah's Sovereignty) for the inquiring. |
|
8. |
(Kardeşleri) demişlerdi ki: "Yûsuf
ve (öz) kardeşi (Bünyamin), babamıza bizden daha sevgilidir. Oysa biz bir
cemaatiz. Babamız açık bir yanlışlık içindedir!" |
When they said: Verily Joseph
and his brother are dearer to our father than we are, many though we be. Lo! our
father is in plain aberration. |
|
9. |
Yûsuf'u öldürün, ya da onu bir yere
bırakın da babanızın yüzü yalnız size kalsın (bundan böyle babanız yalnız sizi
görsün ve sevsin)! Ondan sonra da (tevbe eder), iyi bir topluluk
olursunuz! |
(One said): Kill Joseph or cast
him to some (other) land, so that your father's favour may be all for you, and
(that) ye may afterward be righteous folk. |
|
10. |
İçlerinden bir sözcü: "Yûsuf'u
öldürmeyin, onu kuyunun dibine atın, kervanlardan biri onu (görüp) alsın; eğer
yapacaksanız (böyle yapın)," dedi. |
One among them said: Kill not
Joseph but, if ye must be doing, fling him into the depth of the pit; some
caravan will find him. |
|
11. |
(Bu fikirde karar kıldılar ve
babalarına gelip) Dediler ki: "Ey babamız, neden Yûsuf hakkında bize
güvenmiyorsun, oysa biz ona öğüt verenler(onun iyiliğini
isteyenler)iz?" |
They said: O our father! Why
wilt thou not trust us with Joseph, when lo! we are good friends to
him? |
|
12. |
Yarın onu da bizimle beraber (kıra)
gönder, gezsin, oynasın; biz onu elbette koruruz. |
Send him with us tomorrow that
he may enjoy himself and play. And lo! we shall take good care of
him. |
|
13. |
(Ya'kûb) Dedi ki: "Onu götürmeniz
beni üzer; korkarım ki, sizin haberiniz yokken onu kurt yer!" |
He said: Lo! in truth it
saddens me that ye should take him with you, and I fear lest the wolf devour him
while ye are heedless of him. |
|
14. |
Dediler ki: "Biz bir topluluk
olduğumuz halde onu kurt yerse, o zaman biz tamamen beceriksiz kimseleriz,
demektir!" |
They said: If the wolf should
devour him when we are (so strong) a band, then surely we should have already
perished. |
|
15. |
Nihâyet onu götürüp de kuyunun
dibine atmağa topluca karar verdikleri zaman biz, Yûsuf'a: "Andolsun sen onların
bu işlerini, hiç farkında olmayacakları bir sırada kendilerine haber
vereceksin!" diye vahyettik. |
Then, when they led him off,
and were of one mind that they should place him in the depth of the pit, We
inspired in him: Thou wilt tell them of this deed of theirs when they know
(thee) not. |
|
16. |
Akşamleyin ağlayarak babalarına
geldiler. |
And they came weeping to their
father in the evening. |
|
17. |
Ey babamız, dediler, biz gittik,
yarışıyorduk; Yûsuf'u yiyeceğimizin yanında bırakmıştık. Onu kurt yemiş! Ama biz
doğru söylesek de sen bize inanmazsın! |
Saying: O our father! We went
racing one with another, and left Joseph by our things, and the wolf devoured
him, and thou believest not our sayings even when we speak the
truth. |
|
18. |
(Yûsuf'un) gömleğinin üstünde yalan
kan getirdiler. (Ya'kûb): "Herhalde, dedi, nefisleriniz sizi aldatıp bir işe
sürükledi. Artık tek çarem güzelce sabretmektir. Dediğinize (dayanmak için)
ancak Allan'tan yardım istenir!" |
And they came with false blood
on his shirt. He said: Nay, but your minds have beguiled you into something. (My
course is) comely patience. And Allah it is Whose help is to be sought in that
(predicament) which ye describe. |
|
19. |
Bir kervan geldi, sucularını
gönderdiler,(o da gidip kuyuya) kovasını sarkıttı: "Müjde, dedi, işte bir
oğlan!" Onu ticaret için sakladılar, halbuki Allâh, onların ne yaptıklarını
biliyordu. |
And there came a caravan, and
they sent their water-drawer. He let down his pail (into the pit). He said: Good
luck! Here is a youth. And they hid him as a treasure, and Allah was Aware of
what they did. |
|
20. |
Nihâyet (Mısır'a varınca) onu düşük
bir pahaya, birkaç paraya sattılar. Onlar, ona (Yûsuf'a) karşı isteksiz
idiler. |
And they sold him for a low
price, a number of silver coins; and they attached no value to
him. |
|
21. |
Onu satın alan Mısır'lı (hazine
bakanı Kıtfir), karısı(Zeliha'y)a: "Ona iyi bak, belki bize yararı dokunur, ya
da onu evlâd ediniriz!" dedi. Böylece biz Yûsuf'a o yerde güzel bir imkân verdik
ki ona düşlerin yorumunu öğretelim. Allâh, buyruğunu yerine getirendir, ama
insanların çoğu bilmezler. |
And he of Egypt who purchased
him said unto his wife: Receive him honourably. Perchance he may prove useful to
us or we may adopt him as a son. Thus We established Joseph in the land that We
might teach him the interpretation of events. And Allah was predominant in his
career, but most of mankind know not. |
|
22. |
(Yûsuf), kuvvetli çağına erişince
ona hüküm ve ilim verdik. İşte biz, güzel hareket edenleri böyle
mükâfâtlandırırız. |
And when he reached his prime
We gave him wisdom and knowledge. Thus We reward the good. |
|
23. |
Yûsuf'un, evinde kaldığı kadın,
onun nefsinden murâd almak istedi ve kapıları kilitleyip: "Haydi gelsene!" dedi
(Yûsuf): "Allah'a sığınırım dedi, efendim bana güzel baktı. zâlimler iflâh
olmazlar!" |
And she, in whose house he was,
asked of him an evil act. She bolted the doors and said: Come! He said: I seek
refuge in Allah! Lo! he is my lord, who hath treated me honourably. Wrong-doers
never prosper. |
|
24. |
Andolsun, kadın onu arzu etmişti,
eğer Rabbinin doğruyu gösteren delilini görmeseydi o da onu arzu etmişti.
Böylece biz kötülüğü ve fuhşu ondan çevirmek istedik; çünkü o, ihlâsa erdirilmiş
(temiz) kullarımızdandır. |
She verily desired him, and he
would have desired her if it had not been that he saw the argument of his Lord.
Thus it was, that We might ward off from him evil and lewdness. Lo! he was of
Our chosen slaves. |
|
25. |
Kapıya doğru koşuştular. Kadın,
Yûsuf'un gömleğini arkadan yırttı. Kapının yanında kadının bey'ine rastladılar.
Kadın: "Senin âilene kötülük yapmak isteyenin cezâsı nedir? Zindana kapatılmak
veya acı bir biçimde işkence edilmek değil midir?" dedi. |
And they raced with one another
to the door, and she tore his shirt from behind, and they met her lord and
master at the door. She said: What shall be his reward, who wisheth evil to thy
folk, save prison or a painful doom? |
|
26. |
(Yûsuf): "O benden murâd almak
istedi!" dedi. Kadının âilesinden bir şâhid de şöyle şâhidlik etti: "Eğer
Yûsuf'un gömleği önden yırtılmışsa kadın doğrudur, o
yalancılardandır." |
(Joseph) said: She it was who
asked of me an evil act. And a witness of her own folk testified: If his shirt
is torn from front, then she speaketh truth and he is of the
liars. |
|
27. |
Ve eğer onun gömleği arkadan
yırtılmışsa kadın yalancıdır, o doğrulardandır! |
And if his shirt is torn from
behind, then she hath lied and he is of the truthful. |
|
28. |
(Kadının kocası, Yûsuf'un)
gömleğinin arkadan yırtılmış olduğunu görünce (kadına): "Bu, sizin
düzeninizdendir, dedi, gerçekten sizin düzeniniz büyüktür!" |
So when he saw his shirt torn
from behind, he said: Lo! this is of the guile of you women. Lo! the guile of
you is very great. |
|
29. |
Yûsuf,sen bundan vazgeç (bunu
kimseye söyleme), (ey kadın), sen de günâhının bağışlanmasını dile! Çünkü sen,
günâhkârlardan oldun! |
O Joseph! Turn away from this,
and thou, (O woman), ask forgiveness for thy sin. Lo! thou art of the
sinful. |
|
30. |
Şehirde birtakım kadınlar: Vezir'in
karısı, uşağının nefsinden murâd almak istemiş! Sevda, onun bağrını yakmış! Biz
onu açık bir sapıklık içinde görüyoruz!" dediler. |
And women in the city said: The
ruler's wife is asking of her slave-boy an ill deed. Indeed he has smitten her
to the heart with love. We behold her in plain aberration. |
|
31. |
(Kadın), onların (dedi-kodu yaparak
kendisini dile düşürme) düzenlerini işitince, onlara (adam) gönderdi (yemeğe
davet etti). Onlar için dayanacak yastıklar hazırladı ve her birine de birer
bıçak verdi. (Yûsuf'a): "Çık karşılarına!" dedi. Kadınlar, (önlerine konan
meyveleri soyup yemekle meşgul iken) Yûsuf'u görünce onu (gözlerinde)
büyüttüler, (ona hayranlıklarından ötürü) ellerini kestiler ve: "Allâh için,
hâşâ bu, insan değildir; bu ancak güzel bir melektir!" dediler. |
And when she heard of their sly
talk, she sent for them and prepared for them a cushioned couch (to lie on at
the feast) and gave to every one of them a knife and said (to Joseph): Come out
unto them! And when they saw him they exalted him and cut their hands,
exclaiming: Allah Blameless! This is not a human being. This is no other than
some gracious angel. |
|
32. |
(Kadın) Dedi ki: "İşte siz, beni
bunun için kınamıştınız! Andolsun ben kendisinden murâd almak istedim de o,
iffetinden ötürü reddetti. Ama kendisine emrettiğimi yapmazsa, elbette zindana
atılacak ve alçalanlardan olacaktır!" |
She said: This is he on whose
account ye blamed me. I asked of him an evil act, but he proved continent, but
if he do not my behest he verily shall be imprisoned, and verily shall be of
those brought low. |
|
33. |
(Yûsuf): "Rabbim dedi, bana göre
zindan, bunların beni çağırdığı şeyden iyidir. Eğer onların düzenini benden
savmazsan onlara kayarım ve câhillerden olurum!" |
He said: O my Lord! Prison is
more dear than that unto which they urge me, and if Thou fend not off their
wiles from me I shall incline unto them and become of the
foolish. |
|
34. |
Rabbi onun du'âsını kabul buyurdu
da onların düzenini ondan savdı. Şüphesiz O, işitendir, bilendir. |
So his Lord heard his prayer
and fended off their wiles from him. Lo! He is Hearer, Knower. |
|
35. |
Sonra (aziz Kıtfir ve adamları,
Yûsuf'un masumluğu hakkındaki) bu delilleri gördükleri halde yine onu bir süre
zindana atmaları kendilerine uygun geldi. |
And it seemed good to them (the
men-folk) after they had seen the signs (of his innocence) to imprison him for a
time. |
|
36. |
Onunla beraber iki genç daha
zindana girdi. Onlardan biri dedi ki: "Ben düşümde şarap sıktığımı görüyorum."
Öteki de: "Ben de, görüyorum ki başımın üstünde ekmek taşıyorum, kuşlar ondan
yiyor. Bunun yorumunu bize haber ver, zira biz seni güzel davranan(iyi rü'yâ
yoran)lardan görüyoruz." dedi. |
And two young men went to
prison with him. One of them said: I dreamed that I was pressing wine. The other
said: I dreamed that I was carrying upon my head bread whereof the birds were
eating. Announce unto us the interpretation, for we see thee of those good (at
interpretation). |
|
37. |
(Yûsuf) şöyle dedi: "Size rızık
olarak verilen yemek henüz size gelmezden önce bunun yorumunu size haber vermiş
olurum. Bu (yorum) Rabbimin bana öğrettiği şeylerdendir (bu bilgileri Rabbim
bana lutfetti). Ben, Allah'a inanmayan, âhireti de inkâr eden bir kavmin dinini
terk ettim: |
He said: The food which ye are
given (daily) shall not come unto you but I shall tell you the interpretation
ere it cometh unto you. This is of that which my Lord hath taught me. Lo! I have
forsaken the religion of folk who believe not in Allah and are disbelievers in
the Hereafter. |
|
38. |
Atalarım İbrâhim, İshak ve
Ya'kûb'un dinine uydum. Bizim, herhangi bir şeyi Allah'a ortak koşmağa hakkımız
yoktur. Bu (tevhid), bize ve bütün insanlara Allâh'ın bir lutfudur, ama
insanların çoğu şükretmezler. |
And I have followed the
religion of my fathers, Abraham and Isaac and Jacob. It never was for us to
attribute aught as partner to Allah. This is of the bounty of Allah unto us (the
seed of Abraham) and unto mankind; but most men give not
thanks. |
|
39. |
"Ey benim zindan arkadaşlarım,
çeşitli tanrılar mı iyi, yoksa herşeyi (hükmü altında tutan) kahredici tek Allâh
mı? |
O my two fellow-prisoners! Are
divers lords better, or Allah the One, the Almighty?" |
|
40. |
Siz, o'nu bırakıp ancak sizin ve
atalarınızın taktığı birtakım (boş) isimlere tapıyorsunuz. Allâh onlar(ın
gerçekliği) hakkında hiçbir delil indirmemiş(onlara hiçbir güç vermemiş)tir.
Hüküm, yalnız Allâh'ındır. O, yalnız kendisine tapmanızı buyurmuştur. İşte doğru
din budur. Ama insanların çoğu bilmezler." |
Those whom ye worship beside
Him are but names which ye have named, ye and your fathers. Allah hath revealed
no sanction for them. The decision rests with Allah only, Who hath commanded you
that ye worship none save Him. This is the right religion, but most men know
not. |
|
41. |
Ey zindan arkadaşlarım, (rü'yânıza
gelince) biriniz (eskisi gibi) yine efendisine şarap sunacak, diğeri ise
asılacak, kuşlar onun başından yiyecek. Sorduğunuz iş (bu şekilde)
kesinleşmiştir. |
O my two fellow-prisoners! As
for one of you, he will pour out wine for his lord to drink; and as for the
other, he will be crucified so that the birds will eat from his head. Thus is
the case judged concerning which ye did inquire. |
|
42. |
O iki kişiden kurtulacağını sandığı
kimseye: "Beni efendin(kralın)ın yanında an (benim suçsuz olduğumu krala
hatırlat)" dedi. Fakat şeytân o adama, (Yûsuf'un durumunu) efendisine söylemeyi
unutturdu, (bundan ötürü Yûsuf), birkaç yıl zindanda kaldı. |
And he said unto him of the
twain who he knew would be released: Mention me in the presence of thy lord. But
Satan caused him to forget to mention it to his lord, so he (Joseph) stayed in
prison for some years. |
|
43. |
(Bir gün) Kral dedi ki: "Ben,
düşümde yedi semiz inek görüyorum, bunları yedi zayıf inek yiyor. Ve yedi yeşil,
yedi de kuru başak (görüyorum). Ey efendiler, eğer siz rü'yâ ta'bir ediyorsanız
bu rü'yâmın ta'birini bana anlatın." |
And the king said: Lo! I saw in
a dream seven fat kine which seven lean were eating, and seven green ears of
corn and other (seven) dry. O notables! Expound for me my vision, if ye can
interpret dreams. |
|
44. |
(Yorumcular) dediler ki: "Bu,
karışık düşlerden ibârettir. Biz, karışık düşlerin yorumunu bilmeyiz." |
They answered: Jumbled dreams!
And we are not knowing in the interpretation of dreams. |
|
45. |
(Zindandaki) İki kişiden kurtulan
(adam), uzun bir süre sonra (bu olay üzerine Yûsuf'u) hatırladı da dedi ki: "Ben
size onun yorumunu haber veririm, hemen beni (zindana) gönderin." |
And he of the two who was
released, and (now) at length remembered, said: I am going to announce unto you
the interpretation, therefore send me forth. |
|
46. |
(Zindana, Yûsuf'un yanına geldi,
dedi ki): "Yûsuf, ey çok doğru söyleyen, bize şu rü'yâyı çöz: Yedi semiz ineği,
yedi zayıf (inek) yiyor ve yedi yeşil, yedi de kuru başak (neyi gösterir)?
Umarım ki senin yorumunla insanlara dönerim, onlar da bilirler." |
(And when he came to Joseph in
the prison, he exclaimed): Joseph! O thou truthful one! Expound for us the seven
fat kine which seven lean were eating and the seven green ears of corn and other
(seven) dry, that I may return unto the people, so that they may
know. |
|
47. |
(Yûsuf) Dedi ki: "Siz, âdetiniz
üzere yedi yıl (ürün) ekersiniz. Biçtiğinizi başağında bırakırsınız, ancak
yiyeceğiniz az bir mikdar(ı alırsınız, gerisini depolarsınız)." |
He said: Ye shall sow seven
years as usual, but that which ye reap, leave it in the ear, all save a little
which ye eat. |
|
48. |
Sonra onun ardından yedi kurak
(yıl) gelir ki (tohumluk olarak) sakladığınız az miktar dışında, o yıllar için
önceden biriktirdiklerinizi yeyip bitirir. |
Then after that will come seven
hard years which will devour all that ye have prepared for them, save a little
of that which ye have stored. |
|
49. |
Sonra onun ardından bir yıl gelir
ki, o yılda insanlara bol yağmur verilir ve insanlar o yıl (bol bol meyva)
sıkarlar (hayvan sağarlar). |
Then, after that, will come a
year when the people will have plenteous crops and when they will press (wine
and oil). |
|
50. |
(Elçi bu yorumu getirince) Kral:
"Onu bana getirin." dedi. Elçi, Yûsuf'un yanına gelince (Yûsuf): "Efendine dön
de ona sor, ellerini kesen o kadınların maksadı neydi? (Bunu ortaya çıkarsın).
Şüphesiz Rabbim, onların tuzaklarını biliyor", dedi. |
And the king said: Bring him
unto me. And when the messenger came unto him, he (Joseph) said: Return unto thy
lord and ask him what was the case of the women who cut their hands. Lo! my Lord
knoweth their guile. |
51. |
(Kral, kadınlara): "Yûsuf'un
nefsinden murad almak istediğiniz zaman durumunuz neydi?" dedi. Dediler ki:
"Hâşâ, Allâh için (doğru söylemek lâzım), biz onda hiçbir kötülük görmedik!"
Aziz'in karısı da: "İşte şimdi hak yerini buldu, ben onun nefsinden murâd almak
istemiştim. O tamamen doğrulardandır!" dedi. |
He (the king) (then sent for
those women and) said: What happened when ye asked an evil act of Joseph? They
answered: Allah Blameless! We know no evil of him. Said the wife of the ruler:
Now the truth is out. I asked of him an evil act, and he is surely of the
truthful. |
|
52. |
(Gerçeği söyledim ki Yûsuf) Benim,
arkadan kendisine hâinlik etmediğimi ve Allâh'ın, hâinlerin tuzağını başarıya
ulaştırmayacağını bilsin." |
(Then Joseph said: I asked for)
this, that he (my lord) may now that I betrayed him not in secret, and that
surely Allah guideth not the snare of the betrayers. |
|
53. |
Ben nefsimi temize çıkarmam. Çünkü
nefis, dâimâ kötülüğü emredicidir. Meğer Rabbimin esirgediği bir nefis ola.
Rabbim bağışlayandır, esirgeyendir. |
I do not exculpate myself. Lo!
the (human) soul enjoineth unto evil, save that whereon my Lord hath mercy. Lo!
my Lord is Forgiving, Merciful. |
|
54. |
Kral: "Onu bana getirin, dedi, onu
kendime özel (dost) yapayım!" Kendisiyle konuş(up ondaki olgunluğu gör)ünce
(Yûsuf'a): "Sen, dedi, artık bugün yanımızda mevki sâhibi, güvenilir(bir
kimse)sin. |
And the king said: Bring him
unto me that I may attach him to my person. And when he had talked with him he
said: Lo! thou art today in our presence established and
trusteds |
|
55. |
(Yûsuf, krala): "Beni ülkenin
hazineleri üstüne bakan yap. Çünkü ben (onları) iyi korur, (yönetmesini) iyi
bilirim." dedi. |
He said: Set me over the
storehouses of the land. Lo! I am a skilled custodian. |
|
56. |
Böylece biz Yûsuf'a o ülke'de
iktidar verdik. Orada dilediği yerde konaklardı. Biz, dilediğimiz kimseye
rahmetimizi ulaştırırız, güzel davrananların ecrini zayi etmeyiz. |
Thus gave We power to Joseph in
the land. He was the owner of it where he pleased. We reach with Our mercy whom
We will. We lose not the reward of the good. |
|
57. |
İnananlar ve (kötülüklerden)
korunanlar için elbette âhiret ödülü, daha hayırlıdır. |
And the reward of the Hereafter
is better, for those who believe and ward off (evil). |
|
58. |
Yûsuf'un kardeşleri geldiler, onun
yanına girdiler, o onları tanıdı; fakat onlar onu tanımıyorlardı. |
And Joseph's brethren came and
presented themselves before him, and he knew them but they knew him
not. |
|
59. |
(Yûsuf) Onların (zahire) yüklerini
hazırlatınca dedi ki: "Sizin baba bir kardeşinizi de bana getirin, görüyorsunuz
ya ben, ölçüyü tam yapıyorum ve ben konukseverlerin en iyisiyim!" |
And when he provided them with
their provision he said: Bring unto me a brother of yours from your father. See
ye not that I fill up the measure and I am the best of hosts? |
|
60. |
Eğer onu bana getirmezseniz artık
benim yanımda size ölçü(lüp verilecek bir şey) yok. (Bir daha) bana
yaklaşmayın! |
And if ye bring him not unto
me, then there shall be no measure for you with me, nor shall ye draw
near. |
|
61. |
Dediler ki: "Onu babasından isteyip
getirmeğe çalışacağız, (bunu) mutlaka yapacağız" |
They said: We will try to win
him from his father: that we will surely do. |
|
62. |
(Yûsuf) Uşaklarına: "Onların
sermayelerini yüklerinin içine koyun, belki âilelerine döndükleri zaman bunun
farkına varırlar da yine gelirler" dedi. |
He said unto his young men:
Place their merchandise in their saddlebags, so that they may know it when they
go back to their folk, and so will come again. |
|
63. |
Babalarına döndüklerinde dediler
ki: "Ey babamız, bizden ölçü men'edildi, kardeşimizi bizimle beraber gönder de
(ihtiyacımız olanı) ölç(üp al)alım. Biz onu mutlaka koruruz." |
So when they went back to their
father they said: O our father! The measure is denied us, so send with us our
brother that we may obtain the measure, surely we will guard him
well. |
|
64. |
(Yakup) dedi ki: "Daha önce kardeşi
için size güvendiğim gibi onun için de size güveneyim, öyle mi? En iyi koruyan
Allah'tır ve O, merhametlilerin merhametlisidir!" |
He said: Can I entrust him to
you save as I entrusted his brother to you aforetime? Allah is better at
guarding, and He is the Most Merciful of those who show mercy. |
|
65. |
Zahire yüklerini açtıklarında
sermayelerinin kendilerine geri verilmiş olduğunu gördüler. Dediler ki: "Ey
babamız, daha ne istiyoruz? İşte sermayemiz de bize geri verilmiş! Yine âilemize
yiyecek getiririz. Kardeşimizi koruruz, bir deve yükü de fazla (azık) alırız.
(Çünkü) Bu, az bir ölçüdür (bize yetmez)." |
And when they opened their
belongings they discovered that their merchandise had been returned to them.
They said: O our father! What (more) can we ask? Here is our merchandise
returned to us. We shall get provision for our folk and guard our brother, and
we shall have the extra measure of a camel (load). This (that we bring now) is a
light measure. |
|
66. |
(Ya'kûb): "Hepiniz kuşatılıp
engellenmedikçe siz, onu bana getireceğinize dair Allâh adına bana sağlam söz
vermeden onu asla sizinle göndermem!" dedi. Ne zaman ki, sözlerini verdiler,
(Ya'kûb): "Söylediğimize Allâh, vekildir!" dedi. |
He said: I will not send him
with you till ye give me an undertaking in the name of Allah that ye will bring
him back to me, unless ye are surrounded. And when they gave him their
undertaking he said: Allah is the Warden over what we say. |
|
67. |
Ve dedi ki: "Oğullarım, (Mısır'a)
bir kapıdan girmeyin, ayrı ayrı kapılardan girin. Ben, Allah'tan gelecek hiçbir
şeyi sizden savamam. Hüküm, yalnız Allâh'ındır. (O size ne takdir etmişse
muhakkak olacaktır.) Ben O'na tevekkül ettim, tevekkül edenler de O'na tevekkül
etsinler!" |
And he said: O my sons! Go not
in by one gate; go in by different gates. I can naught avail you as against
Allah. Lo! the decision rests with Allah only. In Him do I put my trust, and in
Him let all the trusting put their trust. |
|
68. |
Babalarının emrettiği yerden
(Mısır'a) girdiler; (gerçi) bu, Allah'tan gelecek hiçbir şeyi onlardan
savamazdı. Ama sadece Ya'kûb, içindeki bir dileği söylemişti. O, kendisine
öğrettiğimizden ötürü bilgi sâhibi idi (bundan dolayı 'Allâh'ın takdirinden
hiçbir şeyi sizden savamam' demişti). Fakat insanların çoğu bilmezler. |
And when they entered in the
manner which their father had enjoined, it would have naught availed them as
against Allah; it was but a need of Jacob's soul which he thus satisfied; and
lo! he was a lord of knowledge because We had taught him; but most of mankind
know not. |
|
69. |
(Kardeşleri), Yûsuf'un yanına
girince, (Yûsuf, öz) kardeşi(Bünyami)n'i yanına aldı ve: "Ben senin kardeşinim,
onların (bizim hakkımızda) yaptıklarına üzülme!" dedi. |
And when they went in before
Joseph, he took his brother unto himself, saying: Lo! I, even I, am thy brother,
therefore sorrow not for what they did. |
|
70. |
Onların yüklerini hazırlatırken su
tasını (öz) kardeşinin yükünün içine koydu. (Kervan hareket ettikten) sonra bir
ünleyici şöyle seslendi: "Ey kervan, siz hırsızlarsınız!" |
And when he provided them with
their provision, he put the drinking-cup in his brother's saddlebag, and then a
crier cried: O camel-riders! Ye are surely thieves! |
|
71. |
Bunlara döndüler: "Ne kaybettiniz,
(ne arıyorsunuz)? dediler. |
They cried, coming toward them:
What is it ye have lost? |
|
72. |
Dediler ki: "Kralın su tasını
kaybettik (onu arıyoruz). Onu getirene bir deve yükü (mükâfât) var. Ben buna
kefilim" |
They said: We have lost the
king's cup, and he who bringeth it shall have a camel-load, and I (said Joseph)
am answerable for it. |
|
73. |
(Yûsuf'un kardeşleri): "Allâh,
Allâh! dediler, herhalde siz de bilmişsinizdir ki biz bu yere bozgunculuk yapmak
için gelmedik. Ve biz hırsız değiliz!" |
They said: By Allah, well ye
know we came not to do evil in the land, and are no thieves. |
|
74. |
(Yûsuf'un adamları): "Peki,
dediler, ya yalancı çıkarsanız o(hırsızlık ede)nin cezâsı nedir?" |
They said: And what shall be
the penalty for it, if ye prove liars? |
|
75. |
Cezâsı, (tas) kimin yükünde
bulunursa işte o, onun karşılığıdır. (Hırsızlığına karşılık kendisine el konur).
Biz haksızları böyle cezâlandırırız! dediler. |
They said: The penalty for it!
He in whose bag (the cup) is found, he is the penalty for it. Thus we requite
wrong-doers. |
|
76. |
Bunun üzerine (Yûsuf), kardeşinin
yükünden önce ötekilerin yüklerini aramağa başladı; sonra tası kardeşinin
yükünden çıkardı. İşte Yûsuf'a böyle bir çare öğrettik. Yoksa kralın
dini(kanunu)na göre (Yûsuf) kardeşini alamazdı. Meğer Allâh dilemiş olsun. (Biz)
dilediğimizi derecelerle yükseltiriz. Her bilgi sâhibinin üstünde daha bir bilen
vardır. |
Then he (Joseph) began the
search with their bags before his brother's bag, then he produced it from his
brother's bag. Thus did We contrive for Joseph. He could not have taken his
brother according to the king's law unless Allah willed. We raise by grades (of
mercy) whom We will, and over every lord of knowledge there is one more
knowing. |
|
77. |
(Yûsuf'un kardeşleri) Dediler ki:
"(Bu) çaldıysa bundan önce kardeşi de çalmıştı." Yûsuf bunu içinde sakladı,
onlara açmadı. (İçinden): "Siz fenâ bir durumdasınız, Allâh, sizin
anlattığınızın içyüzünü çok iyi biliyor!" dedi. |
They said: If he stealeth, a
brother of his stole before. But Joseph kept it secret in his soul and revealed
it not unto them. He said (within himself): Ye are in worse case and Allah
knoweth best (the truth of) that which ye allege. |
|
78. |
Dediler ki: "Ey vezir, onun büyük
bir ihtiyar babası var! (Onun alıkonduğuna çok üzülür.) Onun yerine (bizden)
birimizi al; doğrusu, biz seni iyilik edenlerden görüyoruz." |
They said: O ruler of the land!
Lo! he hath an aged father, so take one of us instead of him. Lo! we behold thee
of those who do kindness. |
|
79. |
Eşyamızı yanında bulduğumuz
kimseden başkasını almaktan Allah'a sığınırız, yoksa biz zulmedenler oluruz!
dedi. |
He said: Allah forbid that we
should seize save him with whom we found our property; then truly we should be
wrong-doers. |
|
80. |
Ondan umudu kesince aralarında
konuşmak üzere (bir kenara) çekildiler. Büyükleri dedi ki: "Babanızın sizden
Allâh adına kesin söz aldığını; daha önce de Yûsuf hakkında işlediğiniz kusuru
bilmiyor musunuz? Babam bana izin verinceye, yahut Allâh benim için hükmedinceye
kadar bu yerden ayrılmayacağım. O, hükmedenlerin en iyisidir." |
So, when they despaired of
(moving) him, they conferred together apart. The eldest of them said: Know ye
not how your father took an undertaking from you in Allah's name and how ye
failed in the case of Joseph aforetime? Therefore I shall not go forth from the
land until my father giveth leave or Allah judgeth for me. He is the Best of
Judges. |
|
81. |
Babanıza dönün, deyin ki: Ey
babamız, oğlun hırsızlık etti! Biz ancak bildiğimize şâhidlik ettik (tasın, onun
yükünden çıktığını gördük, ötesini bilmiyoruz), Biz gizliyi bilenler
değiliz. |
Return unto your father and
say: O our father! Lo! thy son hath stolen. We testify only to that which we
know; we are not guardians of the unseen. |
|
82. |
(İnanmazsan) İçinde bulunduğumuz
kente ve beraber geldiğimiz kervana sor. Biz doğru söylüyoruz!" |
Ask the township where we were,
and the caravan with which we travelled hither. Lo! we speak the
truth. |
|
83. |
(Dönüp babalarına geldiler ve
kardeşlerinin sözünü söylediler. Ya'kub): "Herhalde, dedi, nefisleriniz size bir
işi süs(leyerek sizi ona sürük)ledi. Artık (bana) güzelce sabretmek gerek. Belki
de Allâh, onların hepsini bana getirir. Çünkü O, bilendir, herşeyi hikmetle
(yerli yerince) yapandır. |
(And when they came unto their
father and had spoken thus to him) he said: Nay, but your minds have beguiled
you into something. (My course is) comely patience! It may be that Allah will
bring them all unto me. Lo! He, only He, is the Knower, the
Wise. |
|
84. |
Ve yüzünü onlardan öteye çevirdi
de: "Ey Yûsuf üzerindeki tasam (gel, gel, tam senin gelme zamanındır)!" dedi ve
tasadan gözleri ağardı. (Acısını) yutkunuyor(açığa vurmamağa
çalışıyor)du. |
And he turned away from them
and said: Alas, my grief for Joseph! And his eyes were whitened with the sorrow
that he was suppressing. |
|
85. |
Dediler ki: "Vallahi sen, Yûsuf'u
ana ana hasta olacaksın, yahut öleceksin!" |
They said: By Allah, thou wilt
never cease remembering Joseph till thy health is ruined or thou art of those
who perish! |
|
86. |
Ben üzüntü ve tasamı yalnız Allah'a
arz ederim ve Allâh tarafından, sizin bilmediğiniz şeyleri bilirim.
dedi. |
He said: I expose my distress
and anguish only unto Allah, and I know from Allah that which ye know
not. |
|
87. |
Ey oğullarım, gidin, Yûsuf'u ve
kardeşini araştırın, Allâh'ın rahmetinden umut kesmeyin; zira kâfir kavimden
başkası Allâh'ın rahmetinden umut kesmez! |
Go, O my sons, and ascertain
concerning Joseph and his brother, and despair not of the Spirit of Allah. Lo!
none despaireth of the Spirit of Allah save disbelieving folkk |
|
88. |
(Ya'kub'un oğulları, tekrar
Mısır'a) Yûsuf'un yanına döndüklerinde dediler ki: "Ey vezir, bize ve
çocuklarımıza darlık dokundu, değersiz de bir sermaye ile geldik, ama sen bizim
için tam ölçü ver, bize tasadduk eyle; çünkü Allâh, tasadduk edenleri
mükâfâtlandırır." |
And when they came (again)
before him (Joseph) they said: O ruler! Misfortune hath touched us and our folk,
and we bring but poor merchandise, so fill for us the measure and be charitable
unto us. Lo! Allah will requite the charitable. |
|
89. |
(Yûsuf) Dedi: "Sizler câhil iken
Yûsuf'a ve kardeşine neler yaptığınızı bildiniz mi?" |
He said: Know ye what ye did
unto Joseph and his brother in your ignorance? |
|
90. |
A, yoksa sen, Yûsuf musun? dediler.
"Ben Yûsuf'um, bu da kardeşimdir, dedi. Allâh bize lutfetti (bizi korudu,
yüceltti), doğrusu kim (Allah'tan) korkar ve sabrederse, Allâh iyilik edenlerin
ecrini zayi etmez." |
They said: Is it indeed thou
who art Joseph? He said: I am Joseph and this is my brother. Allah hath shown us
favour. Lo! he who wardeth off (evil) and endureth (findeth favour); for verily
Allah loseth not the wages of the kindly. |
|
91. |
Vallahi dediler, Allâh seni bizden
üstün kıldı. Doğrusu biz suç işlemiştik! |
They said: By Allah, verily
Allah hath preferred thee above us, and we were indeed sinful. |
|
92. |
Bugün sizi kınama yok, Allâh sizi
bağışlar; O merhametlilerin merhametlisidir! dedi. |
He said: Have no fear this day!
May Allah forgive you, and He is the Most Merciful of those who show
mercy. |
|
93. |
Şimdi benim şu gömleğimi götürün,
babamın yüzüne koyun da gözü açılsın. Ve bütün âilenizle birlikte bana
gelin. |
Go with this shirt of mine and
lay it on my father's face, he will become (again) a seer; and come to me with
all your folk. |
|
94. |
Kervan (Mısır'dan) ayrıl(ıp yola
koyul)unca, babaları, (yanında bulunanlara): "Eğer bana bunak demezseniz, ben
Yûsuf'un kokusunu alıyorum." dedi. |
When the caravan departed their
father had said: Truly I am conscious of the breath of Joseph, though ye call me
dotard. |
|
95. |
Vallahi sen hâlâ eski şaşkınlığın
içindesin! dediler. |
(Those around him) said: By
Allah, lo! thou art in thine old aberration. |
|
96. |
Müjdeci gelip de (Yûsuf'un
gömleği)ni (Ya'kub'un) yüzüne koyunca, derhal (gözü açıldı), görür oldu: "Size
demedim mi ben, Allah'tan sizin bilmediğiniz şeyleri bilirim?" dedi. |
Then, when the bearer of glad
tidings came, he laid it on his face and he became a seer once more. He said:
Said I not unto you that I know from Allah that which ye know
not? |
|
97. |
(Oğulları): "Ey babamız, bizim
günâhlarımızın bağışlanmasını dile. Gerçekten biz günâh işledik."
dediler. |
They said: O our father! Ask
forgiveness of our sins for us, for lo! we were sinful. |
|
98. |
Sizin için Rabbimden mağfiret
dileyeceğim, dedi, şüphesiz O, bağışlayandır, esirgeyendir. |
He said: I shall ask
forgiveness for you of my Lord. Lo! He is the Forgiving, the
Merciful. |
|
99. |
(Hep beraber Mısır'a hareket
ettiler). Nihâyet Yûsuf'un yanına vardıklarında (Yûsuf) ana-babasını kendine
çekip kucakladı ve: "Allâh'ın dileğiyle güven içinde Mısır'a girin!"
dedi. |
And when they came in before
Joseph, he took his parents unto him, and said: Come into Egypt safe, if Allah
will! |
|
100. |
Ana-babasını tahtın üstüne çıkardı
ve hepsi onun için secdeye kapandılar (önünde saygı ile eğildiler. Yûsuf):
"Babacığım, dedi, işte bu, önceden (gördüğüm) rü'yânın yorumudur. Rabbim onu
gerçek yaptı, bana iyilik etti; zira şeytân, benimle kardeşlerim arasına fitne
soktuktan sonra O, beni zindandan çıkardı, sizi de çölden getirdi. Gerçekten
Rabbim dilediği şeyi çok ince düzenler. O, (her tedbiri) bilen, her şeyi yerli
yerince yapandır." |
And he placed his parents on
the dais and they fell down before him prostrate, and he said: O my father! This
is the interpretation of my dream of old. My Lord hath made it true, and He hath
shown me kindness, since He took me out of the prison and hath brought you from
the desert after Satan had made strife between me and my brethren. Lo! my Lord
is tender unto whom He will. He is the Knower, the Wise. |
101. |
Rabbim, bana bir parça mülk verdin
ve bana düşlerin yorumunu öğrettin. Ey göklerin ve yerin yaratıcısı! dünyâda da,
âhirette de benim yârim sensin! Beni müslüman olarak öldür ve beni iyilere
kat! |
O my Lord! Thou hast given me
(something) of sovereignty and hast taught me (something) of the interpretation
of events - Creator of the heavens and the earth! Thou art my Protecting Friend
in the world and the Hereafter. Make me to die submissive (unto Thee), and join
me to the righteous. |
|
102. |
(Ey Muhammed) bu (anlatılanlar),
sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Onlar kararlarnı verip tuzak
kurarlarken sen yanlarında değildin. |
This is of the tidings of the
Unseen which We inspire in thee (Muhammad). Thou wast not present with them when
they fixed their plan and they were scheming. |
|
103. |
Ama sen, ne kadar istesen de, yine
insanların çoğu inanacak değillerdir. |
And though thou try much, most
men will not believe. |
|
104. |
Sen bu(okudukları)na karşılık
onlardan bir ücret istemiyorsun. O, sadece bütün âlemler için bir
öğüttür. |
Thou askest them no fee for it.
It is naught else than a reminder unto the peoples. |
|
105. |
Göklerde ve yerde nice âyet(ler)
var ki onların yanından yüzlerini çevirerek geçerler. |
How many a portent is there in
the heavens and the earth which they pass by with face averted! |
|
106. |
Onların çoğu, Allah'a ortak
koşmadan inanmazlar. |
And most of them believe not in
Allah except that they attribute partners (unto Him). |
|
107. |
Onlar, Alah'ın azâbından, sargın
bir belânın, kendilerine gelmeyeceğinden veya hiç farkında değillerken ansızın O
(Duruşma) sâ'atin(in) kendilerine gelmeyeceğinden emin midirler? |
Deem they themselves secure
from the coming on them of a pall of Allah's punishment, or the coming of the
Hour suddenly while they are unaware? |
|
108. |
De ki: "İşte benim yolum budur:
Allah'a basiretle da'vet ederim. Ben ve bana uyanlar... Allâh'ın şanı yücedir,
ben ortak koşanlardan değilim." |
Say: This is my Way: I call on
Allah with sure knowledge, I and whosoever followeth me - Glory be to Allah! -
and I am not of the idolaters. |
|
109. |
Senden önce de kentler halkından,
yalnız kendilerine vahyettiğimiz erkeklerden başka, (elçi) göndermedik.
Yeryüzünde hiç gezmediler mi ki kendilerinden öncekilerin sonunun nasıl olduğunu
görsünler? Korunanlar için âhiret yurdu daha iyidir. Aklınızı kullanmıyor
musunuz? |
We sent not before thee (any
messengers) save men whom We inspired from among the folk of the townships -
Have they not travelled in the land and seen the nature of the consequence for
those who were before them? And verily the abode of the Hereafter, for those who
ward off (evil), is best. Have ye then no sense? |
|
110. |
(Bir süre serbest bırakılmalarına
aldanmasınlar. Kendilerinden önce gelenlere de öyle fırsat verilmişti. Fakat) Ne
zaman ki, elçiler umutlarını kestiler ve kendilerinin yalana çıkarıldıklarını
(kâfirlere karşı kendilerine yapılacağı va'dedilen yardımın yapılmayacağını)
sandılar, işte o zaman onlara yardımımız geldi ve dilediğimiz kimseler
kurtarıldı. Azâbımız suçlular topluluğundan asla geri çevrilmez. |
Till, when the messengers
despaired and thought that they were denied, then came unto them Our help, and
whom We would was saved. And Our wrath cannot be warded from the
guilty. |
|
111. |
Elbette onların hikâyelerinde akıl
sâhipleri için ibret vardır. Bu (Kur'ân), uydurulacak bir söz değildir; ancak
kendinden önceki(Hak Kitabı)nın doğrulanması, her şeyin açıklaması; inananlar
için bir kılavuz ve rahmettir. |
In their history verily there
is a lesson for men of understanding. It is no invented story but a confirmation
of the existing (Scripture) and a detailed explanation of everything, and a
guidance and a mercy for folk who believe. |
|
Toplam 111 Ayet.
|
|
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder