And when We brought you through
the sea and rescued you, and drowned the folk of Pharaoh in your sight.
51. |
Mûsâ ile kırk gece için
sözleşmiştik, sonra siz onun ardından buzağıyı (tanrı) edinmiştiniz, (kendinize
böylece) zulmediyordunuz. |
And when We did appoint for
Moses forty nights (of solitude), and then ye chose the calf, when he had gone
from you, and were wrong-doers. |
|
52. |
Bundan sonra da yine belki
şükredersiniz diye sizi affetmiştik. |
Then, even after that, We
pardoned you in order that ye might give thanks. |
|
53. |
Yola gelesiniz diye Mûsâ'ya Kitap
ve furkan (gerçekle bâtılı birbirinden ayıran ölçü) vermiştik. |
And when We gave unto Moses the
Scripture and the Criterion (of right and wrong), that ye might be led
aright. |
|
54. |
Mûsâ kavmine demişti ki: "Ey
kavmim, sizler, buzağıyı (tanrı) edinmekle kendinize zulmettiniz; gelin
Yaratıcınıza tevbe edin de nefislerinizi öldürün. Bu, Yaratıcınız katında sizin
için daha iyidir. (Bu sûretle O), sizin tevbenizi kabul buyurmuş olur. Çünkü O,
öyle bağışlayıcı, öyle merhametlidir. |
And when Moses said unto his
people: O my people! Ye have wronged yourselves by your choosing of the calf
(for worship) so turn in penitence to your Creator, and kill (the guilty)
yourselves. That will be best for you with your Creator and He will relent
toward you. Lo! He is the Relenting, the Merciful. |
|
55. |
Bir zaman da: "Ey Mûsâ, biz Allâh'ı
açıkça görmedikçe sana inanmayız," demiştiniz de derhal sizi yıldırım gürültüsü
yakalamıştı; siz de bunu görüyordunuz. |
And when ye said: O Moses! We
will not believe in thee till we see Allah plainly; and even while ye gazed the
lightning seized you. |
|
56. |
Sonra belki şükredersiniz diye sizi
ölümünüzün ardından tekrar diriltmiştik. |
Then We revived you after your
extinction, that ye might give thanks. |
|
57. |
bulutu üstünüze gölgelik çektik,
size kudret helvası ve bıldırcın indirdik: "Size verdiğimiz güzel rızıklardan
yeyin," (dedik). Ama onlar bize değil, kendi kendilerine
zulmediyorlardı. |
And We caused the white cloud
to overshadow you and sent down on you the manna and the quails, (saying): Eat
of the good things wherewith We have provided you - They wronged Us not[1], but
they did wrong themselves. |
|
58. |
Demiştik ki: "Şu kente girin,
oradan dilediğiniz yerde bol bol yeyin; secde ederek kapıdan girin ve "hitta (ya
Rabbi, bizi affet)" deyin ki, biz de sizin hatâlarınızı bağışlayalım, güzel
davrananlara daha fazlasını da veririz. |
And when We said: Go into this
township and eat freely of that which is therein, and enter the gate prostrate,
and say: "Repentance." We will forgive you your sins and will increase (reward)
for the right-doers. |
|
59. |
Derken o zâlimler, onu, kendilerine
söylenenden başka bir sözle değiştirdiler. Biz de yaptıkları kötülüklerden
dolayı o zulmedenlerin üzerine gökten bir azâb indirdik. |
But those who did wrong changed
the word which had been told them for another saying, and We sent down upon the
evil-doers wrath from Heaven for their evil-doing. |
|
60. |
Bir zaman da Mûsâ, kavmi için su
istemişti; "Asanla taşa vur," demiştik. Bunun üzerine taştan on iki göze
fışkırmıştı. Her bölük, kendi içecekleri pınarı bilmişti: "Allâh'ın rızkından
yeyin, için ve yeryüzünde bozgunculuk yaparak (başkalarına) saldırmayın."
(demiştik.) |
And when Moses asked for water
for his people, We said: Smite with thy staff the rock. And there gushed out
therefrom twelve springs (so that) each tribe knew their drinking-place. Eat and
drink of that which Allah hath provided, and do not act corruptly, making
mischief in the earth. |
|
61. |
Hani siz demiştiniz ki: "Ey Mûsâ,
biz bir yemeğe dayanamayız, bizim için Rabbine du'â et de bize yerin bitirdiği
sebzesinden, acurundan, sarımsağından, mercimeğinden, soğanından çıkarsın."
(Mûsâ): "İyi olanı, daha aşağı olanla mı değiştirmek istiyorsunuz? Bir şehre
inin, orada size istediğiniz var," demişti. Üzerlerine alçaklık ve yoksulluk
damgası vuruldu; Allâh'ın gazabına uğradılar. Öyle oldu, çünkü onlar, Allâh'ın
âyetlerini inkâr ediyorlar ve haksız yere peygamberleri öldürüyorlardı. İsyana
daldıkları, sınırı aştıkları için bunu hak ettiler. |
And when ye said: O Moses! We
are weary of one kind of food; so call upon thy Lord for us that He bring forth
for us of that which the earth groweth - of its herbs and its cucumbers and its
corn and its lentils and its onions. He said: Would ye exchange that which is
higher for that which is lower? Go down to settled country, thus ye shall get
that which ye demand. And humiliation and wretchedness were stamped upon them
and they were visited with wrath from Allah. That was because they disbelieved
in Allah's revelations and slew the prophets wrongfully. That was for their
disobedience and transgression. |
|
62. |
Şüphesiz inananlar; yahûdiler,
hıristiyanlar ve sâbiiler(den) Allah'a ve âhiret gününe inanan ve iyi iş(ler)
yapanlara, Rableri katında mükâfât vardır; onlara korku yoktur ve onlar
üzülmeyeceklerdir. |
Lo! those who believe (in that
which is revealed unto thee, Muhammad), and those who are Jews, and Christians,
and Sabaeans - whoever believeth in Allah and the Last Day and doth right -
surely their reward is with their Lord, and there shall no fear come upon them
neither shall they grieve. |
|
63. |
Bir zaman da sizin sözünüzü almış,
üzerinize dağı kaldırmıştık: "Size verdiğimizi kuvvetle tutun, içinde olanı
hatırlayın ki (azâbımızdan) korunasınız," (demiştik). |
And (remember, O Children of
Israel) when We made a covenant with you and caused the Mount to tower above
you, (saying): Hold fast that which We have given you, and remember that which
is therein, that ye may ward off (evil). |
|
64. |
Ardından yine dönmüştünüz; eğer
Allâh'ın size iyiliği ve merhameti olmasaydı, elbette ziyana uğrayanlardan
olurdunuz. |
Then, even after that, ye
turned away, and if it had not been for the grace of Allah and His mercy ye had
been among the losers. |
|
65. |
İçinizden, Cumartesi günü (avlanma
yasağı)nı çiğneyenleri elbette bilmişsinizdir; işte onlara: "Aşağılık maymunlar
olun!" dedik. |
And ye know of those of you who
broke the Sabbath, how We said unto them: Be ye apes, despised and
hated! |
|
66. |
Ve bunu, önündekilere ve ardından
geleceklere ibret bir cezâ, (Allâh'ın azâbından) korunanlara da bir öğüt
yaptık. |
And We made it an example to
their own and to succeeding generations, and an admonition to the
God-fearing. |
|
67. |
Mûsâ, kavmine: "Allâh size bir inek
kesmenizi emrediyor." demişti. "Bizimle alay mı ediyorsun?" dediler.
"câhillerden olmaktan Allah'a sığınırım!" dedi. |
And when Moses said unto his
people: Lo! Allah commandeth you that ye sacrifice a cow, they said: Dost thou
make game of us? He answered: Allah forbid that I should be among the
foolish! |
|
68. |
Bizim için Rabbine du'â et, onun ne
olduğunu bize açıklasın. dediler. Dedi ki: "O diyor ki: O (inek) ne yaşlı, ne
körpe, ikisinin ortasında (bir inek)tir! Haydi, size emredileni
yapın." |
They said: Pray for us unto thy
Lord that He make clear to us what (cow) she is. (Moses) answered: Lo! He saith:
Verily she is a cow neither with calf nor immature; (she is) between the two
conditions; so do that which ye are commanded. |
|
69. |
Dediler ki: "Bizim için Rabbine
du'â et, renginin nasıl olduğunu açıklasın." Dedi: "O diyor ki: "Rengi parlak,
sarı bir inektir, bakanlara sevinç verir." |
They said: Pray for us unto thy
Lord that He make clear to us of what colour she is. (Moses) answered: Lo! He
saith: Verily she is a yellow cow. Bright is her colour, gladdening
beholders. |
|
70. |
Bizim için Rabbine du'â et, onun
nasıl bir şey olduğunu bize açıklasın. Zira o inek bize (başka ineklere) benzer
geldi. Ama Allâh dilerse mutlaka (emredileni yapmağa) yol buluruz.
dediler. |
They said: Pray for us unto thy
Lord that He make clear to us what (cow) she is. Lo! cows are much alike to us;
and lo! if Allah wills, we may be led aright. |
|
71. |
Dedi: "O şöyle diyor: O, henüz
boyundurluk altına alınmamış bir inektir. Yeri sürmez, ekin sulamaz. Salma,
(çifte koşulmamış) hiç alacası yok." "İşte şimdi gerçeği getirdin" deyip ineği
boğazladılar; az daha yapmayacaklardı. |
(Moses) answered: Lo! He saith:
Verily she is a cow unyoked; she plougheth not the soil nor watereth the tilth;
whole and without mark. They said: Now thou bringest the truth. So they
sacrificed her, though almost they did not. |
|
72. |
Hani siz bir adam öldürmüştünüz de
onun (katili) hakkında birbirinizle atışmıştınız; oysa Allâh, gizlediğinizi
ortaya çıkaracaktı. |
And (remember) when ye slew a
man and disagreed concerning it and Allah brought forth that which ye were
hiding. |
|
73. |
Onun için "(ineğin) bir parçasıyla
o (öldürülene) vurun." demiştik. İşte Allâh böylece ölüleri diriltir, size
âyetlerini gösterir ki düşünesiniz. |
And We said: Smite him with
some of it. Thus Allah bringeth the dead to life and showeth you His portents so
that ye may understand. |
|
74. |
Sonra bunun ardından yine
kalbleriniz katılaştı; şimdi onlar, taş gibi, hattâ daha da katıdır. Çünkü öyle
taş var ki, içinden ırmaklar fışkırır; öylesi var ki, çatlar da bağrından su
kaynar, öylesi de var ki, Allâh korkusundan aşağı düşer. Allâh, yaptıklarınızı
bilmez değildir. |
Then, even after that, your
hearts were hardened and became as rocks, or worse than rocks, for hardness. For
indeed there are rocks from out of which rivers gush, and indeed there are rocks
which split asunder so that water floweth from them. And indeed there are rocks
which fall down for the fear of Allah. Allah is not unaware of what ye
do. |
|
75. |
Şimdi (ey mü'minler) siz, bunların
size inanmalarını mı umuyorsunuz? Oysa bunlardan bir grup vardı ki, Allâh'ın
sözünü işitirlerdi de düşünüp akıl erdirdikten sonra, bile bile onu
değiştirirlerdi. |
Have ye any hope that they will
be true to you when a party of them used to listen to the Word of Allah, then
used to change it, after they had understood it, knowingly? |
|
76. |
İnananlara rastladıkları zaman:
"İnandık" derler; birbirleriyle yalnız kaldıkları zaman: "Allâh'ın size açtığını
onlara söylüyorsunuz ki, onu Rabbiniz katında sizin aleyhinizde delil olarak mı
kullansınlar? Aklınızı kullanmıyor musunuz?" derler. |
And when they fall in with
those who believe, they say: We believe. But when they go apart one with another
they say: Prate ye to them of that which Allah hath disclosed to you that they
may contend with you before your Lord concerning it? Have ye then no
sense? |
|
77. |
Bilmiyorlar mı ki, Allâh onların
gizlediklerini ve açığa vurduklarını biliyor? |
Are they then unaware that
Allah knoweth that which they keep hidden and that which they
proclaim? |
|
78. |
Onların içinde bir de ümmiler var
ki, Kitabı bilmezler, bütün bildikleri birtakım kuruntular(yahut kulaktan dolma
şeyler)dir; onlar sadece zannediyorlar. |
Among them are unlettered folk
who know the Scripture not except from hearsay. They but guess. |
|
79. |
Vay haline o kimselerin ki, Kitabı
elleriyle yazıp, az bir paraya satmak için, "Bu Allâh katındandır," derler!
Ellerinin yazdığından ötürü vay haline onların! Kazandıklarından ötürü vay
haline onların! |
Therefore woe be unto those who
write the Scripture with their hands and then say, "This is from Allah," that
they may purchase a small gain therewith. Woe unto them for that their hands
have written, and woe unto them for that they earn thereby. |
|
80. |
Bir de dediler ki: "Sayılı birkaç
gün dışında bize ateş dokunmayacaktır." De ki: "Allah'tan (bu hususta) bir söz
mü aldınız. şâyet öyle ise Allâh verdiği sözden dönmez-yoksa Allâh hakkında
bilmediğiniz bir şey mi söylüyorsunuz? |
And they say: The fire (of
punishment) will not touch us save for a certain number of days. Say: Have ye
received a covenant from Allah - truly Allah will not break His covenant - or
tell ye concerning Allah that which ye know not? |
|
81. |
Evet kim bir günâh kazanır da suçu
kendisini kuşatmış olursa işte onlar, ateş halkıdır, orada sürekli
kalacaklardır. |
Nay, but whosoever hath done
evil and his sin surroundeth him; such are rightful owners of the Fire; they
will abide therein. |
|
82. |
İnanıp yararlı işler yapanlara
gelince, onlar da cennet halkıdır, orada sürekli kalacaklardır. |
And those who believe and do
good works: such are rightful owners of the Garden. They will abide
therein. |
|
83. |
Biz İsrâil oğullarından şöyle söz
almıştık: "Allah'tan başkasına kulluk etmeyeceksiniz, anaya-babaya, yakınlara,
yetimlere, yoksullara iyilik edeceksiniz. İnsanlara güzel söz söyleyin, namazı
kılın, zekâtı verin!" Sonra siz, pek azınız hariç, döndünüz; hâlâ da yüz çevirip
duruyorsunuz. |
And (remember) when We made a
covenant with the Children of Israel, (saying): Worship none save Allah (only),
and be good to parents and to kindred and to orphans and the needy, and speak
kindly to mankind; and establish worship and pay the poor-due. Then, after that,
ye slid back, save a few of you, being averse. |
|
84. |
Birbirinizin kanını
dökmeyeceksiniz,birbirinizi yurtlarınızdan çıkarmayacaksınız? diye sizden kesin
söz almıştık; göre göre bunu kabul etmiştiniz. |
And when We made with you a
covenant (saying): Shed not the blood of your people nor turn (a party of) your
people out of your dwellings. Then ye ratified (Our covenant) and ye were
witnesses (thereto). |
|
85. |
Ama siz yine birbirinizi
öldürüyorsunuz, sizden bir grubu yurtlarından çıkarıyorsunuz; onlara karşı günâh
ve düşmanlık yapmakta birleşiyorsunuz, onları çıkarmak size yasaklanmış iken
(çıkarıyorsunuz, sonra da) esir olarak geldiklerinde fidyelerini veriyor
(kurtarıyor)sunuz. Yoksa siz Kitabın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı
ediyorsunuz? Sizden bunu yapanın cezâsı, dünyâ hayâtında rezil olmaktan başka
nedir? Kıyâmet gününde de (onlar) azâbın en şiddetlisine itilirler. Allâh
yaptıklarınızı bilmez değildir. |
Yet ye it is who slay each
other and drive out a party of your people from their homes, supporting one
another against them by sin and transgression - and if they came to you as
captives ye would ransom them, whereas their expulsion was itself unlawful for
you - Believe ye in part of the Scripture and disbelieve ye in part thereof? And
what is the reward of those who do so save ignominy in the life of the world,
and on the Day of Resurrection they will be consigned to the most grievous doom.
For Allah is not unaware of what ye do. |
|
86. |
İşte onlar, âhireti verip dünyâ
hayâtını satın alan kimselerdir. Onlardan azâb hiç hafifletilmez ve onlara hiç
yardım edilmez. |
Such are those who buy the life
of the world at the price of the Hereafter. Their punishment will not be
lightened, neither will they have support. |
|
87. |
Andolsun, Mûsâ'ya Kitabı verdik,
arkasından peygamberler gönderdik. Meryem oğlu Îsâ'ya da açık deliller verdik ve
onu Ruh'ül-Kudüs (Cebrâil) ile destekledik. Ne zaman ki, bir peygamber, size
canınızın istemediği bir şey getirdiyse büyüklük taslamadınız mı? Kimini
yalanladınız, kimini de öldürüyordunuz? |
And verily We gave unto Moses
the Scripture and We caused a train of messengers to follow after him, and We
gave unto Jesus, son of Mary, clear proofs (of Allah's Sovereignty), and We
supported him with the holy Spirit. Is it ever so, that, when there cometh unto
you a messenger (from Allah) with that which ye yourselves desire not, ye grow
arrogant, and some ye disbelieve and some ye slay? |
|
88. |
Kalblerimiz, perdelidir, dediler.
Hayır, ama inkârlarından dolayı Allâh onları la'netlemiştir, artık çok az
inanırlar. |
And they say: Our hearts are
hardened. Nay, but Allah hath cursed them for their unbelief. Little is that
which they believe. |
|
89. |
Ne zaman ki, onlara Allâh katından,
yanlarında bulunan (Tevrat)ı doğrulayıcı bir Kitap (Kur'ân) geldi, daha önce
inkâr edenlere karşı yardım isteyip dururlarken o bildikleri (Kur'ân)
kendilerine gelince onu inkâr ettiler; artık Allâh'ın la'neti, inkârcıların
üzerine olsun! |
And when there cometh unto them
a Scripture from Allah, confirming that in their possession - though before that
they were asking for a signal triumph over those who disbelieved - and when
there cometh unto them that which they know (to be the Truth) they disbelieve
therein. The curse of Allah is on disbelievers. |
|
90. |
Allâh'ın, kullarından dilediğine
lutfuyla (vahiy) indirmesini çekemeyerek, Allâh'ın indirdiğini inkâr etmek için
kendilerini ne alçak şeye sattılar da gazab üstüne gazaba uğradılar. İnkâr
edenler için alçaltıcı bir azâb vardır. |
Evil is that for which they
sell their souls: that they should disbelieve in that which Allah hath revealed,
grudging that Allah should reveal of His bounty unto whom He will of His
bondmen. They have incurred anger upon anger. For disbelievers is a shameful
doom. |
|
91. |
Onlara: "Allâh'ın indirdiğine
inanın!" denilse, "Bize indirilene inanırız." derler, ötesini kabul etmezler.
Halbuki o, kendi yanlarında bulunanı doğrulayıcı bir gerçektir. De ki:
"Gerçekten inanıyor idiyseniz neden daha önce Allâh'ın peygamberlerini
öldürüyordunuz?" |
And when it is said unto them:
Believe in that which Allah hath revealed, they say: We believe in that which
was revealed unto us. And they disbelieve in that which cometh after it, though
it is the truth confirming that which they possess. Say (unto them, O Muhammad):
Why then slew ye the Prophets of Allah aforetime, if ye are (indeed)
believers? |
|
92. |
Andolsun Mûsâ, size açık deliller
getirmişti, sonra onun ardından tuttunuz buzağıya taptınız; siz öyle
zâlimlersiniz işte! |
And Moses came unto you with
clear proofs (of Allah's Sovereignty), yet, while he was away, ye chose the calf
(for worship) and ye were wrong-doers. |
|
93. |
Bir zaman üzerinize Tur(dağın)ı
kaldırıp sizden kesin söz almıştık: "Size verdiğimiz şeyi kuvvetle tutun,
dinleyin!" (demiştik). "Dinledik ve isyân ettik." dediler. İnkârlarıyla
kalblerine buzağı sevgisi içirildi. De ki: "Eğer inanan kimseler iseniz,
imanınız size ne kötü şey emrediyor." |
And when We made with you a
covenant and caused the Mount to tower above you, (saying): Hold fast by that
which We have given you, and hear (Our Word), they said: We hear and we rebel.
And (worship of) the calf was made to sink into their hearts because of their
rejection (of the Covenant). Say (unto them): Evil is that which your belief
enjoineth on you, if ye are believers. |
|
94. |
De ki: "Eğer (dilediğiniz gibi)
gerçekten Allâh katında âhiret yurdu kimsenin değil, yalnız sizin ise, sözünüzde
doğru iseniz, haydi ölümü temenni edin!" |
Say (unto them): If the abode
of the Hereafter in the providence of Allah is indeed for you alone and not for
others of mankind (as ye pretend), then long for death (for ye must long for
death) if ye are truthful. |
|
95. |
Fakat ellerinin yapıp öne sürdüğü
işlerden dolayı ölümü asla istemezler, Allâh zâlimleri bilir. |
But they will never long for
it, because of that which their own hands have sent before them. Allah is Aware
of evil-doers. |
|
96. |
Onları, insanların hayâta en
düşkünü, ortak koşanlardan daha tutkunu bulursun; her biri, bin yıl
yaşatılmasını ister. Oysa yaşatılması, onu azâbdan uzaklaştıracak değildir.
Allâh ne yaptıklarını görüyor. |
And thou wilt find them
greediest of mankind for life and (greedier) than the idolaters. (Each) one of
them would like to be allowed to live a thousand years. And to live (a thousand
years) would by no means remove him from the doom. Allah is Seer of what they
do. |
|
97. |
De ki: "Allâh'ın izniyle Kur'ân'ı
kendinden öncekini doğrulayıcı ve inananlara yol gösterici ve müjdeci olarak
senin kalbine indirdiği için, kim Cebrâil'e düşman olursa, |
Say (O Muhammad, to mankind):
Who is an enemy to Gabriel! For he it is who hath revealed (this Scripture) to
thy heart by Allah's leave, confirming that which was (revealed) before it, and
a guidance and glad tidings to believers; |
|
98. |
"(Evet) kim Allah'a, meleklerine,
elçilere, Cebrâil'e ve Mikâil'e düşman olursa bilsin ki, Allâh da inkâr
edenlerin düşmanıdır. |
Who is an enemy to Allah, and
His angels and His messengers, and Gabriel and Michael! Then, lo! Allah
(Himself) is an enemy to the disbelievers." |
|
99. |
Andolsun, sana apaçık âyetler
indirdik, onları yoldan çıkmışlardan başkası inkâr etmez. |
Verily We have revealed unto
thee clear tokens, and only miscreants will disbelieve in them. |
|
100. |
Ne zaman bir ahit (andlaşma)
yaptılarsa, onlardan bir grup o ahdi bozup atmadı mı? Zaten çokları
inanmazlar. |
Is it ever so that when they
make a covenant a party of them[1] set it aside? The truth is, most of them
believe not.
101. |
Allâh tarafından kendilerine,
yanlarında bulunanı doğrulayıcı bir elçi gelince, Kitap verilmiş olanlardan bir
grup, Allâh'ın Kitabını sanki bilmiyorlarmış gibi, sırtlarının arkasına
attılar. |
And when there cometh unto them
a messenger from Allah, confirming that which they possess, a party of those who
have received the Scripture fling the Scripture of Allah behind their backs as
if they knew not, |
|
102. |
Süleymân'ın hükümdarlığı hakkında
onlar, şeytânların uydurdukları sözlere uydular (Süleymân'ın, büyü yaparak
saltanatını kazandığını söyleyen şeytân ruhlu insanlara uyup, Süleymân'ın büyücü
olduğuna inandılar). Oysa Süleymân (büyü yaparak) küfre gitmemişti. Fakat o
şeytânlar küfre gittiler: İnsanlara büyü ve Bâbil'de Hârût ve Mârût adlı
melekler(den ilham alan iki kişiy)e indirileni öğretiyorlar. Halbuki onlar: "Biz
bir fitneyiz (sizin için bir sınavız), sakın, küfre gitme(yin)!" demedikçe
kimseye bir şey öğretmiyorlardı. Fakat bunlar, onlardan, erkekle karısının
arasını açacak şeyler öğreniyorlardı. Ama, onlar, Allâh'ın izni olmadan onunla
hiç kimseye zarar veremezler. Onlar, kendilerine yarar vereni değil, zarar
vereni öğreniyorlardı. Andolsun, onu sat(ıp onunla çıkar sağlay)anın, âhirette
bir nasibi olmadığını gâyet iyi biliyorlardı. Vicdanlarını sattıkları şey ne
kötüdür, keşke (bunu) bilselerdi! |
And follow that which the
devils falsely related against the kingdom of Solomon. Solomon disbelieved not;
but the devils disbelieved, teaching mankind magic and that which was revealed
to the two angels in Babel, Harut and Marut. Nor did they (the two angels) teach
it to anyone till they had said: We are only a temptation, therefore disbelieve
not (in the guidance of Allah). And from these two (angels) people learn that by
which they cause division between man and wife; but they injure thereby no-one
save by Allah's leave. And they learn that which harmeth them and profiteth them
not. And surely they do know that he who trafficketh therein will have no
(happy) portion in the Hereafter; and surely evil is the price for which they
sell their souls, if they but knew. |
|
103. |
Eğer onlar inanıp (Allâh'ın
azâbından) korunmuş olsalardı, elbette Allâh katından (verilecek) sevâp,
(kendileri için) daha hayırlı olurdu. Keşke bilselerdi! |
And if they had believed and
kept from evil, a recompense from Allah would be better, if they only
knew. |
|
104. |
Ey inananlar, "Râ'inâ (bizi gözet,
yahut: kaba söz)" demeyin, "unzurna (bize bak)" deyin ve dinleyin. Kâfirler için
acı bir azâb vardır. |
O ye who believe, say not (unto
the Prophet): "Listen to us" but say "Look upon us," and be ye listeners. For
disbelievers is a painful doom. |
|
105. |
Nankör olan bazı Kitap ehli
kimseler de, müşrikler de size Rabbinizden bir hayır indirilmesini istemezler.
Oysa Allâh, rahmetini dilediğine tahsis eder, Allâh, büyük lutuf
sâhibidir. |
Neither those who disbelieve
among the People of the Scripture nor the idolaters love that there should be
sent down unto you any good thing from your Lord. But Allah chooseth for His
mercy whom He will, and Allah is of Infinite bounty. |
|
106. |
Biz bir âyeti siler veya
unutturursakondan daha iyisini, ya da benzerini getiririz. Allâh'ın her şeye
gücü yeter olduğunu bilmedin mi? |
Such of Our revelations as We
abrogate or cause to be forgotten, We bring (in place) one better or the like
thereof. Knowest thou not that Allah is Able to do all things? |
|
107. |
Bilmedin mi ki, göklerin ve yerin
mülkü (hükümranlığı, yönetimi, mülkiyeti) yalnız Allâh'ındır. Sizin için
Allah'tan başka ne bir koruyucu, ne de bir yardımcı yoktur. |
Knowest thou not that it is
Allah unto Whom belongeth the sovereignty of the heavens and the earth; and ye
have not, beside Allah, any friend or helper? |
|
108. |
Yoksa siz de Elçinizden, daha önce
Mûsâ'dan istendiği gibi bir takım isteklerde bulunmak mı istiyorsunuz? Kim imanı
küfürle değiştirirse, şüphesiz (o), dümdüz yolu sapıtmıştır. |
Or would ye question your
messenger as Moses was questioned aforetime? He who chooseth disbelief instead
of faith, verily he hath gone astray from a plain road. |
|
109. |
Kitap sâhiplerinden çoğu, gerçek
kendilerine besbelli olduktan sonra, sırf içlerindeki kıskançlıktan ötürü sizi
imanınızdan sonra küfre döndürmek isterler. Allâh emrini getirinceye kadar
affedin, hoş görün. Şüphesiz Allâh, her şeye gücü yetendir. |
Many of the People of the
Scripture long to make you disbelievers after your belief, through envy on their
own account, after the truth hath become manifest unto them. Forgive and be
indulgent (toward them) until Allah give command. Lo! Allah is Able to do all
things. |
|
110. |
Namazı kılın, zekâtı verin;
kendiniz için yapıp gönderdiğiniz her hayrı, Allâh'ın yanında bulursunuz, Allâh
yaptıklarınızı görür. |
Establish worship, and pay the
poor-due; and whatever of good ye send before (you) for your souls, ye will find
it with Allah. Lo! Allah is Seer of what ye do. |
|
111. |
Yahûdi yahut hıristiyan olandan
başkası cennete girmeyecek, dediler. Bu, onların kuruntusudur. De ki: "Doğru
iseniz, delilinizi getirin." |
And they say: None entereth
Paradise unless he be a Jew or a Christian. These are their own desires. Say:
Bring your proof (of what ye state) if ye are truthful. |
|
112. |
Hayır, kim işini güzel yaparak
özünü Allah'a teslim ederse, onun mükâfâtı, Rabbinin yanındadır. Onlara korku
yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir. |
Nay, but whosoever surrendereth
his purpose to Allah while doing good, his reward is with his Lord; and there
shall no fear come upon them neither shall they grieve. |
|
113. |
Yahûdiler: "Hıristiyanlar, bir
temel üzerinde değiller," dediler. Hıristiyanlar da: "Yahûdiler bir temel
üzerinde değiller," dediler. Oysa hepsi de Kitabı okuyorlar. Bilmeyenler de
tıpkı onların dedikleri gibi demişlerdi. Artık Allâh, ayrılığa düştükleri şey
hakkında, kıyâmet günü aralarında hüküm verecektir. |
And the Jews say the Christians
follow nothing (true), and the Christians say the Jews follow nothing (true);
yet both are readers of the Scripture. Even thus speak those who know not. Allah
will judge between them on the Day of Resurrection concerning that wherein they
differ. |
|
114. |
Allâh'ın mescidlerinde, Allâh'ın
adının anılmasına engel olan ve onların harâbolmasına çalışandan daha zâlim kim
vardır? Bunların, oralara korka korka girmeleri gerekir (başka türlü girmeğe
hakları yoktur). Bunlar için dünyâda rezillik, âhirette de büyük azâb
vardır. |
And who doth greater wrong than
he who forbiddeth the approach to the sanctuaries of Allah lest His name should
be mentioned therein, and striveth for their ruin? As for such, it was never
meant that they should enter them except in fear. Theirs in the world is
ignominy and theirs in the Hereafter is an awful doom. |
|
115. |
Doğu da, batı da Allâh'ındır.
Nereye dönerseniz Allâh'ın yüzü (zâtı) oradadır. Şüphesiz Allâh'(ın rahmeti ve
ni'meti) boldur. O (her şeyi) bilendir. |
Unto Allah belong the East and
the West, and whithersoever ye turn, there is Allah's countenance. Lo! Allah is
All-Embracing, All-Knowing. |
|
116. |
Allâh, çocuk edindi, dediler. Hâşâ,
O, yücedir. Göklerde ve yerde olanların hepsi O'nundur, hepsi O'na boyun
eğmiştir. |
And they say: Allah hath taken
unto Himself a son. Be He glorified! Nay, but whatsoever is in the heavens and
the earth is His. All are subservient unto Him. |
|
117. |
(O), göklerin ve yerin
yaratıcısıdır. Bir şeyi yaratmak istedi mi, ona sadece "ol" der, o da hemen
oluverir. |
The Originator of the heavens
and the earth! When He decreeth a thing, He saith unto it only: Be! and it
is. |
|
118. |
Bilmeyenler dediler ki: "Allâh
bizimle konuşmalı, ya da bize bir âyet (mu'cize) gelmeli değil miydi?" Onlardan
öncekiler de onların dedikleri gibi demişlerdi. Kalbleri birbirine benzedi.
Gerçekleri iyice bilmek isteyenlere âyetleri açıkladık. |
And those who have no knowledge
say: Why doth not Allah speak unto us, or some sign come unto us? Even thus, as
they now speak, spake those (who were) before them. Their hearts are all alike.
We have made clear the revelations for people who are sure. |
|
119. |
Doğrusu biz seni, gerçekle,
müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik. Cehennem halkından sen sorumlu
değilsin. |
Lo! We have sent thee (O
Muhammad) with the truth, a bringer of glad tidings and a warner. And thou wilt
not be asked about the owners of hell-fire. |
|
120. |
Sen onların, kendi dinlerine
uymadıkça ne yahûdiler, ne de hıristiyanlar senden râzı olmazlar. "Asıl doğru
yol, Allâh'ın yoludur" de. Sana gelen ilimden sonra eğer onların arzularına
uyarsan, andolsun ki, Allah'tan sana ne bir dost, ne de bir yardımcı
olmaz. |
And the Jews will not be
pleased with thee, nor will the Christians, till thou follow their creed. Say:
Lo! the guidance of Allah (Himself) is Guidance. And if thou shouldst follow
their desires after the knowledge which hath come unto thee, then wouldst thou
have from Allah no protecting friend nor helper. |
|
121. |
Kendilerine verdiğimiz Kitabı,
gereğince okuyanlar var ya, işte onlar, ona inanırlar. Onu inkâr edenler ise
ziyana uğrarlar. |
Those unto whom We have given
the Scripture, who read it with the right reading, those believe in it. And
whoso disbelieveth in it, those are they who are the losers. |
|
122. |
Ey İsrâil oğulları, size verdiğim
ni'meti ve sizi âlemlere üstün kılmış olduğumu hatırlayın. |
O Children of Israel! Remember
My favour wherewith I favoured you and how I preferred you to (all)
creatures. |
|
123. |
Ve şu günden sakının ki, kimse
kimsenin cezâsını çekmez (borcunu ödemez), kimseden fidye kabul edilmez, hiç
kimseye şefâat (aracılık, iltimas) fayda vermez, bir taraftan yardım da
görmezler. |
And guard (yourselves) against
a day when no soul will in aught avail another, nor will compensation be
accepted from it, nor will intercession be of use to it; nor will they be
helped. |
|
124. |
Bir zaman Rabbi İbrâhim'i birtakım
kelimelerle sınamış, o da onları tamamlayınca: "Ben seni insanlara önder
yapacağım" demişti. "Soyumdan da (önderler yap, ya Rabbi!)" dedi. (Rabbi):
"zâlimlere ahdim ermez (onlar için söz vermem!)" buyurdu. |
And (remember) when his Lord
tried Abraham with (His) commands, and he fulfilled them, He said: Lo! I have
appointed thee a leader for mankind. (Abraham) said: And of my offspring (will
there be leaders)? He said: My covenant includeth not
wrong-doers. |
|
125. |
Biz Beyt'i (Ka'be'yi) insanlara
sevâp kazanılacak bir toplantı ve güven yeri yaptık. Siz de İbrâhim'in
makamından bir namaz yeri edinin (orada namaz kılın). İbrâhim ve İsmâ'il'e:
"Tavaf edenler, ibâdete kapananlar, rükû ve secde edenler için Ev'imi
temizleyin!" diye emretmiştik. |
And when We made the House (at
Mecca) a resort for mankind and a sanctuary, (saying): Take as your place of
worship the place where Abraham stood (to pray). And We imposed a duty upon
Abraham and Ishmael, (saying): Purify My house for those who go around and those
who meditate therein and those who bow down and prostrate themselves (in
worship). |
|
126. |
İbrâhim demişti ki: "Rabbim, bu
şehri güvenli bir şehir yap, halkından Allah'a ve âhiret gününe inananları
çeşitli ürünlerle besle!" (Rabbi) buyurdu: "İnkâr edeni dahi az bir süre
geçindirir, sonra onu cehennem azâbına (girmeğe) zorlarım, ne kötü varılacak
yerdir orası!" |
And when Abraham prayed: My
Lord! Make this a region of security and bestow upon its people fruits, such of
them as believe in Allah and the Last Day, He answered: As for him who
disbelieveth, I shall leave him in contentment for a while, then I shall compel
him to the doom of fire - a hapless journey's end! |
|
127. |
İbrâhim, İsmâ'il'le beraber Ev'in
temellerini yükseltiyor: "Rabbi'imiz, bizden kabul buyur, kuşkusuz sen
işitensin, bilensin." |
And when Abraham and Ishmael
were raising the foundations of the House, (Abraham prayed): Our Lord! Accept
from us (this duty). Lo! Thou, only Thou, art the Hearer, the
Knower. |
|
128. |
Rabbimiz, bizi sana teslim olanlar
yap, neslimizden de sana teslim olan bir ümmet çıkar; bize ibâdet yerlerimizi
göster, tevbemizi kabul et; zira, tevbeleri kabul eden, çok merhametli olan
ancak sensin. Sen! |
Our Lord! And make us
submissive unto Thee and of our seed a nation submissive unto Thee, and show us
our ways of worship, and relent toward us. Lo! Thou, only Thou, art the
Relenting, the Merciful. |
|
129. |
Rabbimiz, onlara kendi içlerinden,
senin âyetlerini kendilerine okuyacak, onlara Kitabı ve hikmeti öğretecek,
onları temizleyecek bir elçi gönder. Her zaman üstün gelen, her şeyi yerli
yerince yapan yalnız sensin, sen! |
Our Lord! And raise up in their
midst a messenger from among them who shall recite unto them Thy revelations,
and shall instruct them in the Scripture and in wisdom and shall make them grow.
Lo! Thou, only Thou, art the Mighty, Wise. |
|
130. |
Nefsini aşağılık yapan
(beyinsiz)den başka, kim İbrâhim dininden yüz çevirir? Andolsun ki, biz onu
dünyâda beğenip seçmiştik, âhirette de, o iyilerdendir. |
And who forsaketh the religion
of Abraham save him who befooleth himself? Verily We chose him in the world, and
lo! in the Hereafter he is among the righteous. |
|
131. |
Rabbi ona: "İslâm ol!" demişti,
"Âlemlerin Rabbine teslim oldum." dedi. |
When his Lord said unto him:
Surrender! he said: I have surrendered to the Lord of the
Worlds. |
|
132. |
İbrâhim de bunu kendi oğullarına
vasiyyet etti, Ya'kub da: "Oğullarım, Allâh, sizin için o dini seçti, bundan
dolayı sadece müslümanlar olarak ölünüz." (dedi). |
The same did Abraham enjoin
upon his sons, and also Jacob, (saying): O my sons! Lo! Allah hath chosen for
you the (true) religion; therefore die not save as men who have surrendered
(unto Him). |
|
133. |
Yoksa siz, Ya'kub'a ölüm (hali)
geldiği zaman orada mı idiniz? O zaman (Ya'kub), oğullarına: "Benden sonra neye
kulluk edeceksiniz?" demişti. "Senin tanrın ve ataların İbrâhim, İsmâ'il ve
İshak'ın tanrısı olan tek Tanrı'ya kulluk edeceğiz, biz O'na teslim olanlarız."
dediler. |
Or were ye present when death
came to Jacob, when he said unto his sons: What will ye worship after me? They
said: We shall worship thy God, the God of thy fathers, Abraham and Ishmael and
Isaac, One God, and unto Him we have surrendered. |
|
134. |
Onlar bir ümmetti, gelip geçti.
Onların kazandıkları kendilerine, sizin kazandıklarınız size âittir. Siz onların
yaptıklarından sorulmazsınız. |
Those are a people who have
passed away. Theirs is that which they earned, and yours is that which ye earn.
And ye will not be asked of what they used to do. |
|
135. |
Yahûdi veya hıristiyan olun ki,
doğru yolu bulasınız. dediler. De ki: "Hayır, biz dosdoğru İbrâhim dinine
(uyarız). O, (Allah'a) ortak koşanlardan değildi." |
And they say: Be Jews or
Christians, then ye will be rightly guided. Say (unto them, O Muhammad): Nay,
but (we follow) the religion of Abraham, the upright, and he was not of the
idolaters. |
|
136. |
Allah'a, bize indirilene,
İbrâhim'e, İsmâ'il'e, İshak'a, Ya'kub'a ve sıbt(torun kabile)lere indirilene,
Mûsâ ve Îsâ'ya verilene ve (diğer) peygamberlere Rabbleri tarafından verilene
inandık, onlar arasında bir ayırım yapmayız, biz Allah'a teslim olanlarız.
deyin. |
Say (O Muslims): We believe in
Allah and that which is revealed unto us and that which was revealed unto
Abraham, and Ishmael, and Isaac, and Jacob, and the tribes, and that which Moses
and Jesus received, add that which the Prophets received from their Lord. We
make no distinction between any of them, and unto Him we have
surrendered. |
|
137. |
Eğer onlar da sizin inandığınız
gibi inanırlarsa doğru yolu bulmuş olurlar; ama dönerlerse mutlaka anlaşmazlık
içine düşerler. Onlara karşı Allâh sana yeter. O, işitendir, bilendir. |
And if they believe in the like
of that which ye believe, then are they rightly guided. But if they turn away,
then are they in schism, and Allah will suffice thee (for defence) against them.
He is the Hearer, the Knower. |
|
138. |
Allâh'ın boyası (ile boyan).
Allâh'ın boyasından daha güzel boyası olan kimdir? Biz ancak O'na kulluk
ederiz. |
(We take our) colour from
Allah, and who is better than Allah at colouring. We are His
worshippers. |
|
139. |
Söyle (onlara): "Allâh, bizim de
Rabbimiz, sizin de Rabbiniz iken, O'nun hakkında bizimle tartışıyor musunuz?
Bizim yaptıklarımız bize, sizin yaptıklarınız size âittir. Biz O'na gönülden
bağlananlarız." |
Say (unto the People of the
Scripture): Dispute ye with us concerning Allah when He is our Lord and your
Lord? Ours are our works and yours your works. We look to Him
alone. |
|
140. |
Yoksa siz, İbrâhim, İsmâ'il, İshak,
Ya'kub ve sıbt(torun kabile)lerin, yahûdi, yahut hıristiyan olduklarını mı
söylüyorsunuz? De ki: "Siz mi daha iyi bilirsiniz, yoksa Allâh mı?" Allâh
tarafından bildiği bir (gerçeğin) tanıklığını gizleyenden daha zâlim kim
olabilir? Allâh yaptıklarınızdan gâfil değildir. |
Or say ye that Abraham, and
Ishmael, and Isaac, and Jacob, and the tribes were Jews or Christians? Say: Do
ye know best, or doth Allah? And who is more unjust than he who hideth a
testimony which he hath received from Allah? Allah is not unaware of what ye
do. |
|
141. |
Onlar bir ümmetti, gelip geçti.
Onların kazandıkları kendilerine, sizin kazandıklarınız size aittir. Siz onların
yaptıklarından sorulmazsınız. |
Those are a people who have
passed away; theirs is that which they earned and yours that which ye earn. And
ye will not be asked of what they used to do. |
|
142. |
İnsanlardan bazı beyinsizler:
"Onları, üzerinde bulundukları kıbleden çeviren nedir?" diyecekler. De ki: "Doğu
da batı da Allâh'ındır. O, dilediğini doğru yola iletir." |
The foolish of the people will
say: What hath turned them from the qiblah which they formerly observed? Say:
Unto Allah belong the East and the West. He guideth whom He will unto a straight
path. |
|
143. |
Böylece sizi orta bir ümmet yaptık
ki, insanlara şâhid olasınız. Elçi de size şâhid olsun. Biz, Elçi'ye uyanı,
ökçesi üzerinde geriye dönenden ayıralım diye, eskiden yöneldiğin Ka'be'yi kıble
yaptık. Bu, Allâh'ın yol gösterdiği kimselerden başkasına elbette ağır gelir.
Allâh sizin imanınızı zayi edecek değildir. Şüphesiz Allâh, insanlara şefkatli,
merhametlidir. |
Thus We have appointed you a
middle nation, that ye may be witnesses against mankind. and that the messenger
may be a witness against you. And We appointed the qiblah which ye formerly
observed only that We might know him who followeth the messenger, from him who
turneth on his heels. In truth it was a hard (test) save for those whom Allah
guided. But it was not Allah's purpose that your faith should be in vain, for
Allah is Full of Pity, Merciful toward mankind. |
|
144. |
(Ey Muhammed), biz senin yüzünün
göğe doğru çevrilip durduğunu (gökten haber beklediğini) görüyoruz. (Merak etme)
elbette seni, hoşlanacağın bir kıbleye döndüreceğiz. (Bundan böyle) yüzünü
Mescid-i Harâm tarafına çevir. Nerede olursanız, yüzlerinizi o yöne çevirin.
Kitap verilenler, bunun Rableri tarafından bir gerçek olduğunu bilirler. Allâh
onların yaptıklarından habersiz değildir. |
We have seen the turning of thy
face to heaven (for guidance, O Muhammad). And now verily We shall make thee
turn (in prayer) toward a qiblah which is dear to thee. So turn thy face toward
the Inviolable Place of Worship, and ye (O Muslims), wheresoever ye may be, turn
your faces (when ye pray) toward it. Lo! those who have received the Scripture
know that (this Revelation) is the Truth from their Lord. And Allah is not
unaware of what they do. |
|
145. |
Sen Kitap verilenlere her türlü
âyeti getirsen yine onlar senin kıblene uymazlar; sen de onların kıblesine
uyacak değilsin. Onlar birbirlerinin kıblesine de uymazlar. Sana gelen ilimden
sonra onların keyiflerine uyarsan, o takdirde sen, mutlaka zâlimlerden
olursun. |
And even if thou broughtest
unto those who have received the Scripture all kinds of portents, they would not
follow thy qiblah, nor canst thou be a follower of their qiblah; nor are some of
them followers of the qiblah of others. And if thou shouldst follow their
desires after the knowledge which hath come unto thee, then surely wert thou of
the evil-doers. |
|
146. |
Kendilerine Kitap verdiklerimiz,
onu, oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar, ama yine de onlardan bir grup, bile
bile gerçeği gizlerler. |
Those unto whom We gave the
Scripture recognise (this Revelation) as they recognise their sons. But lo! a
party of them knowingly conceal the truth. |
|
147. |
Gerçek, Rabbinden gelendir, artık
kuşkulananlardan olma. |
It is the Truth from thy Lord
(O Muhammad), so be not thou of those who waver. |
|
148. |
Her ümmetin yöneldiği bir yönü
vardır. O halde hayır işlerine koşun; nerede olsanız, Allâh sizi bir araya
getirir, kuşkusuz Allâh, her şeyi yapabilir. |
And each one hath a goal toward
which he turneth; so vie with one another in good works. Wheresoever ye may be,
Allah will bring you all together. Lo! Allah is Able to do all
things. |
|
149. |
Nereden (yola) çıkarsan, yüzünü
Mescid-i Harâm'a doğru çevir. Bu elbette Rabbinden gelen gerçektir. Allâh,
yaptıklarınızdan habersiz değildir. |
And whencesoever thou comest
forth (for prayer, O Muhammad) turn thy face toward the Inviolable Place of
Worship. Lo! it is the Truth from thy Lord. Allah is not unaware of what ye
do. |
|
150. |
Nereden (yola) çıkarsan yüzünü
Mescid-i Harâm'a doğru çevir, nerede olursanız, yüzünüzü o yana çevirin ki,
haksızlardan başka hiç kimsenin, aleyhinizde bir delili olmasın. Onlardan da
çekinmeyin, benden çekinin ve (o yana dönün ki) size olan ni'metimi
tamamlayayım, böylece yolu bulmuş olasınız. |
Whencesoever thou comest forth
turn thy face toward the Inviolable Place of Worship; and wheresoever ye may be
(O Muslims) turn your faces toward it (when ye pray) so that men may have no
argument against you, save such of them as do injustice - Fear them not, but
fear Me! - and so that I may complete My grace upon you, and that ye may be
guided. |
151. |
Nitekim kendi içinizden, size
âyetlerimizi okuyan, sizi temizleyen, size Kitabı, hikmeti ve bilmediklerinizi
öğreten bir Elçi gönderdik. |
Even as We have sent unto you a
messenger from among you, who reciteth unto you Our revelations and causeth you
to grow, and teacheth you the Scripture and wisdom, and teacheth you that which
ye knew not' |
|
152. |
Öyle ise beni anın ki, ben de sizi
anayım; bana şükredin, nankörlük etmeyin. |
Therefore remember Me, I will
remember you. Give thanks to Me, and reject not Me. |
|
153. |
Ey inananlar, sabır ve namazla
(Allah'tan) yardım isteyin, muhakkak ki Allah, sabredenlerle
beraberdir. |
O ye who believe! Seek help in
steadfastness and prayer. Lo! Allah is with the steadfast. |
|
154. |
Allâh yolunda öldürülenlere,
"ölüler" demeyin; hayır, onlar diridirler, ama siz farkında
olmazsınız. |
And call not those who are
slain in the way of Allah "dead." Nay, they are living, only ye perceive
not. |
|
155. |
Andolsun, sizi korku, açlık,
mallar(ınız)dan canlar(ınız)dan ve ürünler(iniz)den eksiltmek gibi şeylerle
deneriz; sabredenleri müjdele. |
And surely We shall try you
with something of fear and hunger, and loss of wealth and lives and crops; but
give glad tidings to the steadfast, |
|
156. |
Ki onlara bir belâ eriştiği zaman:
"Biz Allâh içiniz ve biz O'na döneceğiz," derler. |
Who say, when a misfortune
striketh them: Lo! we are Allah's and Lo! unto Him we are
returning. |
|
157. |
İşte Rablerinden bağışlamalar ve
rahmet hep onlaradır ve doğru yolu bulanlar da onlardır. |
Such are they on whom are
blessings from their Lord, and mercy. Such are the rightly
guided. |
|
158. |
Safâ ile Merve Allâh'ın
nişanlarındandır. Kim Ev'i hacceder, ya da ömre yaparsa onları tavaf etmesinde
kendisine bir günâh yoktur. Kim kendiliğinden bir iyilik yaparsa bilsin ki,
Allâh karşılığını verir, (yaptığını) bilir. |
Lo! (the mountains) Al-Safa and
Al-Marwah are among the indications of Allah. It is therefore no sin for him who
is on pilgrimage to the House (of God) or visiteth it, to go around them (as the
pagan custom is). And he who doth good of his own accord, (for him) lo! Allah is
Responsive, Aware. |
|
159. |
İndirdiğimiz açık delilleri ve
hidâyeti biz Kitapta insanlara açıkça belirttikten sonra gizleyenler (var ya),
işte onlara hem Allâh la'net eder, hem bütün la'net edebilenler la'net
eder. |
Those who hide the proofs and
the guidance which We revealed, after We had made it clear in the Scripture:
such are accursed of Allah and accursed of those who have the power to
curse. |
|
160. |
Ancak tevbe edip uslananlar ve
(gerçeği) açıklayanlar başka. Onları bağışlarım. Çünkü ben tevbeyi çok kabul
edenim, çok esirgeyenim. |
Except such of them as repent
and amend and make manifest (the truth). These it is toward whom I relent. I am
the Relenting, the Merciful. |
|
161. |
Ama âyetlerimizi inkâr etmiş ve
kâfir olarak ölmüş olanlar, işte Allâh'ın, meleklerin ve tüm insanların la'neti
onların üstünedir. |
Lo! those who disbelieve, and
die while they are disbelievers; on them is the curse of Allah and of angels and
of men combined. |
|
162. |
Ebedi la'net içinde kalırlar. Ne
kendilerinden azâb hafifletilir, ne de onlara fırsat verilir. |
They ever dwell therein. The
doom will not be lightened for them, neither will they be
reprieved. |
|
163. |
Tanrınız bir tek Tanrı'dır, O'ndan
başka tanrı yoktur, O Rahmân'dır, Rahim'dir. |
Your God is One God; there is
no God save Him, the Beneficent, the Merciful. |
|
164. |
Şüphesiz göklerin ve yerin
yaratılışında, gece ve gündüzün değişmesinde, insanların faydasına olan şeyleri
denizde taşıyıp giden gemilerde, Allâh'ın gökten su indirip onunla ölmüş olan
yeri dirilterek üzerine her çeşit canlıyı yaymasında, rüzgârları ve yer ile gök
arasında emre hazır bekleyen bulutları evirip çevirmesinde elbette düşünen bir
topluluk için (Allâh'ın varlığına ve birliğine) deliller vardır. |
Lo! in the creation of the
heavens and the earth, and the difference of night and day, and the ships which
run upon the sea with that which is of use to men, and the water which Allah
sendeth down from the sky, thereby reviving the earth after its death, and
dispersing all kinds of beasts therein, and (in) the ordinance of the winds, and
the clouds obedient between heaven and earth: are signs (of Allah's Sovereignty)
for people who have sense. |
|
165. |
İnsanlardan kimi, Allah'tan başka
eşler tutar, Allâh'ı sever gibi onları severler. İnananlar ise en çok Allâh'ı
severler. Zulmedenler, azâbı gördükleri zaman bütün kuvvetin Allah'a âidolduğunu
ve Allâh'ın azâbının çetin olduğunu anlayacaklarını keşke bilselerdi! |
Yet of mankind are some who
take unto themselves (objects of worship which they set as) rivals to Allah,
loving them with a love like (that which is the due) of Allah (only) - Those who
believe are stauncher in their love for Allah - Oh, that those who do evil had
but known, (on the day) when they behold the doom, that power belongeth wholly
to Allah, and that Allah is severe in punishment! |
|
166. |
İşte uyulanlar, uyanlardan uzak
durdular; azâbı gördüler, aralarındaki bağlar kesildi. |
(On the day) when those who
were followed disown those who followed (them), and they behold the doom, and
all their aims collapse with them. |
|
167. |
Uyanlar, şöyle dediler; "Âh keşke
bir daha dünyâya gitmemiz mümkün olsaydı da şimdi onların bizden uzak durdukları
gibi biz de onlardan uzak dursaydık!" Böylece Allâh, onlara işledikleri bütün
fiilleri hasretler (pişmanlık kaynağı olarak) gösterir. Ve onlar, ateşten
çıkamazlar. |
And those who were but
followers will say: If a return were possible for us, we would disown them even
as they have disowned us. Thus will Allah show them their own deeds as anguish
for them, and they will not emerge from the Fire. |
|
168. |
Ey insanlar, yeryüzünde bulunan
helâl ve temiz şeylerden yeyin, şeytânın adımlarını izlemeyin; çünkü o, sizin
apaçık düşmanınızdır. |
O mankind! Eat of that which is
lawful and wholesome in the earth, and follow not the footsteps of the devil.
Lo! he is an open enemy for you. |
|
169. |
O size dâimâ kötülük ve çirkin iş
(yapmanızı), Allâh hakkında bilmediğiniz şeyler söylemenizi emreder. |
He enjoineth upon you only the
evil and the foul, and that ye should tell concerning Allah that which ye know
not. |
|
170. |
Onlara: "Allâh'ın indirdiğine
uyun!" dense, "Hayır, biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz(yol)a uyarız!" derler.
Peki ama, ataları bir şey düşünmeyen, doğru yolu bulamayan kimseler olsalar da
mı (atalarının yoluna uyacaklar)? |
And when it is said unto them:
Follow that which Allah hath revealed, they say: We follow that wherein we found
our fathers. What! Even though their fathers were wholly unintelligent and had
no guidance? |
|
171. |
O inkâr edenler(i Hakk'a çağıran)ın
durumu, tıpkı bağırıp çağırmadan başka bir şey işitmeyen (işittiği sesin
mânâsını anlamayan hayvanlar)a haykıran kimsenin durumu gibidir. (Onlar), sağır,
dilsiz ve kördürler, onun için düşünmezler. |
The likeness of those who
disbelieve (in relation to the messenger) is as the likeness of one who calleth
unto that which heareth naught except a shout and cry. Deaf, dumb, blind,
therefore they have no sense. |
|
172. |
Ey inananlar, size verdiğimiz
rızıkların iyilerinden yeyin, Allah'a tapıyorsanız, O'na şükredin. |
O ye who believe! Eat of the
good things wherewith We have provided you, and render thanks to Allah if it is
(indeed) He Whom ye worship. |
|
173. |
Allâh size leş, kan, domuz eti ve
Allah'tan başkası adına kesileni harâm kıldı. Ama kim mecbur kalırsa,
(başkasına) saldırmadan ve sınırı aşmadan (bunlardan) yemesinde bir günâh
yoktur. Muhakkak ki Allâh çok bağışlayandır, çok esirgeyendir. |
He hath forbidden you only
carrion, and blood, and swineflesh, and that which hath been immolated to (the
name of) any other than Allah. But he who is driven by necessity, neither
craving nor transgressing, it is no sin for him. Lo! Allah is Forgiving,
Merciful. |
|
174. |
Allâh'ın indirdiği Kitaptan bir şey
gizleyip, onu birkaç paraya satanlar var ya, işte onlar karınlarına ateşten
başka bir şey koymuyorlar. Kıyâmet günü Allâh ne onlara konuşacak ve ne de
onları temizleyecektir. Onlar için acı bir azâb vardır. |
Lo! those who hide aught of the
Scripture which Allah hath revealed, and purchase a small gain therewith, they
eat into their bellies nothing else than fire. Allah will not speak to them on
the Day of Resurrection, nor will He make them grow. Theirs will be a painful
doom. |
|
175. |
Onlar hidâyet karşılığında
sapıklık, mağfiret karşılığında azâb satın almışlardır. Onlar ateşe, karşı ne
kadar da dayanıklıdırlar(!) |
Those are they who purchase
error at the price of guidance, and torment at the price of pardon. How constant
are they in their strife to reach the Fire! |
|
176. |
(Onlara) böyle(azâb edilecek)dir.
Çünkü Allâh, Kitabı gerçekle indirmiştir. Kitapta ayrılığa düşenler, elbette
derin bir anlaşmazlık içindedirler. |
That is because Allah hath
revealed the Scripture with the truth. Lo! those who find (a cause of)
disagreement in the Scripture are in open schism. |
|
177. |
Yüzlerinizi doğu ve batı tarafına
çevirmeniz iyilik değildir. Asıl iyilik, o(kimsenin iyiliği)dir ki, Allah'a,
âhiret gününe, meleklere, Kitaba ve peygamberlere inandı; sevdiği malını
yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, dilencilere ve boyunduruk
altında bulunan(köle ve esir)lere verdi; namazı kıldı, zekâtı verdi. Andlaşma
yaptıkları zaman andlaşmalarını yerine getirenler; sıkıntı, hastalık ve savaş
zamanlarında sabredenler, işte doğru olanlar onlardır, (Allâh'ın azâbından)
korunanlar da onlardır. |
It is not righteousness that ye
turn your faces to the East and the West; but righteous is he who believeth in
Allah and the Last Day and the angels and the Scripture and the Prophets; and
giveth his wealth, for love of Him, to kinsfolk and to orphans and the needy and
the wayfarer and to those who ask, and to set slaves free; and observeth proper
worship and payeth the poor-due. And those who keep their treaty when they make
one, and the patient in tribulation and adversity and time of stress. Such are
they who are sincere. Such are the God-fearing. |
|
178. |
Ey inananlar, öldürmelerde kısâs
size farz kılındı. (Kâtilin de öldürülmesi gerekir). Hüre hür, köleye köle,
kadına kadın. Kardeşi tarafından kısmen affedilen kimse, örfe uyup o(affeden
kardeşi)ne güzelce (diyeti) ödemelidir! Bu, Rabbiniz tarafından bir hafifletme
ve acımadır. Kim bundan sonra da saldırıya kalkarsa artık onun için acı bir azâb
vardır. |
O ye who believe! Retaliation
is prescribed for you in the matter of the murdered; the freeman for the
freeman, and the slave for the slave, and the female for the female. And for him
who is forgiven somewhat by his (injured) brother, prosecution according to
usage and payment unto him in kindness. This is an alleviation and a mercy from
your Lord. He who transgresseth after this will have a painful
doom. |
|
179. |
Ey akıl sâhipleri, kısâsta sizin
için hayât vardır, böylece korunursunuz. |
And there is life for you in
retaliation, O men of understanding, that ye may ward off
(evil). |
|
180. |
Birinize ölüm geldiği zaman, eğer
bir hayır (mal) bırakacaksa, anaya, babaya, yakınlara uygun bir biçimde vasiyyet
etmek, korunanlar üzerine bir borçtur. |
It is prescribed for you, when
death approacheth one of you, if he leave wealth, that he bequeath unto parents
and near relatives in kindness. (This is) a duty for all those who ward off
(evil). |
|
181. |
Kim işittikten sonra vasiyyeti
değiştirirse, günâhı, onu değiştirenlerin boynunadır. Şüphesiz Allâh işitendir,
bilendir. |
And whoso changeth (the will)
after he hath heard it - the sin thereof is only upon those who change it. Lo!
Allah is Hearer, Knower. |
|
182. |
Kim de vasiyyet edenin bir hatâ
veya günâh işlemesinden korkar da (tarafların) aralarını düzeltirse, ona günâh
yoktur, Allâh bağışlayandır, esirgeyendir. |
But he who feareth from a
testator some unjust or sinful clause, and maketh peace between the parties, (it
shall be) no sin for him. Lo! Allah is Forgiving, Merciful. |
|
183. |
Ey inananlar, sizden öncekilere
yazıldığı gibi (günâhlardan) korunmanız için sizin üzerinize de oruç
yazıldı; |
O ye who believe! Fasting is
prescribed for you, even as it was prescribed for those before you, that ye may
ward off (evil); |
|
184. |
Sayılı günler olarak. Sizden kim
hasta veya seferde olursa tutamadığı günler sayısınca başka günlerde (tutar).
Oruca (güç) dayananların fidye vermesi, bir yoksulu doyurması lâzımdır. Bununla
beraber gönül isteğiyle kim bir iyilik yapar(oruç tutar)sa o, kendisi için
iyidir. Bilirseniz oruç tutmanız, sizin için daha hayırlıdır. |
(Fast) a certain number of
days; and (for) him who is sick among you, or on a journey, (the same) number of
other days; and for those who can afford it there is a ransom: the feeding of a
man in need - But whoso doth good of his own accord, it is better for him: and
that ye fast is better for you if ye did but knoww |
|
185. |
Ramazan ayı, insanlara yol
gösteren, hidâyeti, doğruyu ve yanlışı ayırdedip açıklayan Kur'ân'ın indirildiği
aydır. İçinizden kim o aya yetişir(ayı görür)se oruç tutsun. Kim hasta olur,
yahut seferde bulunursa tutamadığı günler sayısınca başka günlerde oruç tutsun.
Allâh sizin için kolaylık ister, güçlük istemez. Sayıyı tamamlamanızı, size
doğru yolu gösterdiğinden dolayı Allâh'ı tekbir etmenizi ister. Şükredesiniz
diye (size bu kolaylığı gösterir). |
The month of Ramadan in which
was revealed the Qur'an, a guidance for mankind, and clear proofs of the
guidance, and the Criterion (of right and wrong). And whosoever of you is
present, let him fast the month, and whosoever of you is sick or on a journey,
(let him fast the same) number of other days. Allah desireth for you ease; He
desireth not hardship for you; and (He desireth) that ye should complete the
period, and that ye should magnify Allah for having guided you, and that
peradventure ye may be thankful. |
|
186. |
Kullarım, sana benden sorar(lar)sa
(söyle): Ben (onlara) yakınım. du'â eden, bana du'â ettiği zaman onun du'âsına
karşılık veririm. O halde onlar da bana karşılık versin(benim çağrıma uysun)lar,
bana inansınlar ki, doğru yolu bulmuş olalar. |
And when My servants question
thee concerning Me, then surely I am nigh. I answer the prayer of the suppliant
when he crieth unto Me. So let them hear My call and let them trust in Me, in
order that they may be led aright. |
|
187. |
Oruç gecesi, kadınlarınıza
yaklaşmak, size helâl kılındı. Onlar sizin elbisenizdir, siz de onların
elbisesisiniz. Allâh, sizin kendinize yazık etmekte olduğunuzu bildi de
tevbenizi kabul edip sizi affetti. Artık şimdi onlara yaklaşın ve Allâh'ın sizin
için yaz(ıp takdir etmiş ol)duğunu arayın; şafağın beyaz ipliği siyah iplikten
ayırdelinceye kadar yeyin, için; sonra tâ gece oluncaya dek orucu tamamlayın;
mescidlerde ibâdete çekilmiş iken kadınlara yaklaşmayın. Bunlar, Allâh'ın
(yasak) sınırlarıdır, bunlara yaklaşmayın. Allâh, insanlara âyetlerini böyle
açıklar ki korunup sakınsınlar. |
It is made lawful for you to go
unto your wives on the night of the fast. They are raiment for you and ye are
raiment for them. Allah is aware that ye were deceiving yourselves in this
respect and He hath turned in mercy toward you and relieved you. So hold
intercourse with them and seek that which Allah hath ordained for you, and eat
and drink until the white thread becometh distinct to you from the black thread
of the dawn. Then strictly observe the fast till nightfall and touch them not,
but be at your devotions in the mosques. These are the limits imposed by Allah,
so approach them not. Thus Allah expoundeth His revelations to mankind that they
may ward off (evil). |
|
188. |
Mallarınızı, aranızda bâtıl
(sebepler) ile yemeyin; bile bile insanların mallarından bir kısmını günâh bir
biçimde yemeniz için onları hakimler(in önün)e atmayın (hakimlere götürmeyin
veya onlara rüşvet vermeyin). |
And eat not up your property
among yourselves in vanity, nor seek by it to gain the hearing of the judges
that ye may knowingly devour a portion of the property of others
wrongfully. |
|
189. |
Sana doğan aylardan soruyorlar. De
ki: "Onlar, insanlar ve hac için vakit ölçüleridir." Evlere arkalarından girmek
iyilik değildir. İyilik, Allah'tan korkanın iyiliğidir. Evlere kapılarından
girin ve Allah'tan korkun ki, başarıya eresiniz, umduğunuzu bulasınız. |
They ask thee, (O Muhammad), of
new moons. Say: They are fixed seasons for mankind and for the pilgrimage. It is
not righteousness that ye go to houses by the backs thereof (as do the idolaters
at certain seasons), but the righteous man is he who wardeth off (evil). So go
to houses by the gates thereof, and observe your duty to Allah, that ye may be
successfull |
|
190. |
Sizinle savaşanlarla Allâh yolunda
savaşın; fakat haksız yere saldırmayın, çünkü Allâh, saldırganları
sevmez. |
Fight in the way of Allah
against those who fight against you, but begin not hostilities. Lo! Allah loveth
not aggressors. |
|
191. |
Onları nerede yakalarsanız öldürün,
onların sizi çıkardıkları yer(Mekke)den size de onları çıkarın! Fitne (baskı
yapmak), adam öldürmekten daha kötüdür. Mescid-i Harâm'da onlarla savaşmayın ki,
onlar da sizinle orada savaşmasınlar. Fakat onlar sizinle savaşırlarsa, hemen
onları öldürün; kâfirlerin cezâsı böyledir. |
And slay them wherever ye find
them, and drive them out of the places whence they drove you out, for
persecution is worse than slaughter. And fight not with them at the Inviolable
Place of Worship until they first attack you there, but if they attack you
(there) then slay them. Such is the reward of disbelievers. |
|
192. |
Eğer onlar (saldırılarına) son
verirlerse, Allâh bağışlayandır, esirgeyendir. |
But if they desist, then lo!
Allah is Forgiving, Merciful. |
|
193. |
Onlarla savaşın ki, fitne (baskı)
ortadan kalksın, din yalnız Allâh'ın dini olsun. (Yalnız O'na tapılsın) Eğer
(saldırılarına) son verirlerse artık zâlimlerden başkasına düşmanlık
olmaz. |
And fight them until
persecution is no more, and religion is for Allah. But if they desist, then let
there be no hostility except against wrong-doers. |
|
194. |
Harâm ayı, harâm aya karşılıktır.
Hürmetler, karşılıklıdır. Kim size saldırırsa, onun size saldırdığı kadar siz de
ona saldırın; Allah'tan korkun, bilin ki Allâh (günâhlardan) korunanlarla
beraberdir. |
The forbidden month for the
forbidden month, and forbidden things in retaliation. And one who attacketh you,
attack him in like manner as he attacked you. Observe your duty to Allah, and
know that Allah is with those who ward off (evil). |
|
195. |
(Mallarınızı) Allâh yolunda
harcayın, kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın, iyilik edin, doğrusu
Allâh iyilik edenleri sever. |
Spend your wealth for the cause
of Allah, and be not cast by your own hands to ruin; and do good. Lo! Allah
loveth the beneficentt |
|
196. |
Allâh için haccı ve ömreyi
tamamlayın. Eğer (engellenmiş olursanız kolayınıza gelen kurbanı (gönderin);
kurban yerine varıncaya kadar başlarınızı tıraş etmeyin. İçinizden hasta olan,
ya da başından bir rahatsızlığı bulunan (bundan ötürü tıraş olmak zorunda kalan)
kimse, oruçtan, sadakadan veya kurbandan (biriyle) fidye (versin). Güvene
kavuştuğunuzda, hac (zamanın)a kadar ömre ile faydalanmak isteyen kimse,
kolayına gelen kurbanı keser. (Kurban) Bulamayan kimse üç gün hacda, yedi gün de
döndüğünüz zaman (olmak üzere) tam on gün oruç tutar. Bu, âilesi Mescid-i Harâm
(civarın)da oturmayanlar içindir. Allah'tan korkun ve Allâh'ın cezâsının çetin
olduğunu bilin. |
Perform the pilgrimage and the
visit (to Mecca) for Allah. And if ye are prevented, then send such gifts as can
be obtained with ease, and shave not your heads until the gifts have reached
their destination. And whoever among you is sick or hath an ailment of the head
must pay a ransom of fasting or almsgiving or offering. And if ye are in safety,
then whosoever contenteth himself with the Visit for the Pilgrimage (shall give)
such gifts as can be had with ease. And whosoever cannot find (such gifts), then
a fast of three days while on the pilgrimage, and of seven when ye have
returned; that is, ten in all. That is for him whose folk are not present at the
Inviolable Place of Worship. Observe your duty to Allah, and know that Allah is
severe in punishment. |
|
197. |
Hac, bilinen aylardadır. Kim o
aylarda (ihrâma girerek) haccı (kendisine) gerekli kılarsa bilsin ki, hacda
kadına yaklaşmak, günâha sapmak, kavga etmek yoktur. Allah, yaptığınız her
iyiliği bilir. Yanınıza azık alın (da açlıktan korunun), azığın en iyisi
korunmadır. Ey akıl sâhipleri benden korunun! |
The pilgrimage is (in) the
well-known months, and whoever is minded to perform the pilgrimage therein (let
him remember that) there is (to be) no lewdness nor abuse nor angry conversation
on the pilgrimage. And whatsoever good ye do Allah knoweth it. So make provision
for yourselves (hereafter); for the best provision is to ward off evil.
Therefore keep your duty unto Me, O men of understanding. |
|
198. |
Rabbinizin lutuf ve keremini
aramanızda sizin için bir günâh yoktur. Arafat(taki duruş)tan ayrılıp
(Müzdelife'ye) akın edince Meş'ar-i harâm'da Allâh'ı anın, O'nun size gösterdiği
biçimde O'nu anın. O'nun yol göstermesinden önce siz, sapıklardan
idiniz. |
It is no sin for you that ye
seek the bounty of your Lord (by trading). But, when ye press on in the
multitude from Arafat, remember Allah by the sacred monument. Remember Him as He
hath guided you, although before ye were of those astray. |
|
199. |
Sonra insanların akın akın döndüğü
yerden siz de akın edin ve Allah'tan mağfiret dileyin, şüphesiz Allâh
bağışlayandır, esirgeyendir. |
Then hasten onward from the
place whence the multitude hasteneth onward, and ask forgiveness of Allah. Lo!
Allah is Forgiving, Merciful. |
|
200. |
Hac ibâdetlerinizi bitirince
atalarınızı andığınız gibi hattâ, daha kuvvetli bir anışla Allâh'ı anın.
İnsanlardan kimi "Rabbimiz bize dünyâda ver!" der; onun âhirette bir payı
yoktur. |
And when ye have completed your
devotions, then remember Allah as ye remember your fathers or with a more lively
remembrance. But of mankind is he who saith: "our Lord! Give unto us in the
world," and he hath no portion in the Hereafter. |
|
201. |
Onlardan kimi de: "Rabbimiz, bize
dünyâda da güzellik ver, âhirette de güzellik ver, bizi ateş azâbından koru!"
der. |
And of them (also) is he who
saith: "Our Lord! Give unto us in the world that which is good and in the
Hereafter that which is good, and guard us from the doom of
Fire" |
|
202. |
İşte onlara, kazandıklarından bir
pay vardır. Allâh, hesabı çabuk görendir. |
For them there is in store a
goodly portion out of that which they have earned. Allah is swift at
reckoning. |
|
203. |
Sayılı günlerde Allâh'ı anın
(tekbir alın). Kim hemen iki gün içinde (Mina'dan Mekke'ye) dönerse ona günâh
yoktur. Kim geri kalırsa korunduğu takdirde ona da günâh yoktur. Allah'tan
korkun ve O'nun huzûruna toplanacağınızı bilin. |
Remember Allah through the
appointed days. Then whoso hasteneth (his departure) by two days, it is no sin
for him, and whoso delayeth, it is no sin for him; that is for him who wardeth
off (evil). Be careful of your duty to Allah, and know that unto Him ye will be
gathered. |
|
204. |
İnsanlardan öylesi var ki, dünyâ
hayâtına dair sözü, senin hoşuna gider. Kalbinde olan (samimi düşüncelerini
söylediğin)e Allâh'ı şâhid tutar. Oysa o, hasımların en yamanıdır. |
And of mankind there is he
whose conversation on the life of this world pleaseth thee (Muhammad), and he
calleth Allah to witness as to that which is in his heart; yet he is the most
rigid of opponents. |
|
205. |
Dönüp gitti mi (veya iş başına
geçti mi) yeryüzünde bozgunculuk yapmağa, ekin ve nesli yok etmeğe çalışır;
Allâh da bozgunculuğu sevmez. |
And when he turneth away (from
thee) his effort in the land is to make mischief therein and to destroy the
crops and the cattle; and Allah loveth not mischief. |
|
206. |
Ona: "Allah'tan kork!" dense
gururu, kendisini günâha sürükler. Artık ona cehennem yetişir; ne kötü bir
yataktır o!.. |
And when it is said unto him:
Be careful of thy duty to Allah, pride taketh him to sin. Hell will settle his
account, an evil resting-place. |
|
207. |
İnsanlardan öylesi var ki,
kendisini Allâh'ın rızâsın(ı kazanmay)a satar. Allâh da kullar(ın)a çok
şefkatlidir. |
And of mankind is he who would
sell himself, seeking the pleasure of Allah; and Allah hath compassion on (His)
bondmen. |
|
208. |
Ey inananlar, hepiniz birlikte
islâma (veya barışa) girin, şeytânın adımlarını izlemeyin, çünkü o size apaçık
düşmandır. |
O ye who believe! Come, all of
you, into submission (unto Him); and follow not the footsteps of the devil. Lo!
he is an open enemy for you. |
|
209. |
Size açık açık deliller geldikten
sonra yine (hak yoldan) kayarsanız, bilin ki Allâh dâimâ üstündür, hüküm ve
hikmet sâhibidir. |
And if ye slide back after the
clear proofs have come unto you, then know that Allah is Mighty,
Wise. |
|
210. |
Onlar, ille buluttan gölgeler
içinde Allâh'ın ve meleklerin gelmesini ve işin bitirilmesini mi bekliyorlar?
Halbuki bütün işler tekrar Allah'a döndürülüp götürülecektir. |
Wait they for naught else than
that Allah should come unto them in the shadows of the clouds with the angels?
Then the case would be already judged. All cases go back to Allah (for
judgement). |
|
211. |
İsrâil oğullarına sor; onlara nice
açık âyetler verdik. Kim, Allâh'ın kendisine gelen ni'metini değiştirirse bilsin
ki, Allâh'ın cezâsı çetindir. |
Ask of the Children of Israel
how many a clear revelation We gave them! He who altereth the grace of Allah
after it hath come unto him, (for him) lo! Allah is severe in
punishment. |
|
212. |
İnkâr edenlere dünyâ hayâtı süslü
gösterildi; (onlar) inananlarla alay ederler. Oysa korunanlar, kıyâmet gününde
onlardan üstündürler. Allâh, dilediğine hesapsız rızık verir. |
Beautified is the life of the
world for those who disbelieve; they make a jest of the believers. But those who
keep their duty to Allah will be above them on the Day of Resurrection. Allah
giveth without stint to whom He will. |
|
213. |
İnsanlar bir tek ümmet idi. Sonra
Allâh, peygamberleri, müjdeciler ve uyarıcılar olarak gönderdi; onlarla beraber,
anlaşmazlığa düştükleri konularda insanlar arasında hükmetmek üzere, içinde
gerçekleri taşıyan Kitabı indirdi. Kendilerine Kitap verilmiş olanlar,
kendilerine açık deliller geldikten sonra, sırf aralarındaki kıskançlıktan ötürü
o(Kitap hakkı)nda anlaşmazlığa düştü(ler). Bunun üzerine Allâh, kendi izniyle
inananları, onların üzerinde ayrılığa düştükleri gerçeğe iletti. Allâh,
dilediğini doğru yola iletir. |
Mankind were one community, and
Allah sent (unto them) Prophets as bearers of good tidings and as warners, and
revealed therewith the Scripture with the truth that it might judge between
mankind concerning that wherein they differed. And only those unto whom (the
Scripture) was given differed concerning it, after clear proofs had come unto
them, through hatred one of another. And Allah by His will guided those who
believe unto the truth of that concerning which they differed. Allah guideth
whom He will unto a straight pathh |
|
214. |
Yoksa siz, sizden önce geçenlerin
durumu başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlara öyle yoksulluk
ve sıkıntı dokunmuştu, öyle sarsılmışlardı ki, nihâyet peygamber ve onunla
birlikte inananlar: "Allâh'ın yardımı ne zaman?" diyecek olmuşlardı. İyi bilin
ki, Allâh'ın yardımı yakındır. |
Or think ye that ye will enter
Paradise while yet there hath not come unto you the like of (that which came to)
those who passed away before you? Affliction and adversity befell them, they
were shaken as with earthquake, till the messenger (of Allah) and those who
believed along with him said: When cometh Allah's help? Now surely Allah's help
is nigh. |
|
215. |
Sana (Allâh yolunda) ne
harcayacaklarını soruyorlar. De ki: "Verdiğiniz hayır (mal), ana-baba, yakınlar,
öksüzler, yoksullar ve yolda kalmış(lar) içindir. Yaptığınız her hayrı muhakkak
Allâh bilir. |
They ask thee (O Muhammad) what
they shall spend. Say: That which ye spend for good (must go) to parents and
near kindred and orphans and the needy and the wayfarer. And whatsoever good ye
do, lo! Allah is Aware of it. |
|
216. |
Hoşunuza gitmese de size savaş
yazıldı (farz kılındı). Bazen hoşlanmadığınız bir şey, hakkınızda iyi olabilir
ve hoşlandığınız bir şey de hakkınızda kötü olabilir. Allâh bilir, siz
bilmezsiniz. |
Warfare is ordained for you,
though it is hateful unto you; but it may happen that ye hate a thing which is
good for you, and it may happen that ye love a thing which is bad for you. Allah
knoweth, ye know not. |
|
217. |
Sana harâm ayında savaşmaktan
soruyorlar. De ki: "Onda savaş, büyük bir günâhtır. Fakat Allâh yoluna engel
olmak, Allah'a ve Mescid-i Harâm'a karşı nankörlük etmek, halkını ondan
(Mekke'den) sürüp çıkarmak, Allâh yanında daha büyük bir günâhtır. Fitne (baskı
yapmak, adam) öldürmekten daha büyük(bir günâh)tır". Onlar yapabilseler sizi
dininizden döndürünceye kadar sizinle savaşmaya devam ederler. Sizden kim
dininden döner ve kâfir olarak ölürse, işte onların bütün yaptıkları dünyâda da,
âhirette de boşa çıkmıştır ve onlar, ateş halkıdır, orada sürekli
kalacaklardır. |
They question thee (O Muhammad)
with regard to warfare in the sacred month. Say: Warfare therein is a great
(transgression), but to turn (men) from the way of Allah, and to disbelieve in
Him and in the Inviolable Place of Worship, and to expel his people thence, is a
greater [transgression] with Allah; for persecution is worse than killing. And
they will not cease from fighting against you till they have made you renegades
from your religion, if they can. And whoso becometh a renegade and dieth in his
disbelief: such are they whose works have fallen both in the world and the
Hereafter. Such are rightful owners of the Fire: they will abide
therein. |
|
218. |
Onlar ki inandılar, göç ettiler,
Allâh yolunda savaştılar; işte onlar, Allâh'ın rahmetini umarlar. Allâh, çok
bağışlayan, çok merhamet edendir. |
Lo! those who believe, and
those who emigrate (to escape the persecution) and strive in the way of Allah,
these have hope of Allah's mercy. Allah is Forgiving, Merciful. |
|
219. |
Sana şaraptan ve kumardan
soruyorlar. De ki; "O ikisinde büyük günâh ve insanlara bazı yararlar vardır.
Fakat onların günâhı yararından büyüktür." Ve sana Allâh yolunda ne
vereceklerini soruyorlar. De ki; "Af (yani ihtiyaçlarınızdan fazlasını veya
helâl ve güzel olan şeyleri verin!)" Allâh size âyetleri böyle açıklıyor ki
düşünesiniz: |
They question thee about strong
drink and games of chance. Say: In both is great sin, and (some) utility for
men; but the sin of them is greater than their usefulness. And they ask thee
what they ought to spend. Say: That which is superfluous. Thus Allah maketh
plain to you (His) revelations, that haply ye may reflectt |
|
220. |
Dünyâ ve âhiret hakkında(ki işleri
düşünesiniz). Ve sana öksüzlerden soruyarlar. De ki: "Onları(n durumlarını)
düzeltmek hayırlıdır. Eğer onlara karışır(onlarla bir arada yaşar)sanız (onlar)
sizin kardeşlerinizdir. Allâh, bozanı düzeltenden ayırır. Allâh dileseydi sizi
zora sokardı. Şüphesiz Allâh dâimâ üstündür, hüküm ve hikmet
sâhibidir. |
Upon the world and the
Hereafter. And they question thee concerning orphans. Say: To improve their lot
is best. And if ye mingle your affairs with theirs, then (they are) your
brothers. Allah knoweth him who spoileth from him who improveth. Had Allah
willed He could have overburdened you. Allah is Mighty, Wise. |
|
221. |
Allah'a ortak koşan kadınlarla,
onlar inanıncaya kadar, evlenmeyin. (Allah'a ortak koşan hür kadın), hoşunuza
gitse dahi, inanan bir cariye, ortak koşan (hür) kadından iyidir. Ortak koşan
erkekler de inanıncaya kadar, onları (kadınlarınızla) evlendirmeyin. (Allah'a
ortak koşan hür erkek) hoşunuza gitse dahi, inanan bir köle, ortak koşan (hür)
adamdan iyidir. (Zira) onlar ateşe çağırıyorlar. Allâh ise izniyle cennete ve
mağfirete çağırıyor. İnsanlara âyetlerini açıklıyor ki öğüt alsınlar. |
Wed not idolatresses till they
believe; for lo! a believing bondwoman is better than an idolatress though she
please you; and give not your daughters in marriage to idolaters till they
believe, for lo! a believing slave is better than an idolater though he please
you. These invite unto the Fire, and Allah inviteth unto the Garden, and unto
forgiveness by His grace, and expoundeth thus His revelations to mankind that
haply they may remember. |
|
222. |
Sana âdet görmeden soruyorlar. De
ki: "O eziyettir." Âdet halinde kadınlardan çekilin, temizleninceye kadar onlara
yaklaşmayın. Temizlendikleri zaman Allâh'ın emrettiği yerden onlara varın. Allâh
tevbe edenleri sever, temizlenenleri sever. |
They question thee (O Muhammad)
concerning menstruation. Say: It is an illness, so let women alone at such times
and go not in unto them till they are cleansed. And when they have purified
themselves, then go in unto them as Allah hath enjoined upon you. Truly Allah
loveth those who turn unto Him, and loveth those who have a care for
cleanness. |
|
223. |
Kadınlarınız sizin tarlanızdır.
Tarlanıza dilediğiniz biçimde varın. Kendiniz için ileriye hazırlık yapın ve
mutlaka Allah'a kavuşacağınızı bilin. İnananları müjdele. |
Your women are a tilth for you
(to cultivate) go to your tilth as ye will, and send (good deeds) before you for
your souls, and fear Allah, and know that ye will (one day) meet Him. Give glad
tidings to believers (O Muhammad). |
|
224. |
Allâh'ı,yemin(ettiğiniz iş)lerinize
(yani) iyilik etmenize, (kötülüklerden) korunmanıza ve insanların arasını
düzeltmenize engel yapmayın. Allâh, işitendir, bilendir. |
And make not Allah, by your
oaths, a hindrance to your being righteous and observing your duty unto Him and
making peace among mankind. Allah is Hearer, Knower. |
|
225. |
Allâh sizi, yaptığınız kasıtsız
yeminlerinizden sorumlu tutmaz; fakat kalblerinizin kazandığı (bile bile
yaptığınız) yeminlerden sorumlu tutar. Allâh bağışlayandır, halimdir. |
Allah will not take you to task
for that which is unintentional in your oaths. But He will take you to task for
that which your hearts have garnered. Allah is Forgiving,
Clement. |
|
226. |
Kadınlarına yaklaşmamağa yemin
edenler için ancak dört ay bekleme (hakkı) vardır. Eğer (o süre) içinde
dönerlerse Allâh bağışlayan, merhamet edendir. |
Those who forswear their wives
must wait four months; then, if they change their mind, lo! Allah is Forgiving,
Merciful. |
|
227. |
Eğer boşamağa kesin karar
verirlerse, şüphesiz Allâh işitendir, bilendir. |
And if they decide upon divorce
(let them remember that) Allah is Hearer, Knower. |
|
228. |
Boşanmış kadınlar, üç kur'(üç âdet
veya üç temizlik süresi bekleyip) kendilerini gözetlerler (hâmile olup
olmadıklarına bakarlar). Eğer Allah'a ve âhiret gününe inanıyorlarsa, Allâh'ın
kendi rahimlerinde yarattığını gizlemeleri (karınlardında çocuk bulunduğunu
saklamaları) kendilerine helâl olmaz. Kocaları da bu arada barışmak isterlerse,
onları geri almağa daha çok hak sahibidirler. Erkeklerin kadınlar üzerinde
bulunan hakları gibi, kadınların da erkekler üzerinde hakları vardır.
Erkeklerin, kadınlar üzerinde(ki hakları), bir derece fazladır. Allâh azizdir,
hakimdir. |
Women who are divorced shall
wait, keeping themselves apart, three (monthly) courses. And it is not lawful
for them that they should conceal that which Allah hath created in their wombs
if they are believers in Allah and the Last Day. And their husbands would do
better to take them back in that case if they desire a reconciliation. And they
(women) have rights similar to those (of men) over them in kindness, and men are
a degree above them. Allah is Mighty, Wise. |
|
229. |
Boşama iki defadır. (Bundan sonra
kadını) ya iyilikle tutmak, ya da güzelce salıvermek (lâzım)dır. Onlara
verdiklerinizden bir şey geri almanız, size helâl değildir. Şâyet erkek ve
kadın, Allâh'ın sınırlarında duramayacaklarından korkarlarsa başka. Eğer erkek
ve kadının, Allâh'ın sınırlarında duramayacaklarından korkarsanız, o zaman
kadının (ayrılmak için) verdiği fidye(hakkından vazgeçmesin)de ikisine de bir
günâh yoktur. İşte bunlar Allâh'ın sınırlarıdır, sakın bunları aşmayın. Kim(ler)
Allâh'ın sınırlarını aşarsa işte onlar zâlimlerdir. |
Divorce must be pronounced
twice and then (a woman) must be retained in honour or released in kindness. And
it is not lawful for you that ye take from women aught of that which ye have
given them; except (in the case) when both fear that they may not be able to
keep within the limits (imposed by) Allah. And if ye fear that they may not be
able to keep the limits of Allah, in that case it is no sin for either of them
if the woman ransom herself. These are the limits (imposed by) Allah. Transgress
them not. For whoso transgresseth Allah's limits: such are
wrong-doers. |
|
230. |
Erkek yine boşarsa, artık bundan
sonra kadın, başka bir kocaya varmadan kendisine helâl olmaz. O (vardığı adam)
da bunu boşarsa, Allâh'ın sınırları içinde duracaklarına inandıkları takdirde
(eski karı kocanın) tekrar birbirlerine dönmelerinde kendilerine bir günâh
yoktur. İşte bunlar Allâh'ın sınırlarıdır. (Allâh) bunları, bilen bir toplum
için açıklamaktadır. |
And if he hath divorced her
(the third time), then she is not lawful unto him thereafter until she hath
wedded another husband. Then if he (the other husband) divorce her it is no sin
for both of them that they come together again if they consider that they are
able to observe the limits of Allah. These are the limits of Allah. He
manifesteth them for people who have knowledge. |
|
231. |
Kadınları boşadığınız zaman,
bekleme sürelerini bitirdiler mi, ya onları iyilikle tutun, ya da iyilikle
bırakın; haklarına tecâvüz edip zarar vermek için onları (yanınızda) tutmayın.
Kim bunu yaparsa kendine yazık etmiş olur. Allâh'ın âyetlerini eğlence yerine
koymayın; Allâh'ın size olan ni'metini ve size öğüt vermek için Kitap ve
Hikmet'ten size indirdiklerini düşünün, Allah'tan korkun ve bilin ki, Allâh her
şeyi bilir. |
When ye have divorced women,
and they have reached their term, then retain them in kindness or release them
in kindness. Retain them not to their hurt so that ye transgress (the limits).
He who doth that hath wronged his soul. Make not the revelations of Allah a
laughing-stock (by your behaviour), but remember Allah's grace upon you and that
which He hath revealed unto you of the Scripture and of wisdom, whereby He doth
exhort you. Observe your duty to Allah and know that Allah is Aware of all
things. |
|
232. |
Kadınları boşadığınız zaman bekleme
sürelerini bitirdiler mi, kendi aralarında güzelce anlaştıkları takdirde, (eski)
kocalarıyle evlenmelerine engel olmayın. Bu, içinizden Allah'a ve âhiret gününe
inanan kimseye verilen öğüttür. Bu, sizin için daha iyi ve daha temizdir. Allâh
bilir, siz bilmezsiniz. |
And when ye have divorced women
and they reach their term, place not difficulties in the way of their marrying
their husbands if it is agreed between them in kindness. This is an admonition
for him among you who believeth in Allah and the Last Day. That is more virtuous
for you, and cleaner. Allah knoweth: ye know not. |
|
233. |
Anneler, çocuklarını -emzirmeyi
tamamlamak isteyen kimse için- tam iki yıl emzirirler. Onların uygun biçimde
yiyeceğini ve giyeceğini sağlamak, çocuğun babasına aittir. Herkes ancak gücü
ölçüsünde bir şeyle yükümlü tutulur. Ne anne çocuğu yüzünden, ne de çocuğun
aidolduğu baba, çocuğu yüzünden zarara sokulmasın. mirâsçının da aynı şeyi
yapması gerekir. Eğer (ana-baba), anlaşıp danışarak (çocuğu) sütten kesmek
isterlerse, kendilerine günâh yoktur. Çocuklarınızı (sütannesi tutup) emzirtmek
isterseniz, verdiğiniz(ücret)i güzelce verdikten sonra yine üzerinize bir günâh
yoktur. Allah'tan korkun ve bilin ki, Allâh, yaptığınız her şeyi
görmektedir. |
Mothers shall suckle their
children for two whole years; (that is) for those who wish to complete the
suckling. The duty of feeding and clothing nursing mothers in a seemly manner is
upon the father of the child. No one should be charged beyond his capacity. A
mother should not be made to suffer because of her child, nor should he to whom
the child is born (be made to suffer) because of his child. And on the
(father's) heir is incumbent the like of that (which was incumbent on the
father). If they desire to wean the child by mutual consent and (after)
consultation, it is no sin for them; and if ye wish to give your children out to
nurse, it is no sin for you, provided that ye pay what is due from you in
kindness. Observe your duty to Allah, and know that Allah is Seer of what ye
do. |
|
234. |
İçinizden ölenlerin, geriye
bıraktıkları eşleri, dört ay on gün (bekleyip) kendilerini gözetlerler.
Sürelerini bitirince artık kendileri için uygun olanı yapmalarında size bir
günâh yoktur. Allâh yaptıklarınızı haber alır. |
Such of you as die and leave
behind them wives, they (the wives) shall wait, keeping themselves apart, four
months and ten days. And when they reach the term (prescribed for them) then
there is no sin for you in aught that they may do with themselves in decency.
Allah is Informed of what ye do. |
|
235. |
Böyle (iddetini bekleyen) kadınlara
evlenme isteğinizi üstü kapalı biçimde bildirmenizden, yahut içinizde
tutmanızdan dolayı size bir günâh yoktur. (Çünkü) Allâh, sizin onları
anacağınızı bilmektedir. Sakın (kapalı evlenme teklifi sırasında), iyi söz
söylemeniz dışında, onlarla bir gizli(buluşma)ya sözleşmeyin ve farz olan
bekleme süresi dolmadan nikâh bağını bağlamağa kalkmayın ve bilin ki, Allâh
içinizden geçeni bilir. O'ndan sakının ve yine bilin ki, Allâh bağışlayandır,
halimdir (cezâ vermekte aceleci değildir). |
There is no sin for you in that
which ye proclaim or hide in your minds concerning your troth with women. Allah
knoweth that ye will remember them. But plight not your troth with women except
by uttering a recognised form of words. And do not consummate the marriage until
(the term) prescribed is run. Know that Allah knoweth what is in your minds, so
beware of Him; and know that Allah is Forgiving, Clement. |
|
236. |
Henüz dokunmadan, ya da mehir
kesmeden kadınları boşarsınız size bir günâh yoktur. Ancak onları faydalandırın
(bir miktar bir şey verin). Eli geniş olan, kendi gücü nisbetinde, eli dar olan
da kendi kaderince güzel bir şekilde faydalandırmalı(herkes gücü ölçüsünde bir
şey vermeli)dir. Bu, iyilik edenlerin üzerine bir borçtur. |
It is no sin for you if ye
divorce women while yet ye have not touched them, nor appointed unto them a
portion. Provide for them, the rich according to his means, and the straitened
according to his means, a fair provision. (This is) a bounden duty for those who
do good. |
|
237. |
Bir mehir kestiğiniz takdirde,
henüz dokunmadan onları boşamışsanız, kestiğinizin yarısını (verin). Ancak
kadınlar vazgeçer, yahut nikâh bağı elinde bulunan (erkek) vazgeçerse başka.
(Erkekler,) Sizin affetmeniz (müsâmaha gösterip mehrin tümünü vermeniz) takvâya
daha yakındır. Aranızda birbirinize iyilik etmeyi unutmayın. Şüphesiz Allâh,
yaptıklarınızı görür. |
If ye divorce them before ye
have touched them and ye have appointed unto them a portion, then (pay the) half
of that which ye appointed, unless they (the women) agree to forgo it, or he
agreeth to forgo it in whose hand is the marriage tie. To forgo is nearer to
piety. And forget not kindness among yourselves. Allah is Seer of what ye
do. |
|
238. |
Namazları ve orta namazı koruyun,
gönülden bağlılık ve saygı ile Allâh'ın huzûruna durun. |
Be guardians of your prayers,
and of the midmost prayer, and stand up with devotion to Allah. |
|
239. |
Eğer (bir tehlikeden) korkarsanız,
yaya, yahut binmiş olarak kılın; güvene kavuştuğunuz zaman, bilmediğiniz şeyleri
size öğrettiği şekilde Allâh'ı anın. |
And if ye go in fear, then
(pray) standing or on horseback. And when ye are again in safety, remember
Allah, as He hath taught you that which (heretofore) ye knew
not. |
|
240. |
İçinizden ölüp geriye eşler
bırakan(erkek)ler eşlerinin, (evlerinden) çıkarılmadan bir yıla kadar
geçimlerinin sağlanmasını vasiyyet etsinler. Şâyet kendileri çıkarlarsa,
onların, kendileri hakkında uygun olanı yapmalarında sizin için bir günâh
yoktur. Allâh dâimâ üstündür, hüküm ve hikmet sâhibidir. |
(In the case of) those of you
who are about to die and leave behind them wives, they should bequeath unto
their wives a provision for the year without turning them out, but if they go
out (of their own accord) there is no sin for you in that which they do of
themselves within their rights. Allah is Mighty, Wise. |
|
241. |
Boşanmış kadınların uygun olan
geçimlerini sağlamak, (Allâh'ın azâbından) korunanlar üzerine bir
borçtur. |
For divorced women a provision
in kindness: a duty for those who ward off (evil). |
|
242. |
Düşünesiniz diye Allâh size
âyetlerini böyle açıklamaktadır. |
Thus Allah expoundeth unto you
His revelations so that ye may understand. |
|
243. |
Şu, binlerce kişi iken ölüm
korkusuyla yurtlarından çıkanları görmedin mi? Allâh onlara, "Ölün!" demişti de
sonra kendilerini diriltmişti. Şüphesiz Allâh, insanlara karşı ikram sâhibidir.
Ama insanların çoğu şükretmezler. |
Bethink thee (O Muhammad) of
those of old, who went forth from their habitations in their thousands, fearing
death, and Allah said unto them: Die, and then He brought them back to life. Lo!
Allah is the Lord of Kindness to mankind, but most of mankind give not
thanks. |
|
244. |
Allâh yolunda savaşın ve bilin ki
Allâh, işitendir, bilendir. |
Fight in the way of Allah, and
know that Allah is Hearer, Knower. |
|
245. |
Kimdir o adam ki, Allah'a güzel bir
borç versin de, Allâh da ona kat kat fazlasıyla (verdiğini) ödesin! Allâh
(rızkı) kısar da, açar da. Hep O'na döndürüleceksiniz. |
Who is it that will lend unto
Allah a goodly loan, so that He may give it increase manifold? Allah straiteneth
and enlargeth. Unto Him ye will return. |
|
246. |
Mûsâ'dan sonra İsrâil oğullarının
ileri gelenlerini görmedin mi? Peygamberlerine: "Bize bir hükümdar gönder, (onun
önderliğinde) Allâh yolunda savaşalım." demişlerdi. "Ya size savaş yazılınca
savaşmazsanız?" dedi. Dediler: "Bizler neden Allâh yolunda savaşmayalım ki; oysa
biz yurtlarımızdan ve oğullarımızın arasından çıkarılıp sürüldük?" Fakat
kendilerine savaş yazılınca, içlerinden pek azı hariç, yüz çevirdiler. Allâh
zâlimleri bilir. |
Bethink thee of the leaders of
the Children of Israel after Moses, how they said unto a Prophet whom they had:
Set up for us a king and we will fight in Allah's way. He said: Would ye then
refrain from fighting if fighting were prescribed for you? They said: Why should
we not fight in Allah's way when we have been driven from our dwellings with our
children? Yet, when fighting was prescribed for them, they turned away, all save
a few of them. Allah is Aware of evil-doers. |
|
247. |
Peygamberleri onlara dedi ki:
"Allâh Talût'u size hükümdar gönderdi." Dediler ki: "O bizim üzerimize nasıl
hükümdar olabilir? Biz hükümdarlığa ondan daha lâyıkız, ona bol mal da
verilmemiştir." Dedi: "Allâh onu sizin üzerinize (hükümdar) seçti, onun
bilgisini ve gücünü artırdı." Allâh mülkünü dilediğine verir. Allâh(ın lutfu)
geniştir, (O, herşeyi) bilendir. |
Their Prophet said unto them:
Lo! Allah hath raised up Saul to be a king for you. They said: How can he have
kingdom over us when we are more deserving of the kingdom than he is, since he
hath not been given wealth enough? He said: Lo! Allah hath chosen him above you,
and hath increased him abundantly in wisdom and stature. Allah bestoweth His
sovereignty on whom He will. Allah is All-Embracing,
All-Knowing. |
|
248. |
Ve peygamberleri onlara dedi ki;
"Onun hükümdarlığının alâmeti, içinde Rabbinizden bir huzûr ve Mûsâ âilesinin,
Hârûn âilesinin geriye bıraktığından bir kalıntı bulunan, meleklerin taşıdığı
(Allâh'ın Ahid sandığı) Tâbut'un size gelmesidir. Eğer inanıyorsanız bunda sizin
için (Tâlût'un hükümdarlığına) kesin bir alâmet vardır." |
And their Prophet said unto
them: Lo! the token of his kingdom is that there shall come unto you the ark
wherein is peace of reassurance from your Lord, and a remnant of that which the
house of Moses and the house of Aaron left behind, the angels bearing it. Lo!
herein shall be a token for you if (in truth) ye are believers. |
|
249. |
Tâlût, askerleri(ni) yürütüp
(ordugâhtan) çıkarınca dedi ki: "Allâh sizi bir ırmakla deneyecektir. Kim ondan
içerse benden değildir. Ondan (kana kana) tadmayıp sadece eliyle bir avuç alan
bendendir." İçlerinden pek azı hariç, hepsi ondan içtiler. Nihâyet Tâlût ve
kendisiyle beraber inananlar, ırmağı geçince: "Bugün Câlût'a ve askerlerine
karşı bizim gücümüz yok." dediler. Allah'a kavuşacaklarına kanâat getirenler
ise: "Nice az bir topluluk var ki, Allâh'ın izniyle çok topluluğa gâlib
gelmiştir. Allâh, sabredenlerle beraberdir." dediler. |
And when Saul set out with the
army, he said: Lo! Allah will try you by (the ordeal of) a river. Whosoever
therefore drinketh thereof he is not of me, and whosoever tasteth it not he is
of me, save him who taketh (thereof) in the hollow of his hand. But they drank
thereof, all save a few of them. And after he had crossed (the river), he and
those who believed with him, they said: We have no power this day against
Goliath and his hosts. But those who knew that they would meet their Lord
exclaimed: How many a little company hath overcome a mighty host by Allah's
leave! Allah is with the steadfast. |
|
250. |
(Tâlût'un askerleri) Câlût ve
askerlerinin karşısına çıktıklarında şöyle dediler: "Rabbimiz, üzerimize sabır
dök! ayaklarımızı sağlam tut ve o kâfir millete karşı bize yardım et!" |
And when they went into the
field against Goliath and his hosts they said: Our Lord! Bestow on us endurance,
make our foothold sure, and give us help against the disbelieving
folk. |
251. |
Derken, Allâh'ın izniyle onları
bozdular, Dâvûd Câlût'u öldürdü; Allâh ona (Dâvûd'a) hükümdarlık ve hikmet verdi
ve ona dilediğini öğretti. Eğer Allâh, insanların bir kısmıyle diğerlerini
savmasaydı, dünyâ bozulurdu. Fakat Allâh, bütün âlemlere karşı lutuf
sâhibidir. |
So they routed them by Allah's
leave and David slew Goliath; and Allah gave him the kingdom and wisdom, and
taught him of that which He willeth. And if Allah had not repelled some men by
others the earth would have been corrupted. But Allah is the Lord of Kindness to
(His) creatures. |
|
252. |
Bunlar, Allâh'ın âyetleridir;
bunları sana gerçek ile okuyoruz (bunlarla sana gerçekleri açıklıyoruz). Elbette
sen gönderilen elçilerdensin. |
These are the portents of Allah
which We recite unto thee (Muhammad) with truth, and lo! thou art of the number
of (Our) messengers; |
|
253. |
İşte o elçilerden kimini kiminden
üstün kıldık. Allâh onlardan kimine konuştu, kimini de derecelerle yükseltti.
Meryem oğlu Îsâ'ya da açık deliller verdik ve onu Ruh'ül-Kudüs ile destekledik.
Allâh dileseydi onların arkasından gelen milletler, kendilerine açık deliller
gelmiş olduktan sonra birbirlerini öldürmezlerdi. Fakat anlaşmazlığa düştüler,
onlardan kimi inandı, kimi de inkâr etti. Allâh dileseydi, birbirlerini
öldürmezlerdi. Ama Allâh dilediğini yapar. |
Of those messengers, some of
whom We have caused to excel others, and of whom there are some unto whom Allah
spake, while some of them He exalted (above others) in degree; and We gave
Jesus, son of Mary, clear proofs (of Allah's Sovereignty) and We supported him
with the holy Spirit. And if Allah had so willed it, those who followed after
them would not have fought one with another after the clear proofs had come unto
them. But they differed, some of them believing and some disbelieving. And if
Allah had so willed it, they would not have fought one with another; but Allah
doth what He will. |
|
254. |
Ey inananlar, ne alışverişin, ne
dostluğun ve ne de şefâatin olmadığı gün gelmezden önce, size verdiğimiz
rızıktan (Allâh için) harcayın. Kâfirler, zâlimlerin tâ kendileridir. |
O ye who believe! Spend of that
wherewith We have provided you ere a day come when there will be no trafficking,
nor friendship, nor intercession. The disbelievers, they are the
wrong-doers. |
|
255. |
Allâh, ki O'ndan başka tanrı
yoktur, dâimâ diri ve yaratıklarını koruyup yöneticidir. Kendisini ne bir
uyuklama, ne de uyku tutmaz. Göklerde ve yerde olanların hepsi O'nundur. O'nun
izni olmadan kendisinin katında kim şefâat edebilir? Onların önlerinde ve
arkalarında olanı bilir. O'nun ilminden, ancak kendisinin dilediği kadarından
başka bir şey kavrayamazlar. O'nun Kürsüsü, gökleri ve yeri kaplamıştır (O yüce
padişah, göklere, yere, bütün kâinâta hükmetmektedir). Onları koru(yup
gözet)mek, kendisine ağır gelmez. O yücedir, büyüktür. |
Allah! There is no God save
Him, the Alive, the Eternal. Neither slumber nor sleep overtaketh Him. Unto Him
belongeth whatsoever is in the heavens and whatsoever is in the earth. Who is he
that intercedeth with Him save by His leave? He knoweth that which is in front
of them and that which is behind them, while they encompass nothing of His
knowledge save what He will. His throne includeth the heavens and the earth, and
He is never weary of preserving them. He is the Sublime, the
Tremendous. |
|
256. |
Dinde zorlama yoktur. Doğruluk,
sapıklıktan seçilip belli olmuştur. Kim tâğût (şeytân)ı inkâr edip Allah'a
inanırsa, muhakkak ki o, kopmayan, sağlam bir kulpa yapışmıştır. Allâh
işitendir, bilendir. |
There is no compulsion in
religion. The right direction is henceforth distinct from error. And he who
rejecteth false deities and believeth in Allah hath grasped a firm hand-hold
which will never break. Allah is Hearer, Knower. |
|
257. |
Allâh, inananların dostudur. Onları
karanlıklardan aydınlığa çıkarır. kâfirlerin dostları da tâğûttur. (O da) onları
aydınlıktan karanlıklara çıkarır. Onlar ateş halkıdır, orada ebedi
kalacaklardır. |
Allah is the Protecting Friend
of those who believe. He bringeth them out of darkness into light. As for those
who disbelieve, their patrons are false deities. They bring them out of light
into darkness. Such are rightful owners of the Fire. They will abide
therein. |
|
258. |
Allâh, kendisine hükümdarlık verdi
diye (şımararak) Rabbi hakkında İbrâhim'le tartışanı görmedin mi? İbrâhim:
"Benim Rabbim O'dur ki yaşatır, öldürür" demişti. "Ben de yaşatır, öldürürüm"
dedi. İbrâhim: "Allâh, güneşi doğudan getirir, sen de onu batıdan getir!"
deyince inkâr eden o adam şaşırıp kaldı. Allâh, zâlim toplumu doğru yola
iletmez. |
Bethink thee of him who had an
argument with Abraham about his Lord, because Allah had given him the kingdom;
how, when Abraham said: My Lord is He Who giveth life and causeth death, he
answered: I give life and cause death. Abraham said: Lo! Allah causeth the sun
to rise in the East, so do thou cause it to come up from the West. Thus was the
disbeliever abashed. And Allah guideth not wrong-doing folk. |
|
259. |
Yahut şu kimse gibisini (görmedin
mi) ki, duvarları, çatıları üstüne yığılmış (alt üst olmuş) ıssız bir kasabaya
uğramıştı; "Allâh, bunu böyle öldükten sonra nasıl diriltecek?" demişti. Allâh
da kendisini yüz sene öldürüp sonra diriltti. "Ne kadar kaldın?" dedi. "Bir gün,
ya da bir günün birâzı kadar kaldım" dedi. (Allâh) "Hayır, dedi, yüz yıl kaldın.
Yiyecek ve içeceğine bak, bozulmamış. Eşeğine bak, seni insanlar için bir ibret
kılalım diye (böyle yaptık). Kemiklere bak, nasıl onları birbiri üstüne koyuyor,
sonra onlara et giydiriyoruz!" Bu işler ona açıkça belli olunca: "Allâh'ın
herşeye kâdir olduğunu biliyorum." dedi. |
Or (bethink thee of) the like
of him who, passing by a township which had fallen into utter ruin, exclaimed:
How shall Allah give this township life after its death? And Allah made him die
a hundred years, then brought him back to life. He said: How long hast thou
tarried? (The man) said: I have tarried a day or part of a day. (He) said: Nay,
but thou hast tarried for a hundred years. Just look at thy food and drink which
have not rotted! Look at thine ass! And, that We may make thee a token unto
mankind, look at the bones, how We adjust them and then cover them with flesh!
And when (the matter) became clear unto him, he said: I know now that Allah is
Able to do all things. |
|
260. |
İbrâhim de bir zaman: "Rabbim,
ölüleri nasıl dirilttiğini bana göster!" demişti. (Allâh); "İnanmadın mı?" dedi,
(İbrâhim): "Hayır (inandım), fakat kalbim kuvvet bulsun diye (görmek istiyorum)
dedi. "O halde kuşlardan dördünü tut, onları kendine çek (kendine alıştır),
sonra her dağın başına onlardan bir parça koy. Sonra onları kendine çağır;
koşarak sana gelecekler. Bil ki, Allâh dâimâ üstün, hüküm ve hikmet sâhibidir"
dedi. |
And when Abraham said (unto his
Lord): My lord! Show me how Thou givest life to the dead, He said: Dost thou not
believe? Abraham said: Yea, but (I ask) in order that my heart may be at ease.
(His Lord) said: Take four of the birds and cause them to incline unto thee,
then place a part of them on each hill, then call them, they will come to thee
in haste. And know that Allah is Mighty, Wise. |
|
261. |
Mallarını Allâh yolunda
harcayanların durumu, her başağında yüz dâne olmak üzere yedi başak veren bir
dânenin durumu gibidir. Allâh dilediğine kat kat verir. Allâh(ın lutfu)
geniştir, (O) bilendir. |
The likeness of those who spend
their wealth in Allah's way is as the likeness of a grain which groweth seven
ears, in every ear a hundred grains. Allah giveth increase manifold to whom He
will. Allah is All-Embracing, All-Knowing. |
|
262. |
Mallarını Allâh yolunda verip de
sonra verdiklerinin ardından başa kakmayan ve eziyet etmeyenlerin, Rableri
katında ödülleri vardır. Onlara korku yoktur ve onlar
üzülmeyeceklerdir. |
Those who spend their wealth
for the cause of Allah and afterward make not reproach and injury to follow that
which they have spent; their reward is with their Lord, and there shall no fear
come upon them, neither shall they grieve. |
|
263. |
Güzel bir söz (söylemek) ve
affetmek, peşinden eziyet gelen sadakadan iyidir. Allâh, zengindir,
halimdir. |
A kind word with forgiveness is
better than almsgiving followed by injury. Allah is Absolute,
Clement. |
|
264. |
Ey inananlar, insanlara gösteriş
için malını verip Allah'a ve âhiret gününe inanmayan adam gibi, başa kakmak ve
eziyet etmekle sadakalarınızı boşa çıkarmayın. Öylesinin durumu, üzerinde biraz
toprak bulunan şu kayaya benzer ki, bir sağnak indi de (üstündeki toprağı silip
süpürerek) onu sert bir taş halinde bıraktı. (Böyleleri), kazandıklarından bir
şey elde edemezler. Allâh, kâfir toplumu doğru yola iletmez. |
O ye who believe! Render not
vain your almsgiving by reproach and injury, like him who spendeth his wealth
only to be seen of men and believeth not in Allah and the Last Day. His likeness
is as the likeness of a rock whereon is dust of earth; a rainstorm smiteth it,
leaving it smooth and bare. They have no control of aught of that which they
have gained. Allah guideth not the disbelieving folk. |
|
265. |
Allâh'ın rızâsını kazanmak ve
ruhlarındaki(imâ)nı kökleştirmek için mallarını harcayanların durumu da tepe
üzerinde bulunan bir bahçeye benzer ki, bol yağmur değince ürününü iki kat
verdi. Yağmur değmeseydi bile çisinti olurdu. Allâh yaptıklarınızı
görmektedir. |
And the likeness of those who
spend their wealth in search of Allah's pleasure, and for the strengthening of
their souls, is as the likeness of a garden on a height. The rainstorm smiteth
it and it bringeth forth its fruit twofold. And if the rainstorm smite it not,
then the shower. Allah is Seer of what ye do. |
|
266. |
Biriniz ister mi ki, kendisinin
altından ırmaklar akan, içinde her çeşit meyvası bulunan, hurmalardan ve
üzümlerden oluşmuş bir bahçesi olsun; kendisinin üstüne tam ihtiyarlığın
çöktüğü, âciz çocuklarının da bulunduğu bir sırada birden ateşli bir kasırga
gelsin de bahçeyi yakıp kül etsin? Allâh, düşünesiniz diye size âyetleri böyle
açıklıyor. |
Would any of you like to have a
garden of palm-trees and vines, with rivers flowing underneath it, with all
kinds of fruit for him therein; and old age hath stricken him and be hath feeble
offspring; and a fiery whirlwind striketh it and it is (all) consumed by fire.
Thus Allah maketh plain His revelations unto you, in order that ye may give
thought. |
|
267. |
Ey inananlar, kazandıklarınızın ve
yerden sizin için çıkardığımız ni'metlerin iyilerinden (Allâh için) verin,
kendiniz (utandığınızdan ve iğrendiğinizden dolayı) göz yummadan alamayacağınız
kötü şeyleri sadaka vermeye kalkmayın. Bilin ki Allâh zengindir,
övülmüştür. |
O ye who believe! Spend of the
good things which ye have earned, and of that which We bring forth from the
earth for you, and seek not the bad (with intent) to spend thereof (in charity)
when ye would not take it for yourselves save with disdain; and know that Allah
is Absolute, Owner of Praise. |
|
268. |
Şeytân sizi fakirlikle korkutur,
(fakir düşeceğinizi söyleyerek sadaka vermekten geri kalmanızı ister) ve size
çirkin şeyleri yapmayı emreder. Allâh ise size kendi tarafından bağışlama ve
lutuf va'adediyor. Şüphesiz Allâh(ın lutfu) geniştir, (O) bilendir. |
The devil promiseth you
destitution and enjoineth on you lewdness. But Allah promiseth you forgiveness
from Himself with bounty. Allah is All-Embracing, All-Knowing. |
|
269. |
Hikmeti dilediğine verir. Hikmet
verilen kimseye çok hayır verilmiştir. Bunu ancak sağduyu sâhipleri düşünüp
anlar(lar). |
He giveth wisdom unto whom He
will, and he unto whom wisdom is given, he truly hath received abundant good.
But none remember except men of understanding. |
|
270. |
(Allâh için) yaptığınız her
harcamayı yahut adadığınız her adağı Allâh bilir. Zâlimlerin yardımcısı
yoktur. |
Whatever alms ye spend or vow
ye vow, lo! Allah knoweth it. Wrong-doers have no helpers. |
|
271. |
Sadakaları açıktan verirseniz ne
güzel! Eğer onları gizleyerek fakirlere verirseniz bu, sizin için daha iyidir ve
sizin günâhlarınızdan bir kısmını kapatır. Allâh yaptıklarınızı duyar. |
If ye publish your almsgiving,
it is well, but if ye hide it and give it to the poor, it will be better for
you, and will atone for some of your ill deeds. Allah is Informed of what ye
do. |
|
272. |
(Ey Muhammed) Onları yola iletmek
sana düşmez, dilediğini doğru yola ileten Allah'tır. Verdiğiniz her hayır,
kendiniz içindir. Çünkü yalnız Allâh'ın rızâsını kazanmak için veriyorsunuz.
Verdiğiniz her hayır, size tastamam verilir ve hiç hakkınız yenmez. |
The guiding of them is not thy
duty (O Muhammad), but Allah guideth whom He will. And whatsoever good thing ye
spend, it is for yourselves, when ye spend not save in search of Allah's
countenance; and whatsoever good thing ye spend, it will be repaid to you in
full, and ye will not be wronged. |
|
273. |
(Sadakalar) şu fakirlere mahsustur
ki, Allâh yolunda kapanıp kalmışlardır. Yeryüzünde gezip dolaşamazlar. Bilmeyen,
utangaçlıklarından dolayı onları zengin sanır. Onları simâlarından (yüzlerinden)
tanırsın. Yüzsüzlük edip insanlardan istemezler. Yaptığınız her hayrı Allâh
bilir. |
(Alms are) for the poor who are
straitened for the cause of Allah, who cannot travel in the land (for trade).
The unthinking man accounteth them wealthy because of their restraint. Thou
shalt know them by their mark: They do not beg of men with importunity. And
whatsoever good thing ye spend, lo! Allah knoweth it. |
|
274. |
Mallarını gece gündüz, gizli ve
açık Allâh yolunda verenlerin ödülü Rableri yanındadır. Onlara korku yoktur ve
onlar üzülmeyeceklerdir. |
Those who spend their wealth by
night and day, by stealth and openly, verily their reward is with their Lord,
and there shall no fear come upon them neither shall they
grieve. |
|
275. |
Ribâ yiyenler, ancak şeytânın
dokunup çarptığı kimsenin kalktığı gibi kalkarlar. Bu, onların: "Alışveriş de
ribâ gibidir." demelerinden ötürüdür. Oysa Allâh, alış-verişi helâl, ribâyı
harâm kılmıştır. Kime Rabbi'nden bir öğüt gelir de (o öğüte uyarak ribâdan)
vazgeçerse, geçmişte olan kendisinindir ve işi de Allah'a kalmıştır. (Allâh onu
affeder). Kim tekrar (ribâya) dönerse onlar ateş halkıdır, orada ebedi
kalacaklardır. |
Those who swallow usury cannot
rise up save as he ariseth whom the devil hath prostrated by (his) touch. That
is because they say: Trade is just like usury; whereas Allah permitteth trading
and forbiddeth usury. He unto whom an admonition from his Lord cometh, and (he)
refraineth (in obedience thereto), he shall keep (the profits of) that which is
past, and his affair (henceforth) is with Allah. As for him who returneth (to
usury) - Such are rightful owners of the Fire. They will abide
therein. |
|
276. |
Allâh, ribâyı mahveder, sadakaları
artırır. Allâh, hiçbir günâhkâr nankörü sevmez. |
Allah hath blighted usury and
made almsgiving fruitful. Allah loveth not the impious and
guilty. |
|
277. |
Onlar ki, inandılar, güzel işler
yaptılar, namazı kıldılar, zekâtı verdiler; işte onların ödüller, Rableri
yanındadır. Onlara korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir. |
Lo! those who believe and do
good works and establish worship and pay the poor-due, their reward is with
their Lord and there shall no fear come upon them neither shall they
grieve. |
|
278. |
Ey inananlar, Allah'tan korkun,
eğer inanıyorsanız ribâdan (henüz alınmayıp) geri kalan kısmı bırakın
(almayın). |
O ye who believe! Observe your
duty to Allah, and give up what remaineth (due to you) from usury, if ye are (in
truth) believers. |
|
279. |
Eğer böyle yapmazsanız, Allâh ve
Elçisiyle savaşa girdiğinizi bilin. Tevbe ederseniz, ana malınız sizindir. Ne
haksızlık edersiniz, ne de haksızlığa uğratılırsınız. |
And if ye do not, then be
warned of war (against you) from Allah and His messenger. And if ye repent, then
ye have your principal (without interest). Wrong not, and ye shall not be
wronged, |
|
280. |
Eğer (borçlu) darlık içinde ise,
bir kolaylığa çıkıncaya kadar beklemek (lâzımdır). Eğer bilirseniz (verdiğiniz
borcu, eli darda olan borçluya) sadaka olarak bağışlamanız sizin için daha
hayırlıdır. |
And if the debtor is in
straitened circumstances, then (let there be) postponement to (the time of)
ease; and that ye remit the debt as almsgiving would be better for you if ye did
but know. |
|
281. |
Şu günden sakının ki, o gün Allah'a
döndürüleceksiniz, sonra herkese kazandığı tastamam verilecek ve onlara
haksızlık edilmeyecektir. |
And guard yourselves against a
day in which ye will be brought back to Allah. Then every soul will be paid in
full that which it hath earned, and they will not be wronged. |
|
282. |
Ey inananlar, belirli bir süreye
kadar birbirinize borç verdiğiniz zaman onu yazın. Aranızda bir yazıcı, adâletle
yazsın. Yazıcı, Allâh'ın kendisine öğrettiği şekilde yazmaktan kaçınmasın,
yazsın; borçlu olan da yazdırsın, Rabbi olan Allah'tan korksun, borcundan hiçbir
şeyi eksik etmesin. Eğer borçlu olan kimse aklı ermez, yahut zayıf, ya da
kendisi yazdıramayacak durumda ise velisi onu adâletle yazdırsın.
Erkeklerinizden iki kişiyi de şâhid tutun. Eğer iki erkek yoksa râzı olduğunuz
şâhidlerden bir erkek, iki kadın (şâhidlik etsin). Tâ ki kadınlardan biri
şaşırırsa diğeri ona hatırlatsın. Şâhidler çağrıldıkları zaman (gelmekten)
kaçınmasınlar. Az olsun, çok olsun, onu süresine kadar yazmaktan üşenmeyin. Bu,
Allâh katında daha adâletli, şâhidlik için daha sağlam, kuşkulanmamanız için
daha elverişlidir. Yalnız aranızda hemen alıp vereceğiniz peşin ticaret olursa
onu yazmamanızdan ötürü üzerinize bir günâh yoktur. Alışveriş yaptığınız zaman
da şâhid tutun. Yazana da, şâhide de asla zarar verilmesin. Eğer (bir zarar)
yaparsanız, bu kendinize kötülük olur. Allah'tan korkun, Allâh size öğretiyor.
Allâh herşeyi bilir. |
O ye who believe! When ye
contract a debt for a fixed term, record it in writing. Let a scribe record it
in writing between you in (terms of) equity. No scribe should refuse to write as
Allah hath taught him, so let him write, and let him who incurreth the debt
dictate, and let him observe his duty to Allah his Lord, and diminish naught
thereof. But if he who oweth the debt is of low understanding, or weak, or
unable himself to dictate, then let the guardian of his interests dictate in
(terms of) equity. And call to witness, from among your men, two witnesses. And
if two men be not (at hand) then a man and two women, of such as ye approve as
witnesses, so that if the one erreth (through forgetfulness) the other will
remember. And the witnesses must not refuse when they are summoned. Be not
averse to writing down (the contract) whether it be small or great, with (record
of) the term thereof. That is more equitable in the sight of Allah and more sure
for testimony, and the best way of avoiding doubt between you; save only in the
case when it is actual merchandise which ye transfer among yourselves from hand
to hand. In that case it is no sin for you if ye write it not. And have
witnesses when ye sell one to another, and let no harm be done to scribe or
witness. If ye do (harm to them) lo! it is a sin in you. Observe your duty to
Allah. Allah is teaching you. And Allah is Knower of all
things. |
|
283. |
Ve eğer seferde olur da yazacak
birini bulamazsanız, alınan rehinler (yeter). Birbirinize güvenirseniz,
kendisine güvenilen kimse emânetini ödesin, Rabbi olan Allah'tan korksun.
Şâhidilği gizlemeyin, onu gizleyenin kalbi günâhkârdır. Allâh, yaptıklarınızı
bilir. |
If ye be on a journey and
cannot find a scribe, then a pledge in hand (shall suffice). And if one of you
entrusteth to another let him who is trusted deliver up that which is entrusted
to him (according to the pact between them) and let him observe his duty to
Allah. Hide not testimony. He who hideth it, verily his heart is sinful. Allah
is Aware of what ye do. |
|
284. |
Göklerdekilerin ve yerdekilerin
hepsi Allâh'ındır. İçlerinizdekini açıklasanız da gizleseniz de Allâh sizi
onunla hesaba çeker; dilediğini bağışlar, dilediğine azâbeder. Allâh, herşeye
kâdirdir. |
Unto Allah (belongeth)
whatsoever is in the heavens and whatsoever is in the earth; and whether ye make
known what is in your minds or hide it, Allah will bring you to account for it.
He will forgive whom He will and He will punish whom He will. Allah is Able to
do all things. |
|
285. |
Elçi, Rabbinden, kendisine
indirilene inandı, mü'minler de. Hepsi Allah'a, meleklerine, Kitaplarına ve
peygamberlerine inandı. "O'nun elçilerinden hiçbirini diğerinden ayırdetmeyiz"
(dediler). Ve dediler ki: "İşittik, itâ'at ettik! Rabbimiz, (bizi) bağışlamanı
dileriz. Dönüş(ümüz) sanadır!" |
The messenger believeth in that
which hath been revealed unto him from his Lord and (so do) the believers. Each
one believeth in Allah and His angels and His scriptures and His messengers - we
make no distinction between any of His messengers - and they say: We hear, and
we obey. (Grant us) Thy forgiveness, our Lord. Unto Thee is the
journeying. |
|
286. |
Allâh, kimseye gücünün üstünde bir
şey teklif etmez. Herkesin kazandığı iyilik kendi yararına, kötülük de kendi
zararınadır. "Rabbimiz, unutur, ya da yanılırsak bizi sorumlu tutma! Rabbimiz,
bize, bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme! Rabbimiz, bize
gücümüzün yetmediği şeyleri yükleme! Bizi affet, bizi bağışla, bize acı! Sen
bizim mevlâmız(sâhibimiz, efendimiz)sin! kâfirler toplumuna karşı bize yardım
eyle!" |
Allah tasketh not a soul beyond
its scope. For it (is only) that which it hath earned, and against it (only)
that which it hath deserved. Our Lord! Condemn us not if we forget, or miss the
mark! Our Lord! Lay not on us such a burden as Thou didst lay on those before
us! Our Lord! Impose not on us that which we have not the strength to bear!
Pardon us, absolve us and have mercy on us! Thou art our Protector, and give us
victory over the disbelieving folk. |
|
Toplam 286 Ayet.
|
|
|
|
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder